Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Türkiye ağır, çok ağır bir kalp krizi geçirdi. Bünye ciddi şekilde hırpalandı. Organların bir kısmı kalıcı şekilde hasar gördü. Vücudun bir an önce çok ciddi şekilde bakıma alınması, aşırı efordan kaçması, kapsamlı ve dengeli bir metotla tedavi edilmesi gerekiyor. Bunun doğru şekilde yapılabilmesi için vücudun halihazırdaki durumuna kusursuz bir tanı koymak gerektiği gibi, bu ağır kalp krizine neyin yol açtığını da layıkıyla tahlil etmek gerekecek.

        Bu tahlil, ülkeyi ağır şekilde yaralayan, toplumda ve siyasette derin bir travmaya yol açan, Silahlı Kuvvetler’in bugüne dek inşa edilmiş imajını çökerten darbenin yalnızca kimin tarafından yapıldığına odaklanmakla yetinemez. Bunca sivilleşme, bunca halk gücü, bunca seçim tecrübesi ve varlığı aşikâr olan darbesizlik özlemine rağmen cuma günkü faciaya nasıl gidilebilmiştir sorusunu detaylı şekilde sormak gerekir. Bu soruları cevaplarken yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının genelde kamuda özel olarak da güvenlik güçleri ve yargı içinde Gülen Cemaati’nin örgütlenmesine müsamaha göstermesiyle iktifa edemezsiniz.

        Bu darbe teşebbüsünün böyle bir sinsi nüfuz etme ve örgütlenme çabasının ötesinde nedenleri olduğunu anlamak gerekir. Emekli Binbaşı Metin Gürcan’ın T-24 sitesinde yazdığı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kültürü, ideolojik yönelimi, davranış kalıpları, sivillere bakışı, demokrasi anlayışı gibi unsurlara eğilmemek hata olur. Ancak bu şekilde böylesi bir sızmanın nasıl mümkün olduğunu anlamaya başlayabiliriz.

        Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden yapılandırılması gündemdeyse, ki olmak zorundadır, o takdirde işe bu kurumsal kültürden başlanacak. Siyaset-Silahlı Kuvvetler ilişkisinin nasıl bir çerçeveye oturtulacağı tartışılacaktır. Ülkedeki siyasi sorunların birer güvenlik meselesi haline getirilmesinin sivilleşme iddialarına nesnel olarak nasıl sekte vurduğu da bu değerlendirmenin bir parçası olmak zorundadır. Sivil siyaset de kendi alanını askere bırakarak avantaj elde ettiğini düşündüğünde aslında kendi altını oyduğunu fark etmelidir.

        15 Temmuz darbesinin yaşanış şekli, başarıya ulaşmasının engellenmesinde sivillerin cansiperane hareketlenmesinin önemi göz önünde bulundurulduğunda uzunca bir süre cuntacılık ve darbecilik ihtimali kalmamış gibi gözükmektedir. Bu bir şanstır. Darbenin arka planındaki sorunların bu şekilde daha sivil bir gözle değerlendirilmesi imkânı doğmuştur. Ülkenin darbe öncesindeki gerilimleri, kutuplaşmaları, güvenlik odaklı söylem ve eylemleri artık taşıyacak mecalinin kalmadığı ortaya çıkmıştır. Kapsayıcı bir siyaset söylemi ve yaklaşımı artık yalnızca bir gereklilik değil bir varoluşsal tercihtir. Bunun da ötesinde Türkiye’nin yönetim anlayışının, bürokratik yapılanmasının değişmesi gerektiği de aşikârdır. Önümüzdeki dönemde liyakat-sadakat dengesinin hızla liyakat lehine değişmesini sağlayacak bir kamu idaresi ve personel reformunun gündeme gelmesi elzemdir.

        Diğer Yazılar