Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Popülist deneyimlerin nasıl sonuçlandığı hakkında üç aşağı beş yukarı bir fikrimiz var. Tarihteki popülizm örnekleri bu tür rejimlerin ülkelerin iflasından feci maliyetler ödeten savaşlara kadar akıl almaz belalara bodoslama daldıklarını gösteriyor. En son Venezüella’da bir aralar Türkiye’de pek rağbet gören Chavez deneyiminin ülkeyi ne hale getirdiği ortada. Enflasyon şampiyonu ülkenin başkenti dünyanın en yüksek oranda hırsızlık, insan kaçırma cinayet gibi suçlarının işlendiği yer.

        Şu sıra dünyayı saran popülizm dalgası pek çok bakımdan önem taşıyor elbette. Ancak neredeyse popülizm kavramıyla özdeşleşmiş Latin Amerika’da dünyanın geri kalanında bu dalga güçlenirken popülist liderlerin rağbet görmemesi dikkate değer bir ayrıntı.

        Bugün Avrupa açısından ileriye yönelik kayda değer sonuçları olacak bir seçim ve bir referandum yapılıyor. Avusturya’da 22 Mayıs’ta yapılan başkanlık seçiminin ikinci turu iptal edildiğinden o zaman seçimi kazanan Yeşiller Partisi’nden Alexander Van der Bellen bir kez daha aşırı sağ Avusturya Özgürlük Partisi’nden Norbert Hofer ile yarışıyor. Dünyadaki sağcı dalga nedeniyle Hofer’in seçilmesi demokratik ülkelerde Brexit ile başlayan fırtınanın devam edeceğine işaret eder.

        İtalya’da da Başbakan Matteo Renzi’nin seçmene sunduğu pakette İtalyan Senatosu’nun üye sayısı düşürülürken, yetkileri de kısıtlanıyor. Hedef İtalyan yürütmesini güçlendirmek. Bunu yaparken seçim yasasını da değiştirmek isteyen Renzi’nin istediği olursa çoğunluğu elde eden partinin elinde müthiş bir iktidar tekelleşmesi yaşanması ihtimali var. İtalyan sisteminin işlemeyen pek çok yanı olduğuna şüphe yok.

        Ancak yürütmenin göreli zayıflığının asıl nedeni bu ülkenin yaşadığı Faşizm deneyimiydi. Bu nedenle Renzi’nin hukuk fakültesinden bir hocasının da dahil olduğu uzmanlar referandumda “Hayır” çıkması için uğraşıyorlar.

        Renzi’nin kendisi de aslında önerdiği kanundan korkmaya başladı. Zira İtalya’da da diğer gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi patlayan bir popülist dalga var. Fark, komedyen Beppe Grillo’nun liderliğindeki kendisini “popülist” diye tanımlayan Beş Yıldız Hareketi’nin ırkçı, yabancı düşmanı bir platformdan harekete geçmemesi. Bu bakımdan İtalya’daki popülist hareketi, Yunanistan’daki Syriza gibi kuzey Avrupa ülkeleri ve Fransa’daki popülist-aşırı sağcı partilerden ayrı değerlendirmek lazım.

        Liberal demokrasilerin, popülist liderlerin önünü kesip kesemeyecekleri şimdiden hararetle tartışılıyor. Konu hakkındaki en yetkin kitaplardan birisini yazan Jan Werner Müller’e göre “Seçkinleri eleştiren herkese popülist dememek gerekir. ABD’de Bernie Sanders ile Donald Trump’ı tembelce aynı kefeye koyanlar popülistlerin Wall Street’i veya küreselleşmeyi eleştirmekle yetinmediklerini görmüyorlar”.

        Popülist liderleri diğerlerinden ayıran temel özellik “yalnızca kendilerinin ‘gerçek halk’ ve ‘sessiz çoğunluk’ adına konuştuklarına” iman etmeleri. Bu tutum demokrasiye ağır hasar getiren iki sonuca yol açıyor. Birincisi, “popülistler tüm diğer siyasi rakiplerini gayrimeşru olmakla suçlarlar”. Bunun sonucunda tercih edilecek politikalar üstünde tartışmaya yani siyasetin özüne karşıdırlar. Böyle bir yaklaşımda her mesele kişiselleştirilir.

        Werner Müller’e göre sonuçlardan, daha muğlak kalan ikincisiyse “popülistlerin ilkesel çoğulculuk” karşıtlığıdır. Popülistlere göre kendilerine destek vermeyenler ya da onların kafasındaki ‘gerçek halk’ tanımına uymayanlar aslında halkın/milletin parçası sayılmazlar.

        Trump’ın şimdiye kadarki tüm davranışları ABD sisteminin ve kurumlarının ağır bir saldırı altında kalacaklarını gösteriyor. Avusturya seçimiyle başlayıp, Hollanda’da parlamento, Fransa’da başkanlık, Almanya’da parlamento seçimleriyle devam edecek zincir 2017 sonunda Avrupa’nın siyasal yüzünün de ABD gibi popülist mi yoksa liberal demokratik mi olduğunu gösterecek.

        Diğer Yazılar