Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BEN televizyonda Sezen Aksu’yu eleştirdiğimde adeta kutsal bir değere küfretmişim gibi abartılı bir tepkiyle karşılaştım. Oysa tam eleştirdiğim, Sezen Aksu’nun eleştirilemez oluşuydu. Zamanla garip bir şekilde o duvarın yıkıldığını, Sezen Aksu’nun tartışılmaya başladığını gördüm. Bana nefret kusanlardan “Haklıymışsınız” mesajları almaya başladım. Önce sokaklara verilen adı alındı, şimdi sosyal medyada bile barınamayacak bir hale geldi.

        Beyoncé de sık sık troll saldırısına uğruyor, ama kendilerine arı kovanı sözcüğünden türetilen “beyhive” diyen hayran ordusu öyle bir duvar örüyor ki lafı eden bin pişman oluyor. Kraliçeye dil uzatanın hesabına anladığı yerden yanıt veriyorlar: Binlerce kişi aynı anda arı emojileri bırakıyor! Sezen Aksu’yu zamanında her şartta koruyan o hayran ordusu nereye gitti? Gülben Ergen’in bile sosyal medyada askerleri var, yılların Sezen Aksu’su nasıl bu kadar korunmasız kaldı?

        Sezen Aksu, entelektüel ve politik biri değil. Yıllar önce sırf bazı entelektüeller istedi diye şarkılarına istemeden hiç uymayan kelimeler koyduğunu anlatmıştı. Politik derinliği de evinde televizyon izleyen vicdanlı bir ortalama insan kadar. Gezi döneminde sabahtan akşama kadar Halk TV izleyip bir anne gibi parktaki çocuklardan endişe eder, onlara yemek yollamayı falan düşünürdü. Ama onu bugüne kadar hiçbir eylemin başında görmedik.

        LİBERAL ARKADAŞLAR

        Son yıllarda ise hep politik Sezen Aksu ön planda. Şahsen konulara hâkim olmasa da politik bir duruş sergilemenin onu sanatçı olarak bir başka yere taşıyacağını biliyordu. Tıpkı Orhan Pamuk’un sadece roman yazmanın hedeflerine ulaşmak için yetmediğini bildiği gibi. Siyasi çıkış sağlamak Sezen Aksu’yu Zülfü Livaneli kategorisine yükseltecekti. Bu uğurda Cihangir’e yelken açtı. 90’lardan 2000’lere Sezen Aksu’nun siyasi yörüngesini Türk liberalleri belirledi. Tam da “İkinci Cumhuriyet” tartışmalarının moda olmaya başladığı yıllarda.

        Türk liberalleri Türkiye’yi olduğu gibi Sezen Aksu’yu da yanılttı. Aktüel Dergisi’yle hediye dağıtılan “Cumartesi Anneleri” şarkısı büyük bir başlangıçtı. “Mozaik” o yıllarda Sezen Aksu’nun en sevdiği kelime oldu ve “Siyaset Meydanı” programıyla birlikte Aleviliği, Ermeniliği keşfetti. Ama bunu hep bir sanatsal arayış gibi sundu. 2000’lere gelindiğinde bir zamanlar Hey Dergisi’ne 12 Eylül’ün hayırlı olmasını dileyen Sezen Aksu’nun “Son Bakış” şarkısında aslında Erdal Eren’i anlattığı haberleri yapıldı. “Mozaik” modası Efes Antik Tiyatrosunda verilen konserle doruğa ulaştı. Komutan Hurşit Tolon’un tepkisini çekince Sezen Aksu belki ilk defa korktu.

        Kendini korumak için önce basınla arasına koca bir duvar ördü, televizyona çıkmayı, gazetelere konuşmayı kesti. Zamanla açılıma destek verdi, askeri vesayeti yıkması vaadine inanıp 2010 referandumunda “yetmez ama evet”çi oldu. Rüzgâr bir-iki sene içinde döndüğünde ise hızı kestiremediği için “Kandırıldım” diye bir çıkış bile yapamadı. Taraf ve Radikal gazetelerine inanmaya, dünyayı o perspektiften görmeye devam etti ve yanıldı. Nasıl oldu da süreci okuyamadı? Entelektüel ve politik değil de ondan.

        HAYRANLAR ACIMASIZ

        Mehmet Altan’ın hapishaneden Sezen Aksu’dan kendisine karışık kaset hazırlamasını istemesi, bir dönem aynı ideolojik kamplarda yer alan iki kişinin düşüşü de birlikte yaşadıklarını gösteriyor. Aslında ikisi de farklı şekillerde kendi siyasi zikzaklarının bedelini ödüyor, bir dönem değişirken yakın geçmişin hesabı dönemin popüler simgelerinden soruluyor.

        Öte yandan Sezen Aksu’yu sosyal medyadan kovduran kültürel iklim, totaliterliğin yeşermesine imkân tanıyor. Bu sefer dalga tepeden değil, sokaktan yayılıyor. Tahammülsüz muhalif kesimlerde daha da abartılı boyutlarda. Öfkeden gözü dönmüş, yakın zamanın hesabını dönemin simgelerinden sormaya niyetli, adeta kana aç bir kitleye karşı yeteri kadar tedbirli miyiz, emin değilim. Sezen Aksu tartışmaya açılsın dediğimde kastım linç değildi.

        ***********

        NE OLDU AĞABEYLER?

        DÜN, çoğu sosyal demokrat köşe yazarının CHP kurultayının ardından yaptıkları yorumlara baktım.

        “Sandıkta kaybetti, koltuğu korudu” dan tutun da “Kemal Kılıçdaroğlu’yla olmuyor, gitmeli”ye uzanan bir aralıkta öfke ve bıkkınlık dolu yazılar yazılmış.

        Oysa birkaç ay önce bu yazarların hemen hepsi Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünden sonra Cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini yazıyor, artık büyük bir lider olduğundan dem vuruyordu.

        Birkaç ay önce oluyor da şimdi neden olmuyor? Sorun onda değil de, Türki siyasi analizinin raf ömrünün 24 saat olmasında yatıyor olmasın.

        ***********

        BU DA TACİZ

        UMA Thurman’ın itirafları arasında kanımı donduran, “Kill Bill” filminin çekimleri sırasında yaşadığı olay oldu. Daha önce kullanmadığı için direksiyonuna hâkim olmadığı, düz vitesten otomatiğe döndürülmüş eski bir arabayı 40 mil hızla sürmesini istiyor yönetmen Quentin Tarantino. Hızı özellikle vurguluyor, “Yoksa saçların istediğin gibi dalgalanmaz” diyor. Thurman itiraz edip bu sahnede dublör kullanılmasını istese de Tarantino inat ediyor. “Alt tarafı dümdüz bir yol” diyor.

        Yol düz değil; toprak ve kavisli. Görüş mesafesi kısıtlı.

        Uma Thurman direksiyonun başında ilerlerken adeta bir aksiyon filmi sahnesindeki kovalamaca gibi ağaca çarpıyor.

        KADINA BASKI

        Thurman yıllarca hakkını aramaya çalışıyor ama yapımcı Harvey Weinstein konuyu kapatıyor, Quentin Tarantino da ısrarla istemesine rağmen çekim görüntülerini vermiyor.

        Ancak 15 yıl sonra Tarantino’dan bu görüntüleri alabiliyor. #MeToo kampanyası, Weinstein’la ilgili ortaya çıkan gerçekler Tarantino’da suçluluk duygusu yaratmış belli ki. Yıllar sonra Thurman’ın haklılığının kanıtı New York Times’taki söyleşide de yayımlanıyor.

        Beni en çok sarsan da o kısacık videoyu izleyince filmlerine hayran olduğum Tarantino’nun setteki insan sömürüsünün belgelenmesi oldu. Belki cinsel tacizde bulunmadı, ama bir erkek olarak bir kadın üzerinde baskı kurdu, konumunu kullanarak bir kadını yapmak istemediği bir şeye zorladı. Kazanın yarattığı tahribatı hâlâ bedeninde hissediyor Uma Thurman. Hollywood’daki taciz skandalı hikâyeleri arasında daha affedilebilir bir öykü değil bu, cinsel tacizden neredeyse hiç farkı yok.

        Diğer Yazılar