Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Binlerce “cinsel saldırı…”

        Binlerce “taciz ve tecavüz…”

        Binlerce “çocuğun cinsel istismarı…”

        Binlerce “reşit olmayanla cinsel ilişki…”

        Bu başlıklarla Adalet Bakanlığı “istatistik” tutuyor.

        O binlerce isimsiz kadın, genç kız ve çocuk da bir anda “Özgecan” oldu.

        Annesinin emekçiliğinin desteğiyle, yarı bursla “Psikoloji” okuyan, küçük kızımdan da küçük genç kız, “psikolojisi bozuk” erkek şiddetinin ortasında boğulmuş, can vermiş, çığlık atmış, sessiz kalmış binlerce kadın ve çocuğun elinden tutup önümüze getirdi.

        Onlarla yüzleşmek, bu utancı paylaşmak yerine kimimiz hemen kusuyor:

        Hemen asalım, diyenler…

        Kurbanların, mağdurların cinsel veya etnik kimliğinde “makul sebep” arayanlar.

        ***

        Tuhaf bir şekilde, “şiddet”e karşı alınan tavır ya yeni bir “şiddet”ten ibaret oluyor…

        Yahut zaten “şiddet”i makul veya mazur görebilen şiddet ortaklığı!

        ***

        Elbette herkes bu iki uçta değil.

        O vakit bu iki uçta olmanın “kesinliği”ne de sahip değil.

        Zor olan bu zaten: Nasıl mücadele edeceksin?

        Özgecan’ın ardında dizilen isimsiz kurbanlara; başörtülü, başörtüsüz kadınlara, genç kızlara, kız ve erkek çocuklara; taciz-tecavüz, ensest karşısında suskunluğa gömülen, intihara sürüklenen, sessiz sedasız gömülenlere; cezaevinde cinsel saldırıya uğrayanlara, en modernleri dahil işyerinde mobing ve tacize maruz kalanlara, aşağılananlara, altta, aşağı ve hatta aşağılık görülenlere bir bakın.

        O kadar çoklar ki.

        Bu cehennemi değiştirme yolu “erkek üstünlüğü”ne temel itirazla başlar.

        Sadece kadınların değil, erkeklerin de itirazıyla; hukukun itirazıyla.

        Esasen “üstünlükler”e itirazlabaşlar!

        ***

        Tamam da…

        Doğduğun yahut kurduğun ailede mi?

        Okulda mı?

        Askeriyede mi?

        İşyerinde mi?

        Statlarda mı?

        Hangi birinde, nasıl?

        Kültürlü erkek muhabbetleri” bile bir yerinde kadının aşağılanmasına, “cinsel nesneleştirilmesi”ne koşuveriyorsa…

        Ailede, askerde, işyerinde, işsizlikte ezilmiş milyonlarca erkeğin bulabildiği birkaç “üstünlük” fırsatından biri, milliyeti, dini kimliği, memleketi, futbol takımı dışında, esas “erkeklik” ise…

        O diğer “üstünlükler” bile hep “erkeklik”le birleştirilip ifade ediliyorsa…

        Nereden başlayacaksın itiraza?

        Özgecan’ı katledenin silahlı fotoları o “erkeklik”in ne olduğunu göstermiyor mu?

        ***

        Tabii ki her “muhabebbet” taciz, tecavüz ve cinayete…

        Her “erkek üstünlüğüne inanç” ve bunu kanıtlama girişimi açık vahşete gitmiyor.

        Ama kadın ve çocuğa şiddeti büyüten ne varsa, genel kabullerden, genel lisandan besleniyor; orada güç ve cüret topluyor.

        Kadın kanlar içinde yere düşmedikçe, bir cesaretle dava etmedikçe, aile içi açık şiddet ve baskıya dair ciddi bir istatistik oluşuyor mu?

        Çocuk resmen kurban olmadıkça, binlerce çocuk müebbet sessizliğe katlandığı sürece, bilebiliyor muyuz ne kadar yaygın olup olmadığını?

        ***

        Cumhurbaşkanı ve Başbakan ne iyi etmişler, Özgecan’ın annesini aramışlar.

        Başbakan “Kadına uzanan eller kırılsın” diye bağırttı kongre salonunu.

        Kendi annesinin deyişini aktardı: “Erkeğin kötüsü kadına el uzatır; kadının kötüsü çocuğa el uzatır.” “Mücadele ve kadınları koruma sözü” verdi.

        Hepsi iyi.

        Lakin sorun sadece “ellerin kırılması” değil.

        Başbakan bunu yolsuzluklar için de söylüyor,”ellerin, kolların kesilmesi” diye.

        Sorun, aynı zamanda “dillerin kırılması.”

        Öyle kesmek, koparmaktan bahsetmiyorum.

        Kadını aşağılayan, kadınları ayıran, kimi kadını “müstahak” sayabilen, sürekli fetvalarla çocukların, kadınların “ruhsal, cinsel ve toplumsal hayatları”na müdahale edebilen, kadın bedeni üzerine sürekli ahlakçılık yapan, giyim kuşama atıp tutan, kadının ailedeki ve toplumdaki rolünü adeta figürana rol biçer gibi tayine kalkan resmi dilin kırılmasından başlayarak.

        26 erkeğin saldırısına uğrayan 13 yaşında çocuklarda “Rıza” bulmuş hukuk dilinin kırılmasından başlayarak.

        İç Güvenlik Paketi” hummasına tutulmayı bırakıp kadınları ve çocukları şiddet sarmalında yok eden, binlerce işçiyi yok eden, kadınlar kadar binlerce ve binlerce erkeği de ezen, un ufak eden “asıl iç güvensizlik şiddeti” üzerine yoğunlaşarak.

        Kadını ayırarak değil, kadını eşitleyerek “koruma”nın daha mümkün olabileceğini de düşünerek.

        ***

        Daha önce de çok yazdım:

        Önemli bir “kırılma noktası” da, “şiddet, baskı ve dayatma mercii kocalar” karşısında sinen, onları onaylayabilen, dahası “kadını aşağılayan oğullarına” hayran ve kurban anaların, bu hallere isyanı olmalı.

        Kayıp çocukları”nın hakkını, hakikatini yıllardır kovalayan Cumartesi Anneleri gibi…

        Kayıp insanlıklar”ın, çocukların, kızların, kadınların hakkı hukuku peşine düşmüş 14 Şubat Anneleri!

        Diğer Yazılar