Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kahpeliğin cevabının yine kahpelik olduğu dönemleri özlemiş miyiz!

        Canlı bomba” ile cansız düşen 32 insan için “misilleme” yaptığını söyleyenler, evlerinde, belki uyurken, biri “Çarşı”ya yakın, savunmasız iki genç polisi “başlarından vurup” katletti.

        Yetmedi; Diyarbakır’da pusaya düşürülen iki “Trafik polisi”nden birini de.

        Yetmedi.

        Işidçi diye, Adana’da bir tekstil “işçi”sini de; hem de hamile karısının ve üç çocuğunun önünde, evinde, yemekte.

        Sonra, Seyhan’da HDP’li esnaf tarandı.

        Ne yapacağız şimdi?

        Ölülerden ölü, “şehitlerden şehit”, gençlerden genç, kahpeliklerden kahpelik mi ayıracağız?

        Kimi “ölümüz” için ağıt yakarken, kimi “ölünüz” için kına yakılsın mı isteyeceğiz?

        Nasıl ayıracağız, çoğu sıvasız hanelerin analarını?

        Nasıl ayıracağız bu insanların çocukluklarını, çocuklarını, umutlarını, anılarını, nişanlılarını, sevenlerini?

        Bakalım, Ezgi Saadet misal, öyle gülümserken hala kalbimizde, öyle misilleme ister miydi?

        Bir başkası, öylece paramparça yatarken, tam da sarılmışken hayata…

        İster miydi, gidilsin de iki genç insanın kafasına sıkılsın!

        Elbet meydanlarda anaları ayırıp 14 yaşında bir “ölü çocuk”un annesini yuhalatanların “Yasin deee vaaar” diye bağıracak yüzü yok…

        Ama onların yüzüne yüzüne dönüp “Evet, Berkin deee vaaar, Yasin deee… Suruçtaki 32 can da vaaar, Ceylanpınar’daki iki polis deee, 22’sindeki Uzman Onbaşı Müsellim deee” diye bağırabilmek de var.

        ***

        Ne yapacağız şimdi?

        Milyonlarca sıvasız haneye “barış” vaat ederek herkese meydan okumuş AKP’nin artık “savaş”a yazılmak isteyen militarist “Yeni Halet-i Ruhiye”sine mi teslim olacağız…

        Siyaset yapmak, “Barışa sahip çıkmak için” içten çaba harcayan kimi HDP’liyi de ezip geçen “örgüt”ün militarizmine mi?

        Milyonlarca insanı ateşkesle, barışla umutlandıran, “nihayet bitiyor” diye sıvasız hanelere müjdeler taşımış “baldıran”ın da esasen bir zehir, bir bağımlılık, bir ölüm olduğunu mu kabul edeceğiz?

        Ölüme böyle ailecek, böyle kökten, soy soptan bağımlı mıyız?

        Asker çocuklar, polis çocuklar, Kobani’ye koşan çocuklar, Suruçlu, Urfalı çocuklar ölüme bağımlılığımızın günahını, nefretini daha kaç kuşak yüklenmek ve tabutları sırtlamak, tabutlarda sırtlanmak zorunda kalacak?

        ***

        Şu anda hakikaten acil bir koalisyon gerekiyor.

        Türkiye asla AKP’siz yönetilemez; bu açık.

        Ama Türkiye sadece AKP ile de yönetilemez.

        CHP belki de tarihinin, bazen kör, bazen şaşı, bazen kara talihinin en büyük sorumluluklarından biriyle karşı karşıya.

        AKP’de aklı, vicdanı yerinde olan veya kalmış kim varsa, onlar da.

        ***

        Yoksa “Nöbetçi vicdan” sandığımız ama partisindeki cüzdanların gölgesinde anca “Mevsimlik vicdan” olmakta inat ve biat eden, mevsim dışı aynı serada pişen Arınç bile, Suruç katliamında ölenler arasında HDP’li yönetici, milletvekili ayıklamaya çabalıyor; utanmaktan, sıkılmaktan bile önce.

        Devletlerine emanet canların nasıl böyle kolay katledildiğine yanmadan, polisiye ihmaller ve kriminalize teşviklerden ötürü vicdanı ciddi ciddi kanamadan da önce.

        Sanki ölen, öldürülen askerler, polisler AKP yönetiminin çocukları; sanki gökdelen patronu değil de, asansöründe can veren işçiler AKP reislerinin kankası!

        Katliamı önleyemeyenler, “Suruç süreci”nin taşlarını döşeyenler; protesto edeni gazlıyor, copluyor; haberleri sansürlüyor; eleştiren gazeteci Kadri Gürsel’i de kovuyor, kovduruyor.

        Bu “cinnet”ten çıkış için hakikaten “Ortak Vicdan Koalisyonu” gerekiyor:

        Artık kimde ne kadar varsa, belki toplayınca bir şey çıkar diye!

        ÖTEKİ YÜZ!

        Sivil ve asker devlet erkânı bayrağa sarılı tabutlara koşuyor; sıvasız hanelerden polis, asker ana babalarını öpüyorlar.

        Lakin “bir gün öncesi” asla değişmiyor.

        Bir gün önce, “Uzman onbaşı” Müsellim’in kendi, anası babası orduevine girip çay içemiyordu. Yasaktı.

        Bir gün önce, ağır çalışma şartları altındaki iki polis belki“polisin ortalama ömrünün 55.9 yıl olduğunu” konuşuyordu; 20’lerinde vurulmadan.

        Işid’i “kınayan” ve dün Işid’le “savaşan” devletin sivil-asker idaresi; Işid elemanları yakalamış, kovalarken sınırı geçince rehin alınmış, Başbakan’a göre “müjdeler olsun, kurtarılmış” Astsubay Özgür Örs’ü, rütbesini er yapıp “TC ve TSK itibarı zedelemek”ten ordudan kovdu; iki minik yavrusuyla birlikte.

        Sonra dün ne oldu?

        O Işid ateş açıp bu kez sınır içindeki bir astsubayı “şehit” etti! Genelkurmay açıklamasıyla, “bir kahraman astsubayımız”ı.

        Buyrun, “Sondan bir önceki şehit asker Müsellim” için “ismi gizli” mektup:

        Kimseyi rahatsız etmek istememiş gibi sessizce gitti dünyadan. Ajansta bir dakika. Yaşarken de görmedik. Beraber yiyip komşuluk yapabilir, aynı denizde yüzebilirdik ama izin vermedik. Diplomasıyla dalga geçip cahillikle suçladık, bir zatı şahane, ‘Biz başız siz .ötsünüz’ buyurdu. Müsellim de şahadetiyle Hakk’a yürüdü. Kocaman egolarımız ve takım elbiselerimizle musalla taşına dikildik. Yaşarken umurumuzda olmayana Fatihalar okuduk. ‘Her türlü bedeli ödemeye hazırız’ haykırdı Başbakan. Yaşarken ona küçücük bedel layık gören ülkesi için büyük bedeli ödemişti zaten Müsellim. Hakkını helal eder mi?”

        Diğer Yazılar