Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜNİVERSİTE yıllarında Nakşibendi olan bir çocukluk arkadaşım, yatırım yaptığı bir Kara Afrika ülkesinde Fethullah Gülen Cemaati’nin okullarını ziyaret etmiş ve çok etkilenmiş. Okul yöneticisiyle sohbet ederken büyük bir heyecanla, “Yılda yaklaşık kaç öğrenci İslamiyet’i seçiyor?” diye sorunca, “Abi sen ne diyorsun, eğer böyle bir şey olursa bizi burada kolay kolay barındırmazlar” cevabını almış. Şaşkınlığını üzerinden bir türlü atamamıştı, bana “Peki onca külfete ve fedakârlığa niye katlanıyorlar?” diye sordu.

        Galiba Gülen Cemaati’ni, özellikle de onun küresel vizyonunu kavramada bu soru anahtar bir öneme sahip. Bu soruya birbirine taban tabana zıt bir dizi cevap veriliyor. Olumlu bakanlar bu okulların kısa olmasa da orta ve uzun vadede İslam’a, Türklüğe ve Türkiye’ye hayrı olduğunun altını çizerken, olumsuz bakanlar, en az 140 ülkede yaklaşık 1200 eğitim kurumunun küresel güçlerin icazet, teşvik ve desteği olmadan varlık göstermesinin mümkün olmadığı iddiasından hareketle, okulların ardında “karanlık” niyet ve hesaplar arıyorlar.

        DEVLETİN DEĞİŞEN TAVRI

        Türkiye’de devletin Gülen okullarına bakışında uzun bir süre TSK belirleyici oldu. Gülen’e, cemaatine ve dolayısıyla okullarına iyi gözle bakmayan askerler, içeride ve dışarıda bunların önüne engel çıkarmaya çalıştı, fakat ülkeyi yöneten sivillerin (Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Bülent Ecevit) ürkek desteklerinin de katkısıyla Cemaat yoluna devam etti. AKP iktidarıyla birlikteyse Cemaat okullarının önü tamamen açıldı. Dışişleri Bakanlığı genelgesiyle yurtdışındaki temsilciliklere, bu okullarla işbirliği yapılması talimatı verildi.

        17-25 Aralık süreciyle her şey tersine dönmüş durumda. Asker, siyasi konuların çoğunda olduğu gibi Cemaat ile ilgili herhangi bir tutum sergilemiyor. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, TSK’nın dünkü tutumundan daha sert bir pozisyon alıyor, okulları yabancı ülke yöneticilerine şikâyet ediyor.

        Çünkü yurtdışındaki okullar, yurtiçinde iyice köşeye sıkıştırılmış olan Cemaat’in en büyük dayanağı haline gelmiş durumda. Yani Cemaat içeride tamamen yasaklansa bile varlığını küresel planda sürdürebilir. Ayrıca, okulların prestijlerini korumalarının, Erdoğan’ın Cemaat’e yönelik suçlamalarını zayıflattığı da muhakkak.

        DEVLETLEŞTİRMEK HİÇ KOLAY DEĞİL

        Gülen, 28 Şubat sürecinde, ülke içindeki okulları devlete devretmeye hazır olduğunu söylemişti. Benzer bir formülün yurtdışı okullar için geçerli olabileceğini düşünenler var. Sanmıyorum, çünkü:

        - Bu okulların her birinin, bulunduğu ülkelerin şartlarına göre farklı statüleri var, çoğunun devletleştirilmesi zaten mümkün değil.

        - Ülkelerin çoğunda gerçek anlamda demokrasi yok. Zaten Cemaat’e bile kuşkuyla bakan rejimlerin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi içlerinde okul işletmesine iyi gözle bakacakları şüpheli.

        - Okulların bulunduğu bazı ülkelerde diplomatik temsilcilik bile yok, varsa da çok yeni ve zayıf.

        - Bu okulların başarısında, Cemaat’e bağlı öğretmen ve yöneticilerin düşük ücretlere rağmen tam bir dava aşkıyla çalışmaları yatıyor. Devletin onların yerini doldurabilmesi zor ve maliyeti hayli yüksek.

        Anladığım kadarıyla devleti yönetenler ile onların Cemaat’e karşı mücadelesine destek verenler de bu okullara talip değiller, daha çok bunların etkilerinin azalmasını, hatta kapanmasını diliyor olmalılar.

        Bu konuya yarın da devam edeceğiz.

        Diğer Yazılar