Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gökten yavaş yavaş süzülerek piste yaklaşalım.

        Barcelona’dan kalkıp Barcelonnette’de çakılan uçakla ilgili son iddiayı biliyorsunuzdur:

        İki pilottan biri hızlı alçalma ve düşüşten önce kokpit dışındaydı. İçeri girmek istedi. Kapı kilitliydi. Kapıya vurdu vurdu. İçerideki pilot açmadı. İçeriden bir ses de gelmedi.”

        ***

        Bilgi olarak sızan” bu iddia iki temel iddiaya yol açtı:

        1. İçerideki pilot intihar etti; yani ruh sağlığı bozuktu. Şahsi intiharıyla 149 can daha aldı.

        2. İçerideki pilot (veya kokpite giren başkası) toplu ölümü hedefleyen bir intihar düşüşü, belki de bir “terör” eyleminde bulundu.

        Derken, dün günün ilerleyen saatlerinde Fransız savcı, “İkinci pilotun intiharı” iddiasının güç kazandığını belirtti.

        Yani 149 insanın kaderini tamamen kendi eline geçiren bir kişi, yalnız ve denetimsiz kaldığı bir anda, kendi ruh halinin sonucu olarak, ikisi bebek, 16’sı lise öğrencisi, 17 milletten yolcu ve mürettebatın sonunu getirmişti.

        ***

        ABD’liler hemen 11 Eylül saldırıları sonrasındaki bir “tedbir”i gündeme getirdi:

        Kokpitte asla tek kişi kalmamalı!

        Yani iki pilottan biri dışarı çıktığında, yerine mutlaka başka bir uçuş görevlisi, kabin amiri, hostes içeri girmeli.

        Kokpit kapısının dışarıdan açılmamak üzere içeriden kilitlenmesi de bu tedbirler arasında sayıldı; ama anormallik, iki pilottan biri dışarıdayken içeridekinin kapıyı kilitlemesindeydi zaten.

        ***

        Uçakta yok olan insanları, kaza yerine birlikte koşmuş üç devletin cumhurbaşkanı ve başbakanlarıyla birlikte yeniden anarak, biz kendi pistimize yaklaşalım:

        Uçakların vızır vızır uçtuğu, milyonlarca insanın uçaklara inip bindiği, binlerce yolcunun şu anda havada olduğu, zaman zaman kazalarla sarsılan bir dünyada, belki de bu konuda en az konuşulan şey:

        Pilotlar ( esas o pilot) gerçekte kimdi, nasıl insanlardı, iç dünyaları, o günkü ruh halleri neydi; o günlerde üzüldükleri, kahroldukları, öfkelendikleri, hayal kırıklığına uğradıkları şeyler var mıydı?

        Daha derin endişeleri, kızgınlıkları, tedirginlikleri, saldırganlıkları, bunalımları, ruhsal çöküşleri?..

        ***

        Şimdi kendi pistimize doğru alçalalım yavaş yavaş:

        Koca bir ülke, koskoca bir toplum, devasa bir uçaktasınız.

        Normal bir uçağın dahi “kokpitte tek kişinin iç dünyasına, maddi, fiziksel ve ruhsal şartlarına teslim edilemeyeceği” bu ibret dünyasında, o koskoca uçağınızı, “Her şeyi ben bilirim… Her şeyi bana bırakın… Kokpitte tek başıma oturmak, her şeye ben karar vermek istiyorum” diyen bir “Kaptan”a teslim etmek; onun kafasına, kalbine, aklına, muhakemesine, ruh haline, öfkelerine, hayallerine, sevgi veya nefretlerine teslim olmak doğru mu?

        Ne başka pilot olsun, ne kabin amiri, ne bir denetim olsun, ne kule, ne yolcuların umutları, hayatları; ne de “montaj-dublaj” bir kara kutu…

        Kaptan nereye arzu ediyorsa, oraya çeksin.

        Hangi yana yatırmak istiyorsa, oraya yatırsın.

        Nasıl batırmak istiyorsa, ona kalsın!

        Kimlere çok kızıyorsa…

        Uçaktan indirsin, hatta atsın!

        ***

        Bakın dün de gazeteci Ergun Babahan’a “Kaptan ailesine hakaret”ten 2 yıldan fazla hapis istendi; gazeteciler, karikatüristler, çoluk çocuk vatandaşlar hep “Kaptan’a hakaret” suçundan biletsiz yolcu, atılacak bagaj, tehlikeli kargo muamelesi görüyor.

        Kaptan’ın öfkesi” ve “o barajı geçmesin, şu yüzde 20’yi bulmasın, 400 mebus benim olsun, beriki aday olmasın, herkes biat etsin” arzusu yüzünden, “Yurtta sulh, cihanda sulh” hayali darbe alıyor.

        Uçak kalkmıştı ya, iyi kötü uçuyordu ya, hepimiz aynı uçaktayız ya…

        Kokpitte tek başına” tutkusu yüzünden uçak burnunu dağlara dağlara dönüyor!

        Ne diyeyim?

        Allah tüm yolcuları ve mürettebatı korusun!

        Tek kişilik bir Kokpit…

        Bir Brad Pitt değil tabii!

        SEN DE Mİ BRÜTÜS!

        Burada “TSK’da Akıllı Kart’lı başörtüsü meselesi” üzerine (bir kez daha) yazdığım ve “eşler, aileler, TSK mensubu olmayanlar için bir içtihatla kısmen çözüldü” dediğim sırada meğer İzmir’de de bir “vaka” daha varmış.

        Ankara’da askeri yargıda “bir şekil” çözülen vakada, bir astsubayın başörtülü öğretmen eşi, kendilerine tahsis edilmiş lojmana, yani evine giremiyor, çünkü “Çağdışı, İnkılap Kanunlarına aykırı fotoğraf yasak” denip kart verilmiyordu.

        Gel git bir davada, Milli Savunma Bakanlığı ve Bakan adına (subay) komutan da yasağı savundu; sonunda bir formül bulundu.

        İzmir’de ise, Ankara’da horlanan astsubayın iki görevli meslektaşı, başka iki “komutan”, iki astsubay, Astsubay Orduevi’nden “astsubay kızı”nı kovuyordu; başı örtülü olduğu için!

        Ezilenler, dışlananlar, ötekileştirilenler”in içinden de “ezen, dışlayan, ötekileştiren” çıkabiliyordu pekala.

        Ankara’daki olayı, davayı, sonucunu bilseler belki yapmazlardı. Ama şimdi içtihadı bile çiğnemiş oldular!

        Başörtüsü” var, “kelebek, tavşan bağlanmamış” diye orduevinden dışarı çıkmasını istedikleri hukuk öğrencisi, astsubay kızı Rümeysa Temizyürek, başı açık bir arkadaşı ve onun astsubay babası ile “girilmez, yasak” duvarına çarpmış, uyarı ve azar işitmişti!

        Şimdi o da dava açıyor!

        Dışarı”layan görevli astsubay kendi ağzından çıkan şu sözünü kendi nasıl anladı, vicdanı nasıl duydu acaba:

        Benim annem de örtülü. Onu buraya getirmiyorum!”

        Problem annenizde mi acaba!

        Diğer Yazılar