Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazı alışılmışın dışında inanışlarım var. Örneğin kedilerin hayvan olmadıklarına inanırım. Ağaçların, çiçeklerin ruhu olduğunu düşünürüm.

        Sadece bu kadar da değil, cansız varlıkların, en basit kullanım eşyalarımızın bile ruhu olduğuna inanır, eskidiklerinde kaldırıp atmanın, onlara kötü davranmanın vefasızlık olduğuna düşünürüm.

        Müzik aletleri söz konusu olduğunda bu inancım daha da artar. Bir kere büyük çoğunluğu ağaçtan yapılır. Ağacın ruhu olduğuna ve onu yapan usta emeğini, terini, canını kattığına göre sonuçta çalanın elinde bu ruhun tekrar canlandığına inanmak garip gelmez bana.

        17 Mayıs akşamı Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde Joshua Bell’i dinlerken bu düşüncemin doğru olduğuna bir kez daha inandım. 30 yaşına giren Uluslararası İzmir Festivali için çok uygun bir açılış oldu bana göre. Tansiyonumun fazlaca yükselmesine neden olan olanca yorgunluğa, aşırı strese rağmen sanırım yaşadığım en güzel açılıştı.

        Hemen hemen tüm dünya Joshua Bell’i “metrodaki kemancı” olarak tanır. Bazıları için Grammy Ödüllü, bazıları için Oscar ödüllü bir sanatçıdır.

        Amerikan kırsalında yaşayan, kısıtlı olanaklara sahip pek çok yetenekli çocuk onu kendilerine sevdikleri enstrümanları sağlayan bir melek olarak tanır.

        AYRICALIKLI BİR YERE SAHİP

        Amerika’nın sanat politikalarına yön veren kurullarda örneğin New York Filarmoni’nin yönetiminde yer alır.

        1958’de kurulan Academy of St. Martin in the Fields’ın o tarihten bu yana ilk müzik direktörüdür. Kayıtları listeleri sallar, konserleri olay olur.

        On yaşında ulusal tenis turnuvasında dördüncü olduktan sonra raketini elinden bırakmadığı ve bilgisayar oyunlarını sevdiği ve bu işte usta olduğu bilinir.

        Müzikte de çok yönlü oluşu, sürekli araştırıp kendini yenilemesiyle sanat dünyasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

        Hakkında bunca şey bildiğiniz bir sanatçı için beklentilerinizin hayli yüksek olması şaşılacak bir şey değil. Joshua Bell, festivalin açılış gecesinde bu beklentileri hiç de boşa çıkarmadı. Sahneye çıkar çıkmaz gözüne gözüne patlatılan flaşlara, on dakika süren ilk eser boyunca sahnedeki sanatçıyı ve izleyenleri hiç düşünmeden sahnenin önüne çömelip şakır şakır fotoğraf çeken fotoğrafçıya rağmen sakinliğini korudu. Eser bittiğinde, Festival basın danışmanlarının uyarılarını hiçe sayarak çalışmasını sürdüren fotoğrafçıyı nazikçe uyardı. Neyse ki bu uyarı dikkate alındı.

        İkisinin kalbi birlikte atıyor

        Sahne önündeki stresten kurtulduktan sonra Bell, keman litaratürünün en zor parçalarından biri olan Beethoven’in Kreutzer Sonatı’nı çaldı. Piyanist Sam Haywood ve Bell büyüklüklerini bu eserde gösterdi.

        Böylesine bir Kreutzer Sonatı daha önce dinlememiştim. Faure’nin keman ve piyano için Op 13 La Majör bir numaralı sonatı konserin son eseriydi. Coşkulu alkışlar üzerine sahneye dönen ikili, Brahms’ın 1. Numaralı Macar Dansı ve Pablo De Sarasate’ın Gypsy Airs-Zigeunerweisen adlı eserlerini seslendirdi. Konser boyunca 1713 yapımı Stradivarius kemanın ruhu ile Bell’in ruhunun kaynaştığını, ikisinin kalbinin birlikte attığını düşündüm. Kemanın büyülü olduğunu düşünebilirsiniz ancak bence ruh ikizini bulmuş şanslı bir keman ve kemancı vardı sahnede.

        Diğer Yazılar