Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Özgürlük mücadelesi verenlere niye böyle yapıyorsunuz. Bu olaylar bizi çok üzüyor. Yaşanan olaylardan dolayı şu anda ben de endişeliyim, kaygılıyım. Protesto hakkını kullanan insanlara polisin şiddetini kınıyorum. Bu olayları aktarmayan medyayı da kınıyorum. Çok ciddi protestolar, olaylar ve eylemler yaşanıyor. Medya kuruluşları bu olaylara adeta kör, sağır ve dilsiz kalmışlardır.”

        ***

        Al bu sözleri bütün Avrupa’yı dolaştır.

        Al gözüm, getir Türkiye’nin her köşesine yerleştir.

        Bir “devlet adamı” bunları kalpten söylediğinde, o ülkede “demokratik devrim” oluyordur.

        Espri diye söylediğinde ise, bi şey olmuyordur!

        ***

        Cumhurbaşkanı “Batı”nın, Fransa’daki işçi eylemlerine “kayıtsızlığı”nı eleştiriyor. Batı medyasının da.

        Yukarıdaki alıntıda esasen “Paris olayları, Fransız polisi, Batı medyası” gibi atıflar var. Ben onları çıkardım. Sözleri genelleştirdim. Böylece “ilkesel bir eleştiri” oldu biraz. Sadece “bana diyordun, sen ne yaptın bak” olmaktan çıkıyor o zaman.

        Ancak derdimiz o değil tabii.

        Derdimiz, kendimizi haklı görmek, göstermek.

        Oysa “haklı” değiliz.

        Ama bu haksızlığın kabulünü “devlet adamları”ndan da bekleyecek değiliz.

        Çünkü tarih boyu insanlar, kitleler, sınıflar, haklarını, hukuklarını, özgürlüklerini çoğu zaman “devlet adamlarına rağmen” ve “onlara karşı” elde ettiler, savundular yahut yenilip kaybettiler.

        ***

        Fransa eleştirimiz”in tam olması için, işçilerin ve devletin, şu ara “Sosyalist Parti”nin yönettiği devletle kanka olan “Sermaye”nin derdinin ne olduğunu söylemek, devleti, hükümeti, “Yarı başkanlık sistemi”ni oradan eleştirmek lazım.

        Talepleri veya direnişi haklı görür veya görmezsiniz ama sınıfları görmek lazım.

        Fransa’da işçiler, kazanılmış çalışma süresi haklarının haklanmasına, iş güvencesinin esnetilip yamultulmasına, “rekabet gücü zayıflamış Fransa kapitalizmi” lehine kendi hayat, geçim güçlerinin daha da azaltılmasına veya güçsüzlüklerinin çoğaltılmasına itiraz ettiler.

        Var mı böyle bir itirazınız?

        Dünyada işçileri gönüllü-mecburi en uzun çalışma sürelerine; iş kazaları, meslek hastalıkları ile en kısa yaşam sürelerine mahkum etmiş Türkiye devleti ile Beyaz veya Ak sermayesinin, onların “devlet-iktidar düzeni”nin o açıdan bir eleştirisi var mı?

        Bırakın Gezi’yi, 17-25 Aralık’ı; işçiler daha az çalışma süresi ve daha çok insani haklar için metroları, trenleri, rafinerileri durdursalar…

        Sık sık “Sermayenin, sermaye menfaatlerinin özel güvenlik kadrosu” gibi kullandıkları polisi, jandarmayı nasıl konuşlandıracaklardı, değil mi Memetcengiz Bey?

        ***

        Cumhurbaşkanı şunda haklı:

        Evet, Batı devletleri ikiyüzlü.

        Ben de haklıyım:

        Evet, devlet burada da ikiyüzlü.

        Bir yüzünde sözde demokratik maskeler olan bu devletler, öteki yüzlerinde ezilenleri sindirmek, kimlik ve kişilikleri bezdirmek, hakları haklamak, özgürlükleri lüpletmek, emeği esnetmek, çalışanları köleleştirmek üzere örgütlü.

        Aralarındaki farklar, birinde devletin, iktidarların daha lütufkâr olmasının değil, halkların, sınıfların daha kıdemli, daha inatçı, daha inadına mücadeleler vermiş olmasından.

        İşin temeli ulusal değil, sınıfsal Hababam Sınıfı!

        Sözde bu iktidardan şikayetçi olan ama plazalarında “modern köle” çalıştıran Beyaz Sermaye ile iktidarın Havuz müteahhidi Ak Sermaye arasındaki; sözde “Cumhuriyetçi” sayılıp Oyak kanalıyla “Apoletli büyük kapitalist” olan, her gün “esas duruşta bir nevi köleleştirilmiş, sindirilmiş” on binlerce insanı sevk ve idare eden “Üniformalı hiyerarşi” arasındaki temel “insani-sınıfsal” farkı hadi siz bulun.

        Militer-kapitalistler ile kapitalist-militerler arasındaki temel farkı yani!

        ***

        Her gün onca yoksul askeri, polisi “şehit” düşen, hayattaki sivillerin enkazdan ilçelerinde tuğlalar arasında kayıp hayatlarını ve cenazelerini aradığı, senede 1700 işçiyi işyerlerinde, yüzlerce kadını sokaklarda, evlerde katleden bir düzenin başkasını eleştirecek hali var mıdır…

        (“İkiyüzlü Batı medyası” bir yana) “Tek sesli” kılınan medyasının büyük bölümü yakın kontrol veya uzaktan kumandayla debelenen, farklı sesleri zımparalanan, kazınan bir memleketin nazire yapacak vaziyeti var mıdır?

        Belki vardır…

        Köleler boyunlarını uzattıkları, ecirler boyunlarını eğdikleri, her cins sermaye ve otoritenin rehin aldığı insanlar kolayca boyunlarını verdikleri sürece, evet her yerde vardır!

        Fransızca da öyledir, Flamanca da, Türkçe de.

        Diğer Yazılar