Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        REZA Zarrab şu anda Türkiye için istenmeyen adam. Mallarına el konuluyor, ne kadar itibarsız biri olduğuna dair haber yapılıyor, karakutusu olarak bilinen isimler haklı olarak gözaltına alınıyor. Bütün bu süreçten burnu bile kanamadan ayrılan ve bir köşede fırtınanın dinmesini bekleyen bir kişi var. Azıcık da olsa bir imaj yıpranması, en azından kendi içinde bir tereddüt olur değil mi? Hayır, Ebru Gündeş dimdik ayakta olduğu gibi tam da merkezinde yer aldığı bu süreçle ilgili tek bir kelime etmiyor.

        DÜŞTÜĞÜ ANDA

        “İktidarı severim” demişti zamanında birlikte olduğu erkeklerin neden güçlü figürler olduğunu anlatırken. Zarrab, assolistler dünyasındaki o sınırlı rekabette onu başkalarından ayıracak bir piyangoydu. Hangi assoliste Mars vaat edilmiş, yalısı alttan tünellerle bağlanmış ve bu servet pornografisi toplumun gözünün içine sokulmuştu?

        Bu ilişkinin her anını medyaya malzeme etmekten çekinmedi; çünkü Zarrab’ın muteber işadamı olarak anıldığı günlerde verdiği fotoğraf işine geliyordu.

        Düştüğü andan itibarense Zarrab’dan kurtulup kendi itibarını koruma peşinde Gündeş.

        Oysa, neler konuşulmuştu ilk günlerde. Acun Ilıcalı’nın Miami’de evleri olduğu için “Biz de geri kalmayalım” diye Zarrab’ı zorla ABD’ye götürdüğü mesela. Bir diğer iddia ise tam da o günlerde yaklaşacak fırtınayı haber alıp bu ABD seyahatini bahane ederek Zarrab’dan kurtulmak istediğiydi. Hatta kimilerinden “Sen boşan bir an önce, ilişkini kes” diye tavsiye aldığı da.

        Ebru Gündeş bir şeyler biliyor illaki, ama konuşmamaya niyetli olduğu gibi kimse sormuyor, sorgulamıyor da.

        ACUN ETKİSİ

        Daha ilk günlerde Ebru Gündeş’in imaj operasyonun mimarlarından biri Acun Ilıcalı’ydı. Programında jüri üyesi olan Gündeş ekrandan stratejik gözyaşlarını dökerek Ilıcalı’nın “adamlığına” vurgu yapmış, ona minnetini sunmuştu. Bugün bakıldığında farklı bir anlam kazanan o programda bir stratejinin ilk tohumları da vardı ve bu algı televizyon üzerinden yaratıldı.

        Eski imajı sıfırlayıp Gündeş’in yeniden pazarlanması için Acun Ilıcalı’nın programından daha iyi bir platform da olamazdı. Topluma kendi standartlarını bir şekilde kabul ettiren, mesela uzun bir süre iki eşli bir hayat sürdürmesine rağmen her fırsatta namustan, adamlıktan söz ederek bu konunun tartışılmasının üzerini örten Ilıcalı’yla Ebru Gündeş’in böyle bir ahlaki ortaklıkları da var. Hiç kimse Ebru Gündeş’i onun kadar iyi aklayamazdı.

        Her adımında ayrı bir hesap olan Gündeş daha ilk dakikada mağdur kadın, hatta anne rolünü oynamayı tercih ederek kendisi ile Zarrab arasına mesafe koydu. ABD’ye gitmemesi, parasını harcarken bir an bile yalnız bırakmadığı eşiyle bu süreçte hiç ilgilenmemesi bu mesafe çabasının ürünü. Mallarını koruma konusunda da şanslı; ortaya çıkan bir evlilik sözleşmesi nedeniyle Gündeş’e dokunulmuyor. Daha da önemlisi, bildiklerini anlatması için kapısını çalan, hatırlayan da yok. Birkaç aya kadar Zarrab’la evli olduğu bile unutulur.

        *************

        TARAF OLMAYAN...

        GEZİ’de, 17-25 Aralık sürecinde, 15 Temmuz’da hep “Erdoğan kesin gidecek” diye yanlış hesaplar yapan ve sonunda hüsrana uğrayan bir kitle vardı. Kimi Erdoğan’a da yakın olan bu isimler ortada durarak, suya sabuna bulaşmadan fırtınanın geçmesini, kimin kazacağını bekleyip görmeyi tercih ettiler.

        Sonunda herkes kaybetti, Erdoğan galip geldi. Taraf olmayan bertaraf oldu, tasfiye edildi. Kimileri de Karar Gazetesi gibi zoraki muhalif oldu.

        Şimdi aynı süreç Reza Zarrab olayında tekrarlanıyor. Erdoğan muhalifleri zaten heyecanlı, iktidar mahallesindeki kimi isimlerin sessizliği ise geçmiş dönemlerden tanıdık.

        *************

        BANA SORABİLİRSİNİZ SAKINCASI YOK

        FATİH Altaylı dün “Sana mı soracağız” diyor Gülse Birsel’in filmine abartılı övgüleri eleştirmemle ilgili olarak. Neden buna takıldığımı da anlamadığını ekliyor. O halde anlatayım.

        Gülse Birsel’in yazdığı bir gazetenin diğer yazarlarının bu abartılı övgüsünü eleştiriyorum. Bunun patronlarının sahibi olduğu e-ticaret sitesini övmekten pek farkı yok.

        Dahası, bizde övgü çıtası çok düşük. Eleştirmenlerin genel olarak beğenmediği bir filmle ilgili abartılı sözcükler bir anda bonkörce harcanıyor. Daha iyi bir film yapıldığında kelime haznesi yetmeyecek. Muhteşem, mükemmel, süper, diva, başyapıt... E sonra?

        Sahiden Gülse Birsel’in filmi bir komedi başyapıtıysa Türk sinemasında yıllara meydan okuyarak zamana yenilmemiş klasikler ne?

        Bu filmin Oscar almayacağını, bir parfüm gibi uçucu olduğunu biliyoruz. Gülse Birsel’in de böyle bir iddiası olduğunu zannetmiyorum, ama yaratılan hava bu. Çünkü övgüde sınır tanımıyorlar. Bunun tek nedeni de kurulan ahbap-çavuş ilişkileri, övgünün işe değil arkadaşlığa yönelmesi.

        BASINDA LOBİCİLİK

        Yıllarca Türk kültür-sanat hayatını Zeynep Oral’ların, Fethi Naci’lerin kendilerinden olmayanı dışlama politikaları belirledi. Sesi olmayana şarkıcı, yazı yazamayana romancı deyip baştacı ettiler. Üzerinden 10-20 yıl geçtikten sonra zamanında abartıyla övdüklerinin adları, işleri bile hatırlanmıyor. Olan, lobilerin arasından sızamayan ve adlarını öğrenemediğimiz nice potansiyel parlak beyne oldu. Türk entelektüelinde geçerli olan “meritokrasi” değil, cemaatçilik. Şahsi duygular her zaman işin nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulmasını engelliyor. Birisi seviliyorsa ne yapsa harika, sevilmiyorsa eserinin de hiçbir kıymeti yok.

        İyi de bu feodal kafayla sinemayı, edebiyatı, hatta medyayı öldürdüler. O Cemaat’le olduğu gibi bu Cemaat’le savaşmayı bırakmaya niyetli değilim.

        Diğer Yazılar