Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÖNCE “Kürt açılımı”, ardından “demokratik açılım” diye adlandırılan sürecin Habur olayıyla yarıda kaldığı günlerde Meclis’te karşılaştığım dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Senden başka açılımı savunan kalmadı” diye benimle dalga geçmişti. Haksız da sayılmazdı. Öncelikle Başbakan Erdoğan ve iktidar partisi “sil baştan” yapmış, PKK cephesinde de tekrar çatışmacı dil ön plana çıkmaya başlamıştı. Fakat bu duraklama döneminde, sonradan “Oslo süreci” olarak adlandırılacak başka bir sürecin işletildiği, devlet yetkilileri ile PKK yöneticilerinin düzenli olarak buluşup tartıştıkları ortaya çıktı.

        Oslo süreci de bitti ama çözüm arayışları sona ermedi. AKP hükümeti, bence isabetli bir şekilde Abdullah Öcalan’ı merkeze alan yeni bir girişim başlattı. “Çözüm süreci” diye adlandırılan bu yeni süreçte bazı ilerlemeler kaydedilmekle birlikte daha çok sorun ve sıkıntılar yaşandı. Nihayet hükümetin (IŞİD olayını anlamaması veya yanlış anlaması nedeniyle Kobani krizinde yaptığı vahim hatalar yüzünden süreç ciddi bir tehlike atlattı, ama görüldüğü kadarıyla tren yoluna devam ediyor.

        HEP ÇÖZÜMDEN YANA

        Kişisel olarak başından itibaren tüm süreçlere inandım ve destek verdim. Çünkü kendimi bildim bileli, daha açık söylemek gerekirse 14 yaşında bir ortaokul öğrencisiyken kendimi solcu olarak tanımlamaya başladığım andan itibaren, Kürt sorunundan haberdarım ve bunun kalıcı bir şekilde çözülmesini istiyorum. Geçmişten bugüne Kürt sorunu ve çözüm yöntemleri konusunda görüşlerim değişmiş olabilir ama çözümün Türkiye için “olmazsa olmaz” olduğu konusundaki inancım aynı.

        Çözüm istemek, asla taraflara sonsuz bir şekilde güvenmeyi beraberinde getirmez. Hele bir gazeteciyseniz ve Kürt sorunu üzerine yazıp çiziyorsanız, eleştirel bakışı asla kaybetmemeniz gerekir. Başarabiliyor muyum bilmiyorum, ama bunu yapmaya çalışıyorum. Bir diğer yapmaya çalıştığım şey, taraflardan hiçbirine angaje olmamak.

        Açık söyleyeyim, bu süreçte en çok, kendilerini çözüm yanlısı göstererek angaje oldukları tarafın hatalarına hiç bakmayıp karşı tarafın herhangi bir hatasında ortalığı yangın yerine çevirenlerden rahatsız oluyorum. Bunların içinde özellikle, kendi taraflarının bariz hatalarının üstünü örtmek için karşı tarafa hata yükleyenlerin, yani olguları çarpıtanların sürece çok zarar verdikleri kanısındayım.

        KARŞILIKLI GÜVENSİZLİĞİ DERİNLEŞTİRMEMEK

        Zira bu sürecin en kırılgan yönü, tarafların doğal olarak birbirlerine güvenmemeleri. Bu güvensizliğin aşılması zaten çok zorken, en ufak bir kriz anında karşı tarafı acımasızca ve kimi durumda haksız bir şekilde suçladığınızda çözümü iyice zorlaştırmış oluyorsunuz.

        Bu açıdan bakıldığında, son 6-7 Ekim olaylarında Öcalan’ın rolünü görmeyerek veya bilerek görmezden gelerek HDP’yi ve eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı, psikolojik harp yöntemlerine başvurup itibarsızlaştırmak isteyenlerin aynı zamanda kendilerini çözüm yanlısı göstermeleri asla kabul edilir bir şey değil. Şurası çok açık: Barışa birçok farklı açıdan bakılır, niyet iyi ve samimiyse bu açıların hepsi doğrudur. Sadece siyasi iktidarın açısından baktığınızda ülkeye barış filan getiremezsiniz.

        Çok öznel bir yazı olduğunun farkındayım. Daha uzatmadan başlıktaki sorunun cevabını vermek istiyorum: İyimserim, çünkü tarafların çözümden başka bir seçenekleri yok, bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Gerek siyasi iktidarın, gerekse Kürt siyasi hareketinin, her iki tarafın da kaybedeceği çatışma ortamına dönmek yerine ne yapıp edip süreci devam ettireceklerine inanıyorum. Evet, kolay olmayacak, ama olacak. Bu da bir ölçüde çözümden yana iyimser olanların, eleştirelliği hiç kaybetmeden, kötümserler kadar cesur olduklarında olacak.

        Diğer Yazılar