Tabii ki 'danışıklı dövüş' değil
FAZİLET Partisi’nin ilk (ve kapatıldığı için son) kongresi 14 Mayıs 2000 günü yapıldı. Bir yanda Milli Görüş hareketinin siyasi yasaklı lideri Necmettin Erbakan’ın adayı Recai Kutan, karşısındaysa yenilikçi Abdullah Gül vardı. Sonuçta 633 oy alan Kutan seçildi. Gül ise 521 oy aldı. Eğer Kutan 15 oy eksik almış olsaydı ikinci tur oylamaya gidilecekti ve böylesi bir durumda, gelenekçilerin de kabul ettiği gibi sandıktan Gül’ün çıkması ihtimali hayli yüksekti.
İki ay gibi kısa bir sürede Erbakan’ın bütün engellemelerine, genel merkez imkânlarından hiçbir şekilde yararlanamamalarına, haklarında çıkarılan bir dizi karalamaya karşın Gül’ün aldığı bu yüksek oy, çok kişiyi şaşırtmıştı. Bunlardan biri de bendim. Yenilikçi hareketi çok önemsememe rağmen Erbakan faktörü nedeniyle Kutan’ın rahatlıkla seçileceğini düşünmüş ve bu minvalde yorumlar yapmıştım.
‘MUTLAK GÜÇ’ MÜMKÜN DEĞİL
Bu olay, siyasette hiçbir odağın ve kişinin “mutlak güç” sahibi olmadığını kavramamda epey yardımcı oldu. Ancak bazı odakların ve kişilerin iktidarlarına, güçlerine mutlaklık atfetmek, her yerde epey yaygın bir eğilim. Örneğin, 11 Eylül 2001 terör saldırılarının, “dünyanın patronu” görülen ABD’nin bilgisi dışında, dolayısıyla ona karşı yapılmış olmasını asla mümkün görmeyen çok kişi var.
Dünyadan ve Türkiye’den benzer pek çok örnek gösterebiliriz. Örneğin, hâlâ AKP hükümeti ile Gülen Cemaati arasındaki topyekûn savaşın “danışıklı dövüş” olduğuna inananlar var. Benzer bir durumu Hakan Fidan’ın AKP’den milletvekili adayı olmak için MİT Müsteşarlığı’ndan istifasıyla birlikte yaşadık. İlk başta herkes bir “Erdoğan planı” olduğunu düşündü, acele yorumlar yaptı. Fakat Cumhurbaşkanı net bir şekilde istifadan rahatsız olduğunu belirtince işler karıştı.
Düne kadar Erdoğan-Davutoğlu ve Fidan’ı birlikte yücelten AKP tabanı, ne olup bittiğini tam anlayamadığı için bariz bir bocalama içinde. Tabii ki gözler esas olarak Erdoğan’a çevrilmiş durumda ve onun alacağı pozisyonların AKP’nin yakın geleceğini belirlemesi kuvvetle muhtemel. Fakat Fidan’ın, Erdoğan’ın rızası olmamasına rağmen istifa etmiş ve Davutoğlu’nun da doğabilecek sıkıntıları göze alarak ona destek vermiş olması, işlerin çok da kolay bir şekilde yoluna konulamayabileceğini gösteriyor.
İNANDIRICI DEĞİL
Tam da bu noktada AKP’nin imdadına, dışarıdan üretilen “danışıklı dövüş” teorileri yetişiyor. İddiaya göre her şey Erdoğan’ın bilgi ve onayı içinde yaşanıyor. Amaç, fazlasıyla Cumhurbaşkanı’nın gölgesinde kaldığı söylenen Başbakan Davutoğlu’nun genel seçimlere daha güçlü girebilmesini sağlamak.
Bu iddianın hiçbir inandırıcılığı olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle Erdoğan’ı az buçuk tanıyanlar, rahatsızlığını dile getirdiği açıklamaların “sahici” olduğunu kolaylıkla anlayabilirler. İkinci olarak, Erdoğan’ın bir yol arkadaşının önünü açmak için kendi gücünden feragat ettiğine pek tanık olmadık. Üçüncü olarak, eğer bu bilinçli bir “algı operasyonu” ise, buradaki üç aktörden (Erdoğan, Davutoğlu, Fidan) en az birinin, belki de hepsinin zarar görme ihtimali yüksek ve Erdoğan da böyle bir hata yapmayacak kadar deneyimli bir siyasetçi.
Kaldı ki Erdoğan’ın, Davutoğlu’nu seçimler öncesi güçlü kılmak istiyorsa bu tür manevralara hiç ihtiyacı yok. Güçlü bir şekilde yanında durması bile Davutoğlu için tek başına yeterli olacaktır.
Son not: Aslında Murat Yetkin Radikal’de daha ilk günden yaşananların neden “danışıklı dövüş” olmadığı konusunda bizleri aydınlatmıştı. (http://www.radikal.com.tr/ yazarlar/murat_yetkin/paylasilamayan fidan danisikli dovus mu-1290795). Ama ondan bir gün sonra, yine Radikal’de Cengiz Çandar siyasi iktidar içinde çatlak olma ihtimalini ciddiye almadığını yazınca (http://www. radikal.com.tr/yazarlar/cengiz candar/ciddi olamazsiniz-1291618) tartışmaya dahil olmak kaçınılmaz oldu.