Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir iktidar partisi mensupları, üstelik biri Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Hukuk Profesörü, “Yürütme de bizim, Yasama da bizim, Yargı da bizim” diye muhabbet ediyorsa…

        Halka düşen, “Daha ne istiyorsunuz?” diye sormak olur.

        Bu soru:

        1.Yetmedi mi?.. şeklinde de anlaşılabilir…

        2. Evet ama yetmez, daha neler isterseniz?.. şeklinde de.

        Sanırım 50-50 milletten beklenen doğrudan ikinci soruyu sorması ve ne lazımsa, ne eksikse, onları da arz etmesi.

        Çünkü belli ki yetmiyor.

        Bu “üç kuvvet”e “Dördüncü Kuvvet” medya da eklendiği halde.

        Ayrıca bittabi “Silahlı Kuvvetler” de Yürütme’nin emrinde olduğu halde.

        Sermaye Kuvveti”ni, “Kuvvetli Sermaye” ve “İktidarsız Sermaye” olarak iki parça görsek dahi, o da “Bizim” zaten.

        Görüldüğü gibi ortada bir kuvvet kalmamış durumda.

        Ama soru yerinde:

        Daha ne istiyorsunuz!

        ***

        Yukarıdaki bölümün “bir demokrasi”yle de, “yarı-demokrasi”yle de zerre ilgisi yok tabii.

        Bir devlete, ülkeye ve millete bu gözle bakıyorsanız, yani “Devlet”i sadece eşanlamlı “Mülk” değil, tam manasıyla “Mülkiyet” sayıyorsanız, “Biz”e hiçbir şey yetmez.

        O yüzden “ötekiler” için geniş bir “teröre yardım, yataklık, propaganda suçu” tanımlamak da makul olur…

        Vatandaşlıktan atmak da…

        Bizatihi “Tek ağız”dan, “Suçluysa tabii tutuklanacak” diye, “Suç”u hükümle değil, yargıyla değil, önyargıyla tanımlayan, her tutuklunun “suçlu” olduğunu söyleyen bir hukuku meşru saymak da!

        ***

        O yüzden mesele artık “Kim bizden, kim bizden değil” safhasındadır ve gerçekten bu ülkeye, bu halka yazıktır.

        Herkesin Cumhurbaşkanı, Herkesin Başbakanı, Milletin Devleti, Milletin Meclisi, Millet Adına Bağımsız Yargı, Milletin Polisi, Milletin Ordusu” hep bu şekilde bakıyor ve işler öyle yürüyor yahut yürütülüyor ise, “Herkes”e yazıktır!

        O yüzden, önceki gün benim de burada eleştirdiğim “Kılıçdaroğlu lafı”nı dillerine dolayanlar, protesto edenler, sadece bir vakıfta 45-50 çocuk, başka yerlerde hayatları, haysiyetleri, çocuklukları, ruhları ve bedenleri saldırıya uğramış onca çocuk için şöyle layıkıyla bir protestoyu asla yapmaz. (Tabii tersi olanlar da mevcut!)

        İki çift lafı bile bir araya getiremez, getirmez.

        ABD’deki kiliselerde çocuk tacizlerini ele alan Oscar’lı gazetecilik filmi Spotlignt bile bir üniversitede yasaklanır; vakıflı amcalar, teyzeler alınmasın diye.

        Çocuklara bile “kimden, kimlerden” diye bakabilirler diye kuşkuya düşülebilir ancak ondan önce “Vakıf, dernek, okul, yurt kimin, kimlerden” diye bakmışlardır.

        Ana muhalefet liderinin, sert bir eleştiri için asla gerekmeyen o lafı “edepsizlik”tir…

        Ama “edepsizlikler”de “hangi edepsiz bizden” diye bakmak da ebedi edepsizliktir.

        Her gün insanlara, başkalarına, “bizden olmayanlar”a küfür, kıyamet, hakaret yağdıranlar işte!

        'HAKARET' DEYİNCE...

        Memlekette her gün gazeteci veya değil, çok sayıda kişi “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten yargılanıyor.

        Böyle böyle 1000’den fazla dava.

        Üstelik iki ciddi davada iki hakimden biri “eleştiri-beraat” kararı, diğeri “Bu suç Anayasa’ya aykırıdır” kararı verdiği halde.

        Buna karşılık sivil-asker, çok sayıda insanın maruz kaldığı “hakaret” ise herhalde “akaret” sayılıyor.

        Geçenlerde burada İstanbul’da “ Paşa komutan hakareti”ne karşı dava açan bir astsubayı yazmıştım.

        Bugün de Trakya’da bir birlikte “Tank komutanı” sayılan ama tanktan inince “harita çantası kopuk” diye herkesin önünde, “Üsteğmen komutan”ın “Defol git. Seni mezun eden hocanın anasını vs...” ve hatta boğazı sıkılan, ordudan attırılmakla tehdit edilen bir astsubayın “Beni askerlikten soğuttu” diyerek, raporuyla birlikte açtığı davayı söylemiş olayım.

        Kendilerine hakaret”te yeri göğü inleten ama sıradan insanların maruz kaldıklarını pek göremeyenler için bir vaka daha o zaman:

        Kendisinin de kabul ettiği (önemli de olabilir) “bir hata yaptığı için”, sorgu-yargı yerine, “Yarbay Komutan”ın “Öldürmeli” sözlerine ve esas duruştayken suratına vurduğu yumruğa ve tanık astsubaylar ve subay önünde “Buna yetkim var” beyanına maruz kalan astsubay mesela.

        Biliyor musunuz, Askeri ceza Kanunu’nda şöyle bir madde var üstelik:

        Madununu kasten itip kakan, döven, eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan, tazip maksadıyla madununun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapis olunur.”

        Belki de sorun “madun, eza, sıhhat, tazip, müsamaha, amir, mafevk” ne demektir, nedir, kimdir diye “tercüme” edilemediği içindir!

        Halbuki işte Nusaybin: Binbaşı ile astsubay birlikte “şehit.” Başka astsubaylar, uzman çavuşlar da, hatta “aşıya götürürken çocuklarının önünde vurulan korucu” da!

        Kimileri ise onları sağ iken, kimileri ise “şehit olduktan sonra” bile bir ve aynı görmüyor.

        Diğer Yazılar