Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sorun bizde.

        “Bu Türkçe ile” felsefe yapamayan bizleriz.

        Cumhurbaşkanı her gün yapıyor.

        Son felsefi önerme: Türkiye dünyada basının en özgür olduğu ülke!

        Bu kadar özgür olup hala gazetecilik yapamıyorsan, kendi kusurun!

        Formül şu: Ne kadar çok gazeteci biat-itaat havuzunda olursa, o kadar çok gazeteci özgür olmuş oluyor! Onlara kızan mı var?

        Şu doğru: Sermayenin, patronların, paşaların, efendilerin, hocaların, yabancı ülkelerin kölesi, kuklası, maşası gazeteciler çıktı her zaman.

        Onların özgürlüğü hep sorunluydu zaten.

        Ama kimi de hakikatin, gazeteciliğin, doğruların, hak ve özgürlüklerin “bağımlısı” olduğu için özgürlük tadamıyor olabilir Sokrates!

        ***

        Cumhurbaşkanı özgür basın şampiyonluğumuzu “Çok iddialı konuşuyorum” diyerek felsefeden müspet ilimlere taşıdı, “Gerekirse hesabını kitabını yaparız” da dedi.

        Bence bu felsefeyle hesap da kitap hiç gerekmez!

        Konuşmanın bir bölümü “Özgürlük felsefesi”nden “Tutukluluk felsefesi”ne geçişti.

        “Bu operasyonda içeri alınan gazeteci de işte legal görünüm altında illegal bir yapının şekillenmesinde gayreti olanlar arasında” dedi.

        Ortada henüz bir dava, bir iddianame dahi olmadan hakikaten ciddi bir felsefi önerme bu!

        Orada da kalmadı, “Belki onunla beraber başka alınan da olacaktır, olabilir” diyerek, Marx’ın “Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindi; oysa sorun onu değiştirmektir” önermesine nazire yaptı.

        Sayın okur; burada “alınan”ı “alınganlık” manasında alıyorsanız, alınmayın ama bir şey anlamamışsınız demektir.

        Türkçe felsefe dilinin “içeri alınma”lı kavramsal sıçraması dikkat çekici.

        “İçalım, İçealım, İçealalım, İçevarım felsefesi” olarak “Düşünüyorum, öyleyse varım” felsefesini aşıyor; hatta onu da farklı düşündüğü için içeri alabiliyor; bu olacaktır, olabiliyor!

        Çünkü “içeri alınınca” içeride de düşünüp var olabilirsin Descartes!

        Cogito ergo sum; cogito ergo içeride otursun!

        Bunları böyle felsefi biçimde özgürce tartışabildiğimiz sürece sorun yok!

        ***

        Konuşmanın çarpıcı bölümlerinden biri de, “Düşünüyorsun, öyleyse içeri alırım”a “silah” iliştirilmesiydi.

        Cumhurbaşkanı dedi ki, “Gazeteci elinde sadece kalem tutmuyor ki, yeri gelir silah da tutar.”

        Bunu, “İçeri alınanlar kalemden değil, silahlı örgütten” demek için söylemiş olmalı.

        Fakat bir zamanlar “Gazeteciliği”ni önemli bulduğum, epeydir en azından beni çok şaşırtan İbrahim Karagül, bir daha okuması gereken bir yazısında dedi ki, “Öfkeye ortak olacağız. Bunu yaparken gazeteci değiliz, yazar değiliz, işadamı değiliz, memur değiliz, asker veya polis değiliz. Silahlarımız da olacak kalemlerimiz de”.

        Şimdi, felsefi açıdan iki önermeyle karşı karşıyayız:

        “Gazeteci olmayan” Cumhurbaşkanı “Gazeteci elinde sadece kalem tutmuyor ki, yeri gelir silah da tutar” diye “İçealım”ı izah ediyor…

        “İşadamı değiliz” dediği cümlede “işçi” yazmayan,“Polis, asker, memur değiliz” ile aynı hizada “Gazeteci, yazar değiliz” diye “Dışavuralım”da bulunan Karagül ise, “Kalemimiz de olacak silahımız da” diyor.

        ***

        Böyle derin felsefe havuzunda, gel de içinden çık:

        Kalem tutulacak, silah da tutulacak mı? Bu yasak mı?

        Kalemimiz de olacak, silahımız da olacak mı? Bu serbest mi?

        Kalemle mi vurulacak, silahla mı yazılacak?

        Aynı elde mi farklı elde mi?

        Kıt Türkçe felsefem ancak şu soruyu sorabiliyor:

        Bütün bunlar normal mi Allah aşkına?

        Ölmeye cihanda bir işçi daha!

        İstanbul Müftülüğü hutbede “Tedbir alınmalı ama aşırı iş güvenliği tedbiri Allah’a güveni sarsar” dedi ya…

        “AK Saray” kazalarını, (aylarca gizlenen) düşüp ölen işçi ile düşüp iki çocukla kiralık konduda çalışamaz kalan işçiyi yazmıştım.

        Bir yıl önceki düşüş için, saraya hala “Başbakanlık Ana Bina İnşaatı” diyen Bilirkişi Raporu yeni çıktı ve dedi ki:

        1. Sağlık ve Güvenlik Planı yoktur.

        2. Koordinatör yoktur.

        3. Eğitim yetersizdir.

        4. Yüksekten düşmelere karşı yeterli önlem alınmamıştır.

        5. İskelede gerekli önlemler alınmamıştır.

        Rapor asıl işvereni 1. derece, taşeronu 2. derece asli sorumlu buluyor. Düşen işçi de 3. Gördüğünüz gibi Saray’da başka sorumlu yok; başka patron da!

        10 yılda can vermiş 14 bin işçiye de son yolculuklarında “Aşırı tedbir güven sarsardı” deseydiniz keşke Hocam!

        Soraydınız “İşvereni nasıl bilirdiniz” diye, Cemaat hep birlik “İyiii… Aşırı tedbirsiiiz” diyeydi!

        Felsefede var ya, “Büyük devlete böyle saray yakışır” diye. Hakikaten öyle.

        “Aşırı İç Güvenlik Paketi” var, “Yeterli Sağlık ve Güvenlik Planı” yok!

        Eğitim yetersiz, yükseğe çıkanın başı dönüyor.

        Yeterli ölen var, yeterli önlem yok!

        Fikr-i takip arşivinden:

        Bir tekme at Yusuf, uyanalım!

        http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/1004814-bir-tekme-at-yusuf-uyanalim

        Saray’dan işçi düşürme!

        http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/1007811-saraydan-isci-dusurme

        Şimdi tekmenin ne olduğunu anladık mı!

        http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/1015225-simdi-tekmenin-ne-oldugunu-anladik-mi

        Diğer Yazılar