Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “İktidarın gözü yaşlı vicdanı” Arınç, AK Saray için “ciddi bir muhalif duruş” sergiledi:

        “1 katrilyon üzerinde masraf yapıldı. Bu kadar olmalı mıydı derseniz, bu tartışılabilir. Bunu tartışabiliriz. Az para değil. İsrafa karşıyım.”

        Vicdan’ın sorunu şu:

        Ortaya karışık söylemek yerine, Cüzdan’a söyleyememek!

        Sokaktaki insanlarla mı tartışacak; tartışacağı kişi belli, bakanlar kurulu, parti belli!

        Kızını rahat bırakacak, doğrudan geline söyleyecek!

        Dün de, “Allah israf edeni sevmez. Allah imkan verdi diye israf hakkımız yok. Lüks hayat özlemini ülke çocuklarına yerleştirmeye çalışanlar var” dedi.

        Fakat ısrarla “Allah’ın bildiğini” kuldan saklıyor; çünkü kula kulluk düzeninde Cüzdan’a karşı kafadan Vicdan olmak zor!

        ***

        Sonra birden ağladı Sayın Arınç!

        İsraf yüzünden değil miydi o? Karıştırıyorum ne zaman gülüp ne zaman ağladığını.

        O vakit, birazdan anlatacağım vakayı kendisine israf, pardon ithaf ediyorum.

        Belki AK Saray’da da ağlayacak bir şeyler bulur diye.

        Bir yandan israf deyip bir yandan da “O meblağ çok ince işçilik kullanıldığı için” diyor ya; “ince işçilik”i, “incelen işçi”yi anlatacağım.

        ***

        İşe alınış belgesinde, “İlkokul mezunu, evli, iki çocuklu” yazıyor.

        Adını vermeyeceğim; belgeleriyle şimdilik bende kalsın izninizle.

        İşe girerken doktor muayene etmiş, ne güzel:

        “Gece ve yüksekte çalışabilir”.

        Bir işçi için ne diyecek başka; “Havuz’da yüzebilir, ihya olabilir” mi diyecek?

        İşyeri, resmi adıyla “Yeni Başbakanlık Binası”; samimi adıyla Yeni Türkiye’ye AK Saray.

        Hep olan şeyler. İskele üzerinde. Öyle çok yüksek de değil.

        Tedbirler malum. Elinde matkapla düşüyor.

        Saray öyle büyük ki, “küçük” insanları kimse görmüyor.

        Martta iskeleden düşen işçi Savaş Oğuz’un ölümünü saklayan şeffaf devlet.

        Daha yeni çıkabildi onun raporu da: “İş güvenliği tedbirleri alınmadığından…”

        Yılda 1200 işçinin işyerinde öldürüldüğü, 10 inşaat işçisinin gökten yere fırlatıldığı, her gün bir inşaat işçisinin iskeleden düştüğü, kimine gökdelen düşerken onların betona çakılıp yerdelen, yere serilen olduğu düzenin sarayı.

        ***

        Bizim işçimiz, Savaş Oğuz’dan şanslı; ölmedi… Ona sürüneceği bir hayat kaldı.

        Hemen hastane. Üst üste ameliyatlar; belde kırıklar, kırıklara platin.

        Çalıştığı işveren esas şirketin taşeronu.

        İfadelerinde “yaralıya hastanede sahip çıkıp para verdiklerini ama makbuz almadıklarını” söylüyorlar.

        Yaralı işçiyi tedbirsizlikle suçluyorlar; işini kaybetmemek için sınıfını kaybetmek zorunda kalan başka bir işçinin de tanıklığıyla.

        Rakam doğru mu, bilemem. Makbuzsuz!

        Esas ücret de gizlenmiş; asgari ücret gösterilmiş; koca Saray’da bile!

        “İnce işçilik” işçisi artık çalışamayacak durumda; bir mucize olmazsa.

        Kondu kirası ödenecek, iki çocuk beslenecek, büyütülecek; bir mucize olursa!

        O da işverenleri dava etti.

        Arınç’a göre 1 katrilyon üzerinde, Cumhurbaşkanı’na göre öyle 800 filan değil, 500 milyon dolar civarında, Maliye Bakanı’na göre 1 milyar 370 milyon liralık Saray inşaatından 30 bin TL tazminat talebiyle.

        Cumhurbaşkanı, “Sağolsun arkadaşlar iyi iş çıkardılar. Kalitenin elbet bir bedeli olur” diyor ya…

        Savaş Oğuz’un bedeli ölüm; diğerininki, belde platinler, elde toz olmuş bir hayat.

        ***

        Belki Sayın Arınç’ı ağlatacak kadar duygusal anlatamamışımdır.

        Ama eminim, Saray’ı inşa eden holdingin “Türkiye’nin 10’uncu zengini” patronu, “işçi sınıfı” adına çok duygulanacak.

        Çünkü holdingin web sitesindeki “hitabe”sinde, patron aynen şöyle yazmış:

        “V. İ. Lenin, ‘Bahar bütün çiçekler açtığında güzel’ demiş.

        …beraber çalıştığımız arkadaşlarımızın çocukları, dünyanın en gelişmiş ülkelerindeki çocukların sahip olduğu imkanlara sahip olduğunda, yani bütün çiçekler açtığında…”

        Tam içimden, “Ne güzel, kimi çocukların platinli babaları oluyor, gelişmiş ülkelerdeki gibi” diyordum ki…

        Devamını okudum patronun hitabesinin:

        “Bu yıl da geçen yılki gibi, bu şirkete emeği geçen çok arkadaşım gibi ömrünün büyük kısmını Rusya’da geçirmiş Türk ozanı Nazım Hikmet Ran’ın bizim hikayemizi en iyi anlattığını düşündüğüm şiiri ile son vermek istiyorum:

        Yürümek;

        yürümeyenleri arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,

        havaları boydan boya yarıp ikiye

        bir mavzer gözü gibi

        karanlığın gözüne bakarak

        yürümek.

        Yürümek;

        dost omuzbaşlarını

        omuzlarının yanında duyup

        kelleni orta yere

        yüreğini yumruklarının içine koyup

        yürümek!

        ***

        Anladığım kadarıyla, Lenin St. Petersburg’da çiçekçiydi!

        Nazım Hikmet Moskova’da müteahhitti; saray ihalesi alıp orada “business” için epeyce kalmış, ciddi servet yapmıştı!

        “Yürümek” derken, “Durmak yok, yola devam” demek istemiş, patronlarla iktidarların omuzomuza dostluğunu övmüştü!

        “Kelleni orta yere, yüreğini yumruklarının içine koymak” da patronların ölü işçi ordusuna karşı kahramanlık hikayesiydi işte!

        Saraylardan bakınca böyle görünüyor ya; bizim hiç anlamadığımız işte bu!

        Diğer Yazılar