Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ne okudunuz?

        Finans. New York'taydım. Taksicilik, garsonluk yaparak geçimimi sağlıyordum. Çok çabuk ilerledim. 1995'te ticarete başladım. Türk dükkânı açtım.

        Ne satıyordunuz?

        Türkiye'ye ait çiniler, bakırlar...

        Tuttu mu?

        Hem de nasıl. Downtown'da bir dükkân daha açtım. 1998'de bıraktım. Mobilya, mum tasarımları yaptım. Rahmetli Sıtkı Olçar gibi Türk sanatçıları misafir edip sergilerini açıyorduk. Bulgaristan'da cam fabrikam, Brooklyn'de atölyelerim vardı.

        Çoluk çocuk?

        Evliydim ama çocuğum yoktu. 2005'te boşandım. Yeni bir hayata başladım.

        Neydi sizi değiştiren?

        Her dönüm noktasında bir siyasi olay etkili oldu. Türkiye'den Amerika'ya gelmem 80'lere denk geliyor. İkinci büyük olay 11 Eylül saldırısı. Dünyanın yeni bir yöne gittiğini gördüm. Dükkânları kapatmamızın sebebi beceriksizliğimiz değil büyük şirketlerin bize imkân vermemesiydi. Ben büyük olmak istemedim, dünya çok güzeldi. Gezmek, yeni insanlar görmek daha cazip geldi.

        Dükkânları kapattınız; sonra...

        Buenos Aires'e gittim. 8 ay kaldım. Tuttuğum odanın hemen yanında bir tiyatrocu kalıyordu. Tanıştık. 2 ay sonra bir grup kurduk, oyunlar sergilemeye başladık.

        İlk rolünüz neydi?

        Uzaydan dünyaya atlamış bir adam. Daha önce hiç bilmediği bir yere düşüyor.

        Sonrası?

        Patagonya. Dünyanın en güneyi. İnsan dünyanın en aşağısına inip en yukarısına ne kadar çıkabilir? Düşünüyordum hep...

        KOKAİN TARLALARINDA BELGESEL ÇEKTİ

        İnebildiniz mi?

        İndik tabii. Patagonya'da Güney Kutbu'na giden bir gemi vardı. Ona bindim.

        Nasıldı Güney Kutbu?

        Hiçlik. Hayata sıfırdan, en dipten başlıyorsunuz. Sonraki her şey yeni. İlişkiler, yemekler, insanlar...

        Vay be!

        Sonraki hedef en yukarısıydı. Latin Amerika'yı gezdim. Canlı hayat dersi gibiydi. Bolivya'da La Paz'dan Amazon'a giden bir yol vardır. "Ölüm yolu" denir. Orada dağdan aşağı bisikletle indim. İşte o zaman bisikletle dünyayı gezme fikri aklıma düştü. Gandhi'nin söylediği gibi, "Düşüncelerinize hakim olun geleceğinizi yazabilirler" diyor ya. Sonra sırasıyla Peru, Ekvator, Kolombiya... Tayrona Parkı'ndaki FARC gerillalarının 3 gün misafiri oldum. Güvenlerini kazandım. Tayrona bir nevi kokain tarlası. Bunun belgeselini yapmak istiyordum. Yüzlerini göstermemek şartıyla kameramla çekim yapmama izin verdiler.

        Ardından Venezuela. Rio. Burada kokain belgeselini tamamladım. Sao Paolo'da iki yerde sergim oldu. Çok beğenildi.

        Geçiminizi neyle sağlıyordunuz?

        Dünyayı gezmek için büyük paralara gerek yok. O gün canın balık mı yemek istiyor; üzgünüz dut var, onu yiyeceksin.

        Seneyi kaç ettik?

        2009. New York'a döndüm. Simpsonlar'ın yapımcılarından birinin evindeki merdivenleri dizayn ettim. İyi para geçti elime. Bu arada bazı arkadaşlarım psikolojik olarak kötü durumdaydı. Tedavi için bir sistem geliştirmiştik: Sokakta yaşayacaksın. Belki karton kutuda kalacaksın. Cebinde para olmayacak, gerekirse çöpten geçineceksin. Ben de onlara katılıyordum.

        Sizin de mi psikolojiniz bozulmuştu?

        Hayır, kitap yazmak istiyordum. Tecrübe olsun diye kaldım. Her şeyi denemek lazım. Öyle "Gördüm, biliyorum" demekle olmuyor. Mesela Türkiye'den birçok yazar geldi Amerika'ya. Bir ay kalıp "New York" diye kitap yazdılar.

        Hiç çöpten yediniz mi?

        Yedim anasını satayım! Baktım fakirlikten fare yiyenler var, ben de pizza gördüm onu yedim.

        'Everest'e çıkarken, 5300 metrede bisikletimi tutukladılar'

        Haydi Everest'e gelelim...

        Her şeyim tamamdı. 7 kitap yazmıştım. "Artık farklı bir hayata geçiyoruz. Yeni bir bakış açısına ihtiyaç var" dedim.

        Arada bir size geliyor böyle...

        Kuzey Kutbu'nu kafaya koydum. "Abi çok geç" dediler. Vakti varmış, 300 bin dolarlık ekipman lazımmış, oymuş, buymuş... Dedim "Yapacağım". Para yokmuş, bana anlatamazsın. Kafamda rendelenmiş o kısım. "Bisikletle olur bu iş" dedim.

        Bisikletle Kuzey Kutbu...

        Evet. Ama olmadı tabii. Ben de gidebildiğim yere kadar gideyim dedim. Kanada, Amsterdam derken Bangkok'a kadar 19 ülke gezdim. 34 bin km pedal salladım.

        Şanslı bir bisikletiniz var...

        1946, İsviçre yapımı. Bir arkadaşımın babasınındı. 80'lerde bununla 2 yarış kazanmış.

        Yola devam mı?

        Tabii. Tibet'i geçmek geldi aklıma. Biliyorsunuz Tibet'te yasak bölgeler var. Askerler koruyor o yolları. İkinci yakalanışımda "Seni derhal gönderiyoruz, ülke seç" dediler. "Nepal" dedim. Oradan Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye... Sırayla geçerim diye düşündüm.

        Sonra?

        Nepal'de Himalayalar'ı gördüm. Nasıl desem; o kadar büyük ve güzel ki... Efendi gibi yoluma gidiyordum. Hindistan'da bir adam kalktı "Bisikletle Everest'e çıkar mısın" dedi.

        Kim o?

        İçimdeki biri. Dağlara çıktık, tecrübemiz var ama Everest bu. Şaka değil. Bir de bisikletle... Dünyada ilk kez olacak. Karar verdim. Nepal Turizm Bakanlığı'ndan zar zor bisikletin iznini aldım. 3 gün sonra Everest Ulusal Parkı'ndan sorumlu Orman Bakanlığı izni iptal etmeye kalktı. "Bir saatiniz var. Bisikleti de yakarım bu binayı da. Siz de ben de gideriz" dedim.

        Eyvah!

        Bürokrasiyle savaşıyorum, kolay mı? Turizm Bakanı'na ulaştım. 4 Nisan günü aldım 55 kiloluk bisikletimi, 11 günde 5300 metreye kadar çıkardım. Bu dünya rekorudur.

        'KENDİNE DİKKAT ET!'

        İyi, her şey yoluna girmiş...

        Hayır. Kampa vardığımda ilk haber geliyor; "Bisiklet siyasi bir amblem oldu. Kendine dikkat et" diyorlar.

        Ne gibi?

        Etrafta o kadar çok benzin davaları dönerken tutmuş bisikleti göklere çıkarıyorsunuz. En son ayın 14'ünde bisikletimi tutukladılar.

        Ne yaptınız?

        Bir sanatçı silahla değil, sanatıyla savaşır. Bir bez buldum, üstüne bisiklet çizdim, aldım yanıma. Tepeye tırmanmak için bir kampta dinleniyoruz. Nadav ve rehberinin çadırında problem çıktığı için benimkinde kalıyorlar.

        Sizin neden rehberiniz yok?

        Normalde herkesin var. Ama ben kavga ettim. Yukarı çıkmamam için elinden geleni yaptı. Yerimizi yetkililere haber verip bisikletimi tutuklatanın da o olduğunu düşünüyorum... Neyse, gece 21.00'de yola çıkmaya karar verdik. Ama küçücük çadırda o kadar adamla duramadım. 19.00'da çıktım. Harika bir geceydi. Bir yıldızları görüyorsunuz bir de yukarı çıkanların kafalarına taktıkları ışıkları.

        Vardınız mı tepeye?

        10 Mayıs'ta başardım. Orada fotoğraf çekeyim dedim. Ama kimse yok ki "Abi ben şu bayrağı dikerken bir fotoğrafımı alır mısın" diyeyim. Mecbur eldiveni çıkardım, o da rüzgârda uçtu. Zirve yaptıktan 6 saat sonra aşağı indim. Tüplerde oksijen azalmıştı. Yolda yaralılar gördüm. Yardım edeyim derken acayip yorulmuşum. Biraz uzanayım dedim. O ara uyumuşum.

        Durun, soğukta uyumak...

        Ölüm. Zaten dağın o kısmına da ölüm bölgesi diyorlar. En tepesiyle 8800 metre arasındaki yer. Orada tam 24 saat vakit geçirip 5 saat uyumama rağmen sağ çıktım. Allah'tan renkli bir berem vardı. Beni tanımışlar.

        ‘YENİ BİR ONE MİNUTE HİKAYESİ YARATSAK' DİYE DÜŞÜNENLER VARDI

        Kim kurtardı?

        Önce Nadav'ın rehberinin sesini duydum. ''Aydın uyan'' diye bağırıyordu. Sonra Nadav'ı duydum ''Kardeşim, buldum seni'' diye.

        Peki basında yer alan "İsrailli dağcı Türk'ü kurtarmak için Everest'ten vazgeçti" durumu nedir?

        Öyle bir durum yok. Ben uyandıktan sonra tek başıma da inebilirdim. Onlar devam ederlerdi. Ama rehberi uyardı. Rüzgâr şiddetlenmişti, çok tehlikeliydi yani. Sağolsunlar, minnettarım. İnmeme yardımcı oldular. Ama "Kampa kadar sırtında taşıdı" ya da "Everest'ten vazgeçti" hikâyeleri külliyen yalan. O dağda kim kimi sırtında taşıyabilir?

        Sonra ne oldu?

        Kampa vardık. Biraz uyuduk. Nadav'la yardımcısı ayrıldı. Tek başıma başka bir kampa gittim. Peşimden onlar geldi. Kamptakilerden bizim için helikopter çağırmalarını istedim. Ellerim iyice morarmıştı çünkü. Bir baktım Nadav'ın da eldiveni yok. Parmaklar şişmiş.

        Ona ne olmuş?

        Anlamadık. Rehberi de şaşırdı. Ki o kadar titiz çocuk. Zaten sponsoru var. Uzaydan konuşulan telefon bile vermişler adama. Bizde bir b.k yok. Neyse helikopter geldi. İndirdi bizi. Katmandu'ya geldik.

        Oh...

        Daha değil. Nadav'la ikimizi aynı odaya koydular. Annesiyle Skype konuşmasında ''İstediğiniz zaman Türkiye'ye gelebilirsiniz'' dedim. Ertesi gün Nadav İsrail Konsolosluğu'nun yemeğe davet ettiğini söyledi. ''Ne zaman'' dedim. "Hemen şimdi bekliyorlar" deyince şüphelendim. Ama o kadar yorgunum ki. 17 kilo zayıflamışım. Başkonsolos yardımcısı ''Beraber fotoğrafınızı çekelim'' dedi. Baktım bayraklar çıktı, çat çat flaşlar patlıyor. "Ne olur bunu siyasi bir olay gibi sunmayın" dedim. "Yok" dediler, "olur mu, siz kardeşsiniz." Ertesi gün bir baktım, her yerde "İsrailli genç Türk'ü kurtardı" haberleri...

        İşin içinde bir iş olduğuna emin misiniz?

        Önce bisiklet sonra Nadav... "Yeni bir one minute hikâyesi yaratsak iyi olur" diye düşünenler vardı bence.

        'Everest çok hüzünlü'

        Everest'in tepesinde olmak nasıl bir şeydi?

        Çok hüzünlü. Çok güzel çünkü. Bir daha öyle güzellik göremeyeceksiniz.

        Uykuya daldığınızda kimse sizi bulamasa, o an ölseniz yine de değer miydi?

        Elbette. Parmaklarım dondu, kestiler ama yine de değerdi.

        Bir daha deseler...

        Hazırlanıyorum. Yine bisikletle. Spor Bakanlığı'nı araya sokacağım. Yasal iznim var.

        Diğer Yazılar