Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN Diyarbakır’da neler yaşandığının, kitlenin ve Kürt seçkinlerinin, Öcalan’ın doğrusu büyük bir heyecan yaratacak içerikte olmayan mesajını nasıl değerlendirdiklerini daha tartışacağız. Kanımca Diyarbakır’da dün toplanan olağanüstü kalabalık Nevruz mitinginde istediklerini bulamadı. O metin, o kalabalığın beklentilerini karşılayabilecek bir içeriğe sahip değildi. Zaten anlaşılan kitle mesaj okunduktan sonra düzgün bir alkışı bile esirgedi. Hükümet ve özellikle Cumhurbaşkanlığı da muhtemelen beklediklerinden azıyla yetinmek zorunda kaldılar.

        Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun, evlere cenaze gelmemesinden mutlu olduğuna kuşku yok. Bu nedenle, başlardaki heyecan sönmüş olsa da, çözüm süreci aleyhinde bir hareketlilik gözlemlenmiyor. İktidar partisinin herkeslere celallenerek, aynı sözleri sürekli tekrar ederek gelebileceği noktaya ise gelindi. Daha ötesine geçmek de yeni bir söylem bulmadan, toplumun geneline projeyi anlatmadan, rıza sağlanmadan mümkün değil.

        Üstelik, Öcalan’ın mesajının muhtevasının istediği gibi olmayacağını sezdiği veya bildiği için üslubunu sertleştiren Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında da bastırılamayan bir gerginlik var. Bu gerginlik geçiştirilemiyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dün söyledikleri, yarının ne getireceğini bilmesek de, rahatsızlığın ne boyutlarda olduğu konusunda ipucu veriyor.

        Bu arada dün yapılan ve gerek örgütlenmesi, gerek havası, gerekse içeriği açısından tam bir meydan okuma niteliği taşıyan MHP Kongresi’ni de yabana atmamak gerekir. Devlet Bahçeli’nin konuşması milliyetçi- muhafazakâr tabana yönelik güçlü, yer yer tehdit içeren mesajlarla doluydu. MHP hâlâ topluma ekonomi anlayışı hakkında bir söz söyleyemiyor. Ancak, dış politikadaki gerilemeler, Kürt meselesi ve yolsuzluk üzerinden etkili bir platform oluşturma ve iktidar partisini zorlama imkânına sahip.

        Kürt siyasal hareketinin müzakereler sonucunda ne istediği konusunda aşağı yukarı bir bilgimiz var. Bunların tümünü elde edecekleri kuşkulu. Üstelik dün kimlerin Diyarbakır’da/kürsüde görünmediklerini düşündüğümüzde o cenahta daha çeşitlenmiş bir güç dengesinin şekillendiğini söylemek bile belki mümkündür. En azından hedefler ortak bile olsa yöntemler hakkında, hükümetle ilişkilerin ne şekilde sürdürüleceği konusunda aralarında bir fikir ayrılığı var gibi duruyor.

        Bugün varılan noktada hükümet Kürtlerin on maddelik deklarasyonundaki adımları atmayacağına göre seçimlere kadar çatışmasızlıkla iktifa edilmesi gerekecek. Seçim kampanyası dönemi kazasız belasız geçer ve 7 Haziran gecesi dört partilik bir parlamentomuz olursa Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktır. Kürt siyasal hareketi HDP ile yüzde onluk barajı aşarak Meclis’e girebildiği takdirde Türkiye Cumhuriyet’inde meşruiyeti sorgulanmış son akım da artık rüştünü kanıtlamış olacaktır.

        Cumhuriyet kurulduğunda Komünizm, İslamcılık ve Kürtçülük gayri meşru kabul edilmişti. Günümüzde komünizm bir sorun değil. İslamcı hareket 1950 seçimlerinden itibaren hayli engebeli bir yoldan gitmek zorunda kalsa da, çoğulcu sistem içinde kendi meşruiyetini giderek inşa etti. Milli Selamet Partisi’nin daha 1974’te CHP ile koalisyon kurduğunu hatırlamak gerekir.

        1980 ve 1990’larda İslamcı hareket Türkiye’deki genel demokrasi arayışlarına da katkıda bulundu. 2002 yılında da iktidara geldi. Şimdi Cumhuriyet’i kendi tasarımına göre yapılandırma peşinde.

        Kürt hareketi de 2000 yılından beri meşrulaşma yolunda bir hayli mesafe kat etti. Demokratik taleplerin şekillenmesine katkı yaptı. HDP Meclis’e girdiği takdirde Türk siyasi hayatında gerçek bir normalleşmenin önü iyice açılır. Eğer fırsat doğru kullanılırsa yeni bir Anayasa’yla çerçevelenmiş adamakıllı bir demokratikleşmenin gerçekleşmesi için bir kapı açılmış olacaktır.

        Diğer Yazılar