Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bakın memleket tarihi nasıl hızlı, nasıl değişim-dönüşüm içinde, nasıl “sürekli devrim” gibi akıyor…

        Ve yine de her şey eskisi gibi oluyor!

        ***

        Tam 19 yıl önce “Susurluk kazası” vesilesiyle millet (aslında o zamana kadar bilmemesi, üzerinde durmaması ayıp) olan bir “hakikat” keşfetti:

        Devlet kirliydi, nice icraatı kirliydi, “Terörle mücadele” adı altında kurulmuş kimi birimler, onların işbirlikçileri dibine kadar kire, çamura batmıştı.

        Ve kir sadece ellerin karasından ibaret değildi; eller kan içindeydi!

        ***

        Demokrat bir kesim”in öncülüğü geniş kesimlere uzandı ve “Bir dakika karanlık” eylemiyle tencere tava eşliğinde “Karanlığın aydınlatılması” istendi.

        Ama orada bi dur!

        İktidarın büyük kanadı Refah, Başbakanı Erbakan olmasaydı, bu “eylem” o kadar büyümeyecekti.

        Yani “Genelkurmay’ın ışıkları”na kadar uzanmayacaktı.

        Esasında 12-13 yaşında çocukların gözaltından asit kuyularına atılmasını, insanların kafasına sıkılmasını, hiç duymadığı, zaten umursamadığı gazetecilerin katledilmesini dert etmeyen “genişçe” bir toplum kesimi de “muhalif eylem”e katıldı.

        Erbakan’ın, “Susurluk dönemi” siyasi sorumlusu ortağı Çiller ve DYP’yi, onun polis-asker-bürokrat kadrosunu kollamak için “fasa fiso” demesi de “Bir dakika” cephesini büyüttü elbette.

        O kadar ki, Refah içinde bunun araştırılmasını isteyenler de bir şey yapamadı.

        Ama bugün yeni dönem için gündeme gelen tabirle, “Göbelsvari” operasyonla, “devletin sorgulanması talebi” olan eylem, “iktidar” ile kısıtlandı.

        Yani “Susurluk düzeni sorumlusu” olarak didiklenmesi gereken nice kurum da birden “muhalefet” olarak “eylemci” kesildi.

        Başta “Ucu nereye giderse gitsin” diyebilen Cumhurbaşkanı Demirel, “ucun” ilginç yerlere gidebileceğinden endişeli askeri-sivil devlet birimleriyle birlikte operasyonun parçası oldu.

        Karanlığın, cinayetlerin, kirin pasın, kanın” hesabını sorma talebiyle başlayan eylem, “iktidarın sonu ve postal-modern darbe”ye bahane ve fırsat oldu.

        Yıllardır sık sık, “28 Şubat bir açıdan da o ucun bir yerlere gitmesini engelleme operasyonu”ydu diye yazmam bundan.

        Deyin ki, bir taşla iki kuş…

        Deyin ki, kaymaklı ekmek kadayıfı:

        Hem “irtica” dediğini engelleyip rehin alıyorsun…

        Hem daha tehlikeli bir şeyi, “devletin kirini, karanlığını sorgulama” ihtimalini öldürüyorsun!

        ***

        O eylem başladığında, toplumda yaygınlaşmış slogan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı.

        Bir açıdan bakarsan, öyle:

        Önce 28 Şubat koalisyonları kuruldu, sonra bir baktılar, kestikleri Refah’tan AKP doğdu!

        Hakikaten çok şey değişti ama “Burası Türkiye, buradan çıkış yok” ya…

        Hiçbir şey de değişmedi:

        O günün “mağdur”u bugün çok mağrur.

        O fazla sorgulamadığı devlet mekanizması da elinde.

        Hatta iki elinde.

        Avucunda. İki avucunda.

        Millet desteği” de zaten ortada!

        Beyaz Toros”un akla gelmesi boşuna değil.

        Boşuna değil, elde kara listeler oraya buraya ilanlar-beyanlar, tehditler.

        Boşuna değil, “Beyaz Toros” döneminin azıcık hesabını sormaktan dahi vazgeçmeler.

        İktidarının 10 yılını bugünkü namlarıyla “Kumpasçılar” ile tahkim eden, birlikte “10 yılda 10 savaş”a girip çıkan başkasıymış gibi, “yeni dönem”i “O kumpasın mağdurları” ile de müttefik kılmak boşuna değil!

        ***

        Tam 19 yıl önce, sonradan asla muhalif olamayacak, asla damardan kirin, kanını soramayacak kesimlerin elinde bir silah haline getirilse de, başında bir “demokrasi talebi” olan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” vardı…

        Bugün de bir polis, gazeteci hırpalarken yeni dönemi ilan ediyor:

        Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi değil artık!”

        Gördünüz mü, birbirine benzeyen iki slogan arasındaki paranteze tıkılmış şeyi?

        Bildiniz mi adını?

        Aldınız mı tadını?

        Sıradan bir demokrasi, makul miktarda insan hakkı, bir tutam sevinç, kararınca adalet, göz kararıyla da hakkaniyet işte!

        3 Kasım 96’dan 3 Kasım 15’e ne çok şey değişti:

        Devlete seslenen hiçbir şey eskisi gibi olmayacak umudundan…

        Devletin verdiği hiçbir şey eskisi gibi değil artık ültimatomuna!

        İki “hiçbir şey” birbirini götürünce ne çok şey nasıl da hiç değişmedi.

        Diğer Yazılar