Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        VENEZÜELLA Devlet Başkanı Hugo Chavez'in ardından yazılanları okuduğunuzda kimin yazısına ya da haberine baktığınıza bağlı olarak birbirine zıt iki insandan bahsedildiğini düşünebilirdiniz. Bunun sebebi Chavez'in düşmanlarını hep çok kızdırmış, sevenlerini de hemen hep çok hoş tutmuş olmasıydı belki.

        Solun esamisinin okunmadığı bir dönemde kimilerine şaklabanlık gibi gelen, gösterişli "yanki" emperyalizmi karşıtı söylemi, BM Genel Kurulu kürsüsünde, genelde Amerikan başkanlarının yaptığı bir işi yaparak, Başkan Bush'a yekten "şeytan" demesi Batı'da da epeyce sempatizanı bulunmasına yol açmıştı.

        Chavez'in kimliğinin ve siyasi kişiliğinin çift kutupluluğunu ilk gündeme getirenlerden birisi Kolombiya'nın ve Latin Amerika'nın büyük yazarı Gabriel Garcia Marquez'di. Marquez de Chavez gibi Küba'nın diktatör kardeşleri Fidel ve Raul Castro'nun kadim dostudur. Venezüella ve dünya gündemine ilk kez 1992'deki darbe teşebbüsüyle gelen, beş yıl hapis yatarken şanına şan katan ve popülaritesi artan Chavez 1998'de seçildikten sonra görevi devralmadan önce Küba'ya gider.

        Ülkesine dönerken yanında Marquez vardır. Daha sonra Marquez şunları yazacaktır: "Birbirine zıt iki adamla seyahat ettiğim ve gayet keyifli muhabbet ettiğim duygusu tüm benliğimi sarmıştı. Adamlardan birisine kaderin kıvrımları ülkesini kurtarma imkânı vermişti. Diğeri ise ülkesinin tarih kitaplarına ülkeyi yönetmiş despotlardan bir yenisi diye geçebilirdi."

        Chavez kelimenin tam anlamıyla popülist bir liderdi. Latin Amerika siyasal lügatında "caudillo" denenlerden. Halkçı ve otoriter. Sandık dışında demokrasinin incelikleri pek umurunda değildi. Ama içinden çıktığı fukara sınıfının bu zilletten kurtulması en tutkulu hedefiydi.

        1998'de iktidara geldiğinde her iki Venezüellalıdan birisi fakirlik sınırının altındaydı. Her dört kişiden biri de aşırı fakir konumundaydı. Bu oranlar 2011 yılında dörtte birle, yedide bir olarak değişti. Aynı süre içinde, sağlık harcamalarında müthiş bir patlama yaşanırken, yıllık büyüme hızı yüzde 3.5'lerde kalacaktı.

        Bu da Chavezci popülizmin, insan kaynaklarını kullanmayı bilmemenin, hoyratlığın bir sonucuydu. Bu büyüme hızı nedeniyle eğitime yapılan büyük yatırımların sonucu eğitimli işsizler ordusu yaratılması oluyordu. Kısacası Chavez yaptıklarını Brezilya gibi üretken bir ülke yaratabildiği için değil elinin altında tükenmek bilmez gibi gözüken bir petrol gelirine sahip olmasına borçluydu.

        Üstelik bunu yaparken Venezüella'yı dünyanın en yüksek bütçe açıklarından birine ve enflasyonuna sahip, parası aşırı değerli, borcu hızla artan ve petrol sanayii dahil verimliliğin yerlerde süründüğü bir ülke haline de getirmişti. Dahası ülkedeki suç oranları ışık hızıyla yükseliyor, başkent Caracas'ta geçen yıl 3600 kişi ya da her iki saatte bir kişi cinayete kurban gidiyordu.

        Ne var ki Chavez'den önce de ülke iyi yönetiliyor değildi. Chavez'e seçimle ülkeyi teslim eden yerleşik seçkinler on yıllar boyunca Venezüella'nın zenginliklerini sömürerek kendi aralarında üleşmüşlerdi. Sindiremedikleri yenilgileri ve çıkarlarına zarar veren politikalar nedeniyle 2002'de darbe teşebbüsü dahil geyrimeşru yollara başvurmuşlardı. Gerçi Chavez de kararlarını beğenmediği yargıtay başkanını hapse attıran türden bir demokrattı.

        Chavez kendisinden sonra seçilen Brezilya Devlet Başkanı Marxist sendikacı Lula ile birlikte Latin Amerika'da yeni bir sol dönemin önünü açtı. Çok farklı yönlerde giden bu iki lider birbirlerinin dayanağı oldular. Chavez'in ardından yazdığı dokunaklı yazıda Lula onun dostluğunu özleyeceğini ifade ediyordu.

        Bundan sonrasında Venezüella herhalde yeniden eski insafsız oligarşiye teslim olmaz. Chavez'in anısıysa içinden çıktığı ve ölüm haberini alınca feryat figan sokaklara dökülen yoksullarda uzun süre yaşayacaktır.

        Diğer Yazılar