Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜNLERDE ülkenin yeteri kadar yoğun bir gündemi varken, buna bir de üniversitelerin bölünme konusu eklendi. Yeni yasa tasarısıyla İstanbul Üniversitesi’yle birlikte birçok büyük üniversitenin ikiye bölünme kararı alındı.

        Tartışmalar en çok İstanbul Üniversitesi’nin bölünme kararında yaşandı. Bu kararla, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi birbirinden ayrılıyordu. Karara önce İstanbul Tıp Fakültesi hocaları, sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hocaları itiraz etti. Her fakülte kendisini kurtarmaya çalıştı.

        Akademik hayatımın 20 yılını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, 20 yılını da İstanbul Tıp Fakültesi’nde geçirmiş bir İstanbul Tıp Fakültesi mensubu öğretim üyesi olarak İstanbul Üniversitesi’ni bir bütün olarak savunuyorum.

        ÜNİVERSİTENİN KÖKLERİ FATİH’E DAYANIYOR

        İstanbul Üniversitesi’nin kökleri Darülfünun’a, Darülfünun’un kökleri o zaman yüksek eğitimin yapıldığı tek kurum olan medrese ve Fatih dönemine dayanır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettikten sonra 1 Haziran 1453’te medrese açılması için emir veriyor. Önce Ayasofya’nın papaz eğitiminin yapıldığı bölüm, Zeyrek’teki Pantokrator Manastırı medreseye çevriliyor.

        Daha sonra Fatih Camii’nin iki tarafına birer dershaneli, dördü kuzey, dördü güney tarafından Sekizli Medrese ya da Sahn-ı Seman adı verilen devrin en büyük medresesini yaptırıyor. Medrese 1470 yılında bitiyor. Ayasofya ve Zeyrek’teki medreseyi, hocalarıyla birlikte buraya taşıyor.

        Daha sonra güney medresesinin yanına bir hastane (darüşşifa) yapılıyor ve tıp eğitimine başlanıyor. Fatih Darüşşifası’nda 350 yıl eğitim devam ediyor. Darüşşifa da İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk tıp okulu ve hastanesi olarak kabul edilir. Sonuçta İstanbul Üniversitesi’nin temellerinin 1453’e, İstanbul Tıp Fakültesi’nin temellerinin de 1470 yılına dayandığı kabul edilir. İstanbul Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu, 30 Aralık 1970 tarihli oturumunda fakültenin kuruluşunun 500. yılı olarak kabul edilmesi ve kutlanması kararını alıyor.

        Daha sonra 1846 yılında yayınlanan resmi bildiride her alanda ilim ve fen bilimlerini okutulacağı (İkmâl-i Kemâlât-ı İnsaniye) bir yüksek öğrenim okulu, Darülfünun kuruluyor. Darülfünunlar birkaç kez açılıp kapatılıyor. Darülfünun’un asıl kalıcı dönemi 1900 yılında başlıyor.

        GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK ÜNİVERSİTESİ

        1924 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti, Darülfünun’un yapısını koruyor. Katma bütçe, ayrıca idari ve mali özerklik veriyor. 1924 tarihi üniversitelerin ilk özerk olduğu tarihtir. Atatürk birkaç kez ziyaret ediyor. Cumhuriyet’in onuncu yılında Darülfünun kapatılıp yerine 1 Ağustos 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kuruluyor. İstanbul Üniversitesi, Cumhuriyet’in ilk ve tek üniversitesi unvanını alıyor.

        Sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi, Almanya’dan ayrılan dünyanın ünlü bilim adamlarına kapılarını açıyor, onlara kürsü veriyor.

        İstanbul Üniversitesi’nin bilim alanında uluslararası en parlak yılları o dönemlerdir. Bu otorite ve saygın bilim insanlarının eğitiminden geçen genç bilim insanları, modern ve dünyanın en büyük üniversitelerinden biri kabul edilecek bir üniversitenin temellerini atar.

        İstanbul Üniversitesi bugün dünyanın köklü üniversitelerinden biri. Tarihi eğer o dönemin yükseköğretim kurulu kabul edilen medreseler kriter alınırsa 500 yıl, Darülfünun kriter alınırsa 200 yılı aşkın bir süre. Hemen tüm dönemlerde dünyanın ilk 500’ü içinde olan bir üniversite.

        KÖKLÜ ÜNİVERSİTE NE DEMEK?

        Genç bir uzmanken bir süre Brüksel’de Free Üniversity’de (ULB) çalıştım. O dönem Prof. W.J. Malaisse’nin laboratuvarı, özellikle diyabette insülin salgılayan hücre metabolizmalarının en büyük araştırma laboratuvarlarından biriydi.

        Yaptığım bir araştırmanın zamana bağlı laboratuvar deneyi için koşuşturup durduğum bir gün, dolaplardan birinden aldığım kimyasal madde şişesini o arada laboratuvar masasının üzerinde unutmuşum. Çalışırken laboratuvar şefi yaşlıca bayan doktor yanıma geldi, “Mr. Yılmaz, bu şişe 90 yıldan bu yana şu dolabın üçüncü rafından sağdan ikinci sırasında durur” deyip yanımdan ayrıldı. Bu uyarı beni çok düşündürdü. Köklü üniversite olmak böyle bir kavram. Köklü üniversiteler yerleşik, kurumlaşmış, kuralları ve sistemi konulmuş üniversitelerdir.

        Köklü üniversitelerin en yenisinin tarihi 100 yılın üzerinde, marka değerleri çok yüksektir. Harvard’lı, Oxford’lu, Cambridge’li unvanının arkasında en az 100 yıllık kültür birikimi vardır. Bu üniversiteler dünyanın en saygın kurumlarıdır ve çok önemli bir gerekçe olmadan hiç kimse kuralları değiştirmez, sistemle oynamaz.

        KONSENSÜS OLUŞMALI

        İstanbul Üniversitesi de dünyanın marka, en köklü üniversitelerinden biri. Bilim alanında ülkemizin dünyadaki gurur kaynağı. İki mezunu Nobel almış. Dünyanın en prestijli üniversiteleriyle Nobel liginde ülkemizi temsil eden tek üniversite.

        Böyle köklü bir üniversiteyi iki parçaya bölmek, sistemlerini, fakültelerini değiştirmek kolay bir karar değil, yaptım olduyla olacak iş değil. Uzun süre çalışılması, tartışılması, üniversitenin akademik kadrolarından görüş alınması ve üzerinde konsensüs oluşması gereken bir olay bu.

        İstanbul üniversitelerinin kadrolarının şiştiği, öğrenci sayısının sürekli artırıldığı, yönetimin güçleştiği doğru. Aslında üniversitenin bu duruma gelmesinde yanlış siyasi politikalar, özerkliğin zayıflaması, yönetim zafiyetinin etkisi var, ama asıl konu bu değil.

        Sonuçta nedeni ne olursa olsun, sayısı çok artmış akademik personel ve öğrenci sayısını uluslararası standartlara çekmek gerekir ama bunun yöntemi fakülte fakülte bölmek olmamalı.

        Yapılan mevcut uygulamada üniversite bölünmüyor, fakülte dağıtılıyor. Bir tarafta bazı fakültelerin olduğu, diğer tarafta bazı fakültelerin olmadığı bir yapı ortaya çıkıyor. Ama bu yöntem, öğrenci ve kadro yükünü azaltmıyor. Diyelim ki 10 bin öğrencisi, bin akademik personeli olan bir fakülte, yine 10 bin öğrencisi ve bin akademik personeliyle aynı şekilde kalıyor, sadece üniversitenin adı değişiyor. Öğrenci fazlalığı ve akademik yük değişmiyor.

        *********

        ÜÇ ÖNEMLİ ÖNERİ

        1) 40 yılı aşkın bir süre üniversite hayatı bulunan öğretim üyesi olarak benim görüşüm, bölünmede bir tarafa bazı fakülteleri aktarmak değil, aynı yapıyı içeren eşdeğer ikinci bir üniversite (İstanbul Üniversitesi 1-2) kurulması, öğrenci ve öğretim üyelerinin eşit dağıtılması olacak. Sorbonne Üniversitesi de böyle yaptı. İncinmeden, bilimsel düzeyi düşürmeden öğrenci ve akademik personeli uluslararası standartlara çekmenin tek yolu bu. Mevcut durumda olduğu gibi bir tarafında Hukuk, İktisat, İşletme fakültelerinin olduğu, diğer bölümünde Mühendislik, Orman ve Veterinerlik fakültelerinin bulunduğu bir bölünme, bölünme değil parçalanmadır.

        2) Bu uygulamanın diğer riski de fakülte ayrılıkları nedeniyle bilimsel gücün bölünmesi ve yeni her iki üniversitenin de artık ilk 500’e girmesinin çok zor olması. Bu durum dünyada insanlar üst sıraya çıkmak için uğraşırken geriye gidiyoruz anlamına geliyor, buna çok dikkat etmeli.

        3) Kişisel olarak, tam seçim öncesi sadece İstanbul Üniversitesi’nin değil, birçok üniversitenin içinde olduğu çok tartışmalı bir konuyu gündeme getirmeyi zamansız ve aceleci buluyorum. Önerim tasarının geri çekilip üniversitelerde akademik kurullarda değerlendirilmesi, tartışılması, ortak değerlendirilmesi ve sonra karar verilmesi. En sağlıklı yöntem bu.

        Diğer Yazılar