Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        WASHINGTON’da bulunduğum süre içinde çalışma konularımın dışına çıkmamaya, popüler kültür yazmamaya dikkat ediyorum. Ama salı gecesi bu çalışma prensibimde, saygı duruşu anlamına gelebilecek ara vermem gereken bir gelişme oldu.

        Tam bir yazarlar kenti olan New York’ta gece geç saatlerde 20’nci yüzyılın gerçekten bittiği bir an yaşandı.

        20’nci yüzyılın oluşturduğu büyük yazar üçlüsünün son halkası olan Philip Roth hayata veda etti. Diğer büyük yazarlar daha önce ölen Saul Bellow ve John Updike’dı.

        Roth’un da gitmesiyle 20’nci yüzyıl gerçekten kapanmakla kalmadı, belki romanın da ölümü gerçekleşmiş oldu. Bunun olup olmadığını bir süre sonra hep beraber göreceğiz. Yaşlanmasına bakmadan sürekli yazıp üreten Roth’un bulunmadığı bir roman dünyasının nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz. Onun olup yazamadığı bir dünyanın pek iyi olmadığını sanırım bir süre sonra herkes anlayacaktır.

        HINZIR VE CESUR

        Roth, son derce hınzır bir o kadar da cesur bir yazardı. Edebi gücü açısından tam bir devdi. Library of America, başka çok az yazara yaptığını ona yaparak eserlerinin tümünün yeniden özel basımını koleksiyonunda tutmaya başladı.

        “Hınzır ve cesurdu” dedim ya, yazmaya başladığında adeta beyninin karanlık alanlarını teslim almış gibi yazardı. Karmaşık bir karakterin o andaki ruh halini tüm boyutlarıyla yansıtabilen şaşırtıcı cümleler kurardı.

        Roth kendini diğer iki dev yazarla karşılaştırırken şöyle diyor: “Onlar yaşadıkları toplumun yüzeyine bir fener tutup neyin olup bittiğini gösterirler. Ben ise o yüzeye bir delik açarak o deliğe feneri tutup içerisini gösteriyorum.”

        İnsanın beyninde yaşattığı şehvet, onun tutkuyla üzerine gidip yazarken anlamaya çalıştığı konuydu. Bu sadece cinsellikten ibaret değil, beyindeki şehvet vurgusunu bu yüzden yaptım. Yaşlanmakla birlikte bazı kayıpların gelmesinden sonra bile beynindeki şehveti durduramayan erkeğin davranışlarını acımasızca sanki suratımıza tokat atar gibi yazdı ve anlamaya çalıştı.

        UNUTULMAYAN KARAKTERLER

        Beyzbol eldivenini bile cinsel arzunun hedefi haline getiren şehvetle dolu ergen Portnoy’u, çirkin olmasına rağmen çok tutkulu sevişen kadının mezarının üzerine uzanıp cinsel deneyim yaşayan karakteri veya hayli kilolu bir erkekten kendisini son derece duyarlı bir kadın memesine fiziksel anlamda dönüştüren karakteri okuyanların unutması ve bunların anlatıldığı cümlelerdeki ustalığı kıskanmaması mümkün değil.

        Roth geç saatte ölmesine rağmen bu tür yaşlılar için elinde daima bir uzmanın yazdığı anma yazısı bulunduran New York Times, sabah birinci sayfasından haberi vererek çıktı.

        Aynı gazetede bir süre önce kitap ekinde Roth’un yaşlılık üzerine bir konuşması yayınlandı. Hayatı farklı yaşadığını ve yazmaya ara verdiğini söylüyordu. Bu tür insanlara yazmaya ara vermek yaramıyor da olabilir. Çünkü sürekli yazarken sanki yaşlanmıyor gibiydi, ama yazmayı bırakınca çekip gitti işte.

        TOM WOLFE’U ANMAK

        Kısa süre önce yitirdiğimiz bir diğer büyük yazar Tom Wolfe, gerçeklerle roman tekniğini birleştiren gazetecilik türünü yaratmıştı. Bu noktada Roth ile aralarında bir benzeşme olduğunu söylemeliyim.

        Roth aynı zamanda Amerikan yakın tarihinin iyi bir öğrencisi ve yazarıydı. Ancak yakın tarihi yazarken o da Tom Wolfe gibi roman tekniklerini kullanmıştır. Roth’un yazdığı konuya göre kimliğini edindiği karakterler de vardı. Onun okuyucuları, bu karakteri gördüklerinde kitabın konusunu da hemen çıkarırlardı.

        Türkiye’ye nisan ayında geldiğimde onun 3 romanının birden bulunduğu bir kitabı kütüphanemin derinliklerinde bulunca çok sevinmiştim. Uçağa binmek için havalimanına geldiğimde dayanamadım, kitabı yeniden okumaya başladım ama ne yazık ki kitabı da orada bırakıp geldim. Şu anda Roth’un gidişine, o kitabı bırakmış olmanın verdiği manevi acı da eklendi.

        Diğer Yazılar