Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bülent Arınç’ı bir şaşkınlık alıyor haliyle.

        Daha bir, iki yıl önce iki önceki Başbakan’la ABD gezisindeyken, “atlayıp” Pensilvanya’ya giderken, “Bir emirleri var mı bizden” diyebir soruyu da yolcu beraberinde götürmüş…

        Şimdi ona deniyor ki, “Abi sen terör örgütüne gitmişsin!”

        O sıra, Aziz Yıldırım’ın tespitiyle, “dualarla Galatasaray’ı şampiyon yapmış” zaten.

        Fakat kimi Fenerbahçeli, en ünlüleri bile, bunun farkında değil ki, Bülent Bey’i yolcu ederken, “Var mı” diye bir soruyu da kabin bagajının ön cebine koyuyorlar.

        ***

        Cumhurbaşkanı dedi ki, “Bakanlar Kurulu kararıyla Fethullahçı Terör Örgütü olarak tescillenip yargılanacaklar.”

        Anlayamadım, zaten öyle olmuyor mu şu sıra?

        Yoksa Bakanlar Kurulu kararıyla tescil çıkmadan, kimse, başvurusu olsa bile “terör örgütü” sayılmıyor mu?

        Mekanizma şöyle değil midir?

        Meclis, kanun yapar. Bağımsız yargı, o kanunlara göre yargılar.

        Yürütme, tescil eder. Bağımsız yargı sicil verir.

        Pekiyi “bağımsız” yargıda bir savcı çıkıp sormayacak mı, “Bu terör örgütü nasıl böyle büyüdü, devletin her yerine sızdı, yargıda, poliste bunların tayinlerini kim yaptı, en kritik noktalara yerleştirdi” diye.

        ***

        Ne “Cemaatçi”nin, ne “Terör örgütü” diyenin pek sormayacağı bir soru:

        O Emniyetçiler, savcılar, hakimler sonradan mı “Cemaatçi” çıktı, çok sonra mı öyle olduğu anlaşıldı…

        Yoksa zaten “Cemaatçi” oldukları için mi iktidar tarafından o noktalara getirildiler?

        Bu sorunun cevabı, bu ülkede hakikaten bağımsız yargı bulunsa, yargıyı bırakın, biraz aklımız biraz vicdanımız ve ikisinden mürekkep bir miktar muhakememiz olsa, bizzat iktidar mensuplarını (ve iliştirilmiş havuz ördeklerini) “Terör örgütüne yardım ve yataklık ile terör örgütü propagandası sanığı” yapar.

        Birilerini “bilmeden” tayin edersiniz, “bir şey” çıkar sonradan; tamam.

        Ama “bilerek” tayin etmişseniz; şimdi onları “yakın, bağlı, bağımlı” saydığınız “cemaat”e “terör örgütü” diyorsanız, geçmiş olsun, siz “terör örgütü”nü korumuş, kollamış,yardım ve yataklık yapmış, yetmemiş, bir de millet önünde propagandasını üstlenmiş, dur daha bitmedi, devlete nüfuz etmesini sağlamış, dur hele dur, sağa sola “kumpas” kurması için pas vermiş, hatta paspas olmuşsunuzdur!

        Ağır mı oldu Kamil?

        İyi de ben mi yaptım bunları kardeş!

        Arınç da haliyle şaşırıyor şimdi:

        Yahu daha dün bana, bunlara “bir emirleri var mı” diye sordurulmuştu… Meğer ben “terör örgütü”ne sormuşum!

        ***

        Elbette her şeyin doğrusunu “bağımsız” yargı bulur, elbette Bakanlar Kurulu tescil eder ama…

        Bakıyorsun, 17-25 Aralık “darbesi” olunca, bir zamanlar hepsinin koşturduğu, yardım ettiği, tayin ettiği zevatın “terörist” olduğu anlaşılmış…

        7 Haziran seçim kampanyası ve neticeleri ortaya çıkınca da “çözüm-barış süreci” duman ve tüm muhataplar yeniden “terörist” olmuş.

        Arınç tabiatiyle bakıyor, bakıyor, bir türlü anlayamıyor!

        TANIDINIZ MI O YATANLARI?

        Bu kadar çok kahramanlık destanı yazan, ağıt yakan memlekette böyle kesif ikiyüzlülük olması inanılmaz.

        PKK’nın (ya da TAK’ın) Ankara askeri servis araçları saldırısında paramparça olanları, astsubay, uzman çavuş, en çok da “sivil memur” olarak teşhis etmiştiniz.

        Bravo!

        Orada “birlikte şehit” olmuşlardı; zamda devlet ve TSK onları ayırdı!

        Sonra dönüp bakmadınız bile, bu insanlar kimdir, hayattaki yerleri, hayatiyetleri nedir, diye.

        Askeri sivil memurlar” Ankara’da bir eylem yaptı. “Sivilleşmiş rejim” görmedi bile.

        Genelkurmay “Tüm askeri personele yüzde 5 zam ve diğer artışlar yapılmıştır” diyor; oysa binlerce “personel”, yani askeri-sivil memurlara tek kuruş çıkmıyor.

        Amirlerin işine gelince asker, işine gelmeyince “sivil” olan kadınlar ve erkekler, “En Cumhuriyetçi Kurum” ile “En Sivil İktidar” tarafından ayrımcılığa mahkum ediliyor.

        Size bir de davadan bahsedeyim, yer ve isim vermeden.

        Sanırım bir lojman mahallinde, çocuklar top için kavga ediyor. Belki de hırpalanmış bir çocuğun subay babası gelip “sivil memur anne”nin çocuğunu tartaklıyor. Anne bunu kaldıramıyor, dava açıyor. Fakat annenin işyerindeki “komutan”ı da davalık olduğu “komutan”ın devre arkadaşı. “Sivil memur anne” cendere içinde kalıyor. Kadın olarak, anne olarak, ama esas, “sivil” dense de, askeri hiyerarşi altında ezilen, yıpranma tazminatsız, zamsız memur olarak.

        Madem laf lafı açtı. Size bir hikaye daha. Ankara’da bir askeri huzurevi. Subay da var, astsubay da. 80 yaşında bir emekli astsubay huzurevinde çeşitli uygulamalardan şikayetçi oluyor. Sen misin yakınan! Antetli kağıdında Genelkurmay Başkanlığı yazan “TSK Özel Bakım Merkezi” komutanlığı, rakamla tam 80 yaşında olan bir insanı “ifade vermeye” çağırıyor.

        Duyunca dedim ki, “Demek ki huzurevinde de huzur yok!” Öyle ya, sivil ve askeri büyük amirler pek eleştiri kaldıramaz!

        Diğer Yazılar