Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayır, hayır, Woody Allen’ın efsanevi filmi Radyo Günleri’nden söz etmeyeceğim. 1987 yılı yapımı filmin, Allen’ın çocukluk anılarından yola çıkması gibi kendi radyo günlerimi anlatacağım.

        Neden mi?

        89 yıl önce bugün, yani 6 Mayıs 1927’de, Eşref Şefik Bey, İstanbul Sirkeci’de Büyük Postane’nin bodrum katından şu anonsu yapar:

        “Alo alo, muhterem Sami’nin Burası İstanbul telsiz telefonu”. Ve böylece Türkiye’de radyo yayını başlar. Başlar başlamasına da hiç kimsenin evinde radyo yoktur. Yayınlar binanın tepesine yerleştirilen hoparlörler yardımıyla halka ulaştırılır, insanların radyoyu tanıyıp benimsemesine çalışılır.

        Bu olaydan otuz sene sonra radyolu bir evde doğdum. Benim yaş grubuma radyo kuşağı demek mümkün. Radyo ile ilgili hatırladığım ilk şey, sürekli açık olması ve annemin güzel sesi ile çalan şarkılara eşlik etmesidir. O dönemde henüz transistörlü radyolar yoktu. Lambalı radyolar da mobilyalı büyük aletlerdi. Açar açmaz çalmazlardı. Lambalarının ısınması gerekirdi. Ancak ısındıktan sonra yayın başlardı.

        HAYATIMIZIN PARÇASI

        Radyo hayatımızın çok önemli bir parçasıydı. Dünyaya açılan pencereydi. Her şeyi radyodan öğrenirdik. Babamın eve transistörlü bir radyo getirdiği günü hatırlıyorum. Sevinçten bayram etmiştik.

        Radyo taşınabiliyor ve açınca anında ses veriyordu. Çok hareketli bir çocuktum. Dört çocukla baş etmek zorunda olan annem, ipin ucunu kaçırdığımda beni evin kilerine cezalı yollardı. Aslında benim için ödül sayılırdı. Çünkü yere serili keçi postunun üzerine oturur. Artık Allah ne verdiyse, kuru üzüm, erik atıştırır kitap okurdum. Pilli bir radyom olduğunda kiler cezası daha da eğlenceli oldu. Örneğin Neil Armstrong’un aya ayak bastığı Apollo 11’in fırlatılışını pilli radyomdan kilerde dinlemiştim. Gece geç saatlerde babamla birlikte Muhammet Ali’nin şampiyonluk maçlarını dinlediğimizi de hatırlıyorum.

        Ailede herkesin favori bir programı vardı. Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın, Çocuk Saati, Yurttan Sesler, Beraber ve Solo Şarkılar, 16 Soru Genel Bilgi Yarışması gibi. Türkiye genelinde liselerin yarıştığı bu programda genellikle askeri liseler başarılı olurdu ve ben o zamanlar askeri liseye yazılmayı kafama koymuştum. Ama ne yazık ki dönemin kuralları nedeniyle bu arzum gerçekleşmedi.

        ÖZGÜR OLUYOR

        Radyo dinlerken insan daha özgür oluyor. Bir yandan radyo dinleyip bir yandan ev işlerini yapabilirsin. Oturup bir yere bakman gerekmez. Biz radyo kuşağı çocukları, ders çalışırken radyo dinleme becerisi geliştirmiştik.

        Sadece “Gecenin İçinden”i dinleyebilmek için ödevlerimi uzattığım olurdu. Yıllar sonra, ayda bir de olsa sevgili Sevim Özkal’ın programının içinde ufacık bir köşem oldu.

        Çocukluk hayallerimi süsleyen stüdyoda mikrofonun başına geçmek olağan üstü bir duyguydu. Amatör radyoculuğumu birazcık ileriye götürme fırsatı da buldum. 1 Nisandan bu yana her Çarşamba saat 12.00-12.30 arasında Radyo Ege’deyim.

        Bu program, yoğun koşuşturmamın içinde huzur veren bir vaha gibi geliyor. Her hafta heyecanla bekliyorum. Sevgili Eylem Arslan sohbete katılıyor ve müzikleri seçerek programı dinlenir kılıyor.

        Radyo hayatınızın neresinde bilemiyorum ama eğer yoksa yer açın derim.

        Diğer Yazılar