Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Havalimanı Katliamı, henüz dört, beş yıl önce dünyanın “cennet” sayabildiği Türkiye’nin, yurtta savaş cihanda savaş ile nasıl bir cehennem haline geldiğinin son kanlı kanıtı.

        Ajanslar canlı bombanın üzerine atlayan bir “kahraman polis”ten (veya “güvenlik görevlisi”nden) söz ediyor. Öyleyse, helal olsun ona.

        Ama hepimizin de devletteki, istihbarattaki, güvenlikteki, “terörist ayrımı”ndaki zaaflardan söz etmemiz gerekiyor.

        Bu, katliamlarda öldürülen onca insana hepimizin borcu.

        Lanet olsun katliamseverlere…

        Lanet olsun katliamcılara…

        Lanet olsun katliamcıları ayırmış olanlara!

        İstihbarat uyarı, tedbir becerisine de bravo!

        Onca insan, hepimizin kaybıdır yine!

        Ve hepimizin kayıpları katlanıyor, kanatlanıyor.

        ***

        Doğru, bu katliam “dünyanın herhangi bir yerinde olabilirdi!.”

        Paris’te oldu, Brüksel’de oldu, ABD’de oldu.

        Ancak ABD’deki “iç terörizm ve şiddet paranoyası” dışında, Irak, Afganistan, Suriye, belki Pakistan, Nijerya, Somali hariç hiçbir yerde bu kadar çok, bu kadar sık, bu kadar kanlı olmadı.

        Bu ülke yöneticilerinin esas görevi, dünyanın herhangi bir yerindekileri değil, öncelikle kendi ülkelerindeki saldırıları önlemek.

        Suruç’tan sonra “çözüm süreci”ni bitirip Ankara Garı Katliamı’ndan sonra “Anketlerde oy oranımız artıyor” diyebilmişlerin de!

        Belçika’da İçişleri Bakanı hemen istifasını sundu…

        Suruç’ta, Ankara Garı, otobüs durağı ve servis katliamlarında; İstanbul’da Sultanahmet, İstiklal Caddesi katliamlarında istifa etmiş bir bakan, bir istihbarat veya Emniyet yöneticisi tanıyor musunuz?

        Neden bütün dünya Türkiye’yi, Atatürk Havalimanı’ndan Ceylanpınar’a, “Işid trafiği” ile anıyor?

        Neden polis katleden “tutuklu” Işid’ciler, bir kez bile mahkemeye getirilmeden mahkum oldular?

        Neden bu mahkumiyet “terör örgütü”nden değil de, “güvenlik güçlerini öldürme” suçundan verildi?

        ***

        Bu soruların hiçbirinin belki onca kayıp için zerre kıymeti yok artık.

        Onların sonuncu kafilesi de Havalimanı’ndan göğe uçtu.

        Ama çocukları, ana babaları, kardeşleri, eşleri, sevenleri, bekleyenleri için; herkes için, hepimizin çocukları için her saniye önemi var.

        Bu soruların cevaplarını, vicdanı, utanması olan her devlet yetkilisi verebilmeli.

        Bu sorular, bu acılar, bu kan gölü, bu cehennem önce onları utandırmalı çünkü!

        Onlar utanmıyorsa da biz, hepimiz artık çok çok utanmalıyız.

        Not: Aşağıdaki yazı, katliamdan önceki baskılar için yazılmıştı. İki başlık yakın diye, sonra da kaldı!

        KİBRİN SONU DA KABİR!

        Bu başlığı galiba daha önce de kullanmıştım. Olsun, yine atarım.

        Birisi çıkıp “Yalan, öyle değil. Kibrin sonu yoktur, kibir ölümsüzdür” diye aksini kanıtlayana kadar.

        ***

        İzlanda’nın İngiltere’yi “gömüşü” de bir bakıma öyle değil mi?

        330 bin nüfustan çıkardığı bir takımla, bir İmparatorluk merkezini, futbolda da olsa, yerle bir etmek.

        Futbolda da olsa” esasında boş laf. Çünkü futbol, hani hayatın kendisi ya, “kibir”in de, yanına para pul ve de kul katıp top koşturduğu sahalardan başlıcası.

        Bunu kendi ülkenizden iyi biliyorsunuz zaten.

        En tepelerdeki sayın şahsiyetlerden, “naklen yalakalar”ın “kibre tapışı” ve “para-kul” oluşuna kadar.

        Aramızdaki ayrımlardan biri o zaman şu oluyor:

        Kimimiz Kibre, kibirlilere bayılıyor, tapıyor…

        Kimimiz belki, “mağrur olma, senden büyük…” diyor…

        Kimimiz ise sahadaki yahut her sahadaki her cins kibrin tahakkümüne, afra tafrasına, otoritesine, yanılmaz-şaşmazlık iddiasına, herkesi tepeden gören hallerine karşı aklını, vicdanını, tavrını, başını ve boynunu dik tutuyor.

        ***

        İzlanda, maç günü 10 aday arasından “Başkan”ı da seçti. Sadece “Cumhurbaşkanı.” Bugüne kadar siyasi rolü olmamış bir tarihçi.

        Esas seçim ise “Başbakan” için olacak.

        Çünkü kendisi mecburen gitti! Cumhurbaşkanı işine son verdiği için değil, halk “git” dediği için.

        Öyle böyle değil, tamamen “sokakta çapulcular ayaklandı” diye.

        Türkçede sevilen bir iktidar ve Havuz deyişiyle, “darbe girişimi” neticesinde.

        Ancak İzlandalılar ona darbe demiyor. Dünya da pek öyle demedi. “Halkın tepkisi” haklı bulundu, çünkü Başbakan’ın “Yurtdışındaki vergi(siz) cennetlere kaçırdığı parası” ortaya çıkmıştı.

        Nasıl çıktı?

        Darbecilerin kışkırtıcısı olan dış mihraklar” kanalıyla. “Panama Papers” denen tarihin en büyük “belge sızıntısı”yla.

        İzlanda halkının, yani 330 bin kişinin bir kısmı sokaklara döküldü, tepkisini, öfkesini, istifa talebini ortaya koydu…

        Panama Kanalizasyonu”nda “tuvalet kağıtları” yakalanmış Başbakan da istifa zorunda kaldı.

        Oysa sizde bizde, bırakın Panama’yı, bunca kanamayı; istifleri bir şekil ortaya çıkanlar önce “bunlar darbeci” diye bağırıyor.

        Kimsenin aklına öncelikle, “Yahu evimizde, hanemizde, ailemizde, doğruluk ve dürüstlük iddiamızda bu kadar paranın, böyle istif istif avronun, tomar tomar doların ne işi var” diye özellikle belirtip “iftiraya, montaja, dublaja” o cihetten isyan etmek gelmiyor.

        Öyle ya, ya gizlediğiniz, kayıt dışı tuttuğunuz öyle anormal bir paranız vardır… Ya da yoktur!

        Mesele bu değil mi?

        Bunun kimler tarafından, nasıl, niçin ortaya döküldüğü bir sonraki mesele.

        Panama Kanalizasyonu” sızıntısı da elbet “yasal” bir yol değil, hatta kökeninde gazetecilik bile değil ama “meşru” ve “halkın (doğru) bilgi alma hakkı”na uygun!

        Çünkü millete din, milliyet, muhafazakârlık, vergi borcu, askerlik filan satanların, kendi çocuklarını askerden, kendi paralarını milletten, kamudan kaçırıp sakladıklarını, daha ziyade “kâr-muhafaza” bir imana sahip olduklarını, yalanlarını dolanlarını ortaya koyuyor.

        ***

        İşte o yüzden, kendi ülkenizin “Kanalizasyon tapeleri”nde, “Bu milletin şeyinin şeyine koyacağız” vaadiyle tarihe geçmiş bir “Milliyetçi, muhafazakâr, liberal, demokrat, Havuzcu, muteber” şahsiyet de, Panama belgelerinde kendisiyle ilgili kısmı yayınlayacağını duyuran Cumhuriyet’e telefon açıp küfür, tehdit savurabiliyor.

        Çünkü “Kibir” böyle bir şey.

        Asla gömülmek istemiyor.

        Kabirden korkuyor.

        Esas yapıştığı şey bu dünyanın nimetleri, ihtirasları, arsızlıkları, rantı, gücü, şeyin şeyi.

        Çünkü bir “Kibir Kastı” oluştu mu, zincirden bir halka kopacak diye paniğe kapılıyor.

        Çünkü “Kibir Duvarı”ndan bir tuğla çekerseniz, hepsi düşecek, yerle bir olacak, bütün “kirli, kokuşmuş sızıntılar” patlayacak gibi bir panik atak hasıl oluyor.

        Ve esasen, çok da haksız bir huzursuzluk ve telaş değil!

        Çünkü hepsi bir yandan da biliyor ki, bu dünya kimseye kalmaz.

        ***

        Bu yazıyı, madem öyle gel böyle diyerek, alıngan tüm kibirlilere “Izvinitye” sunarak bitireyim.

        Malum, “Kibirli tarihimiz”in yeni sayfasında, “Rusça özür” manasına geliyor.

        Zaten her şeyi sallayın sallayın, her cins kibrin bakiyesi de bu!

        Bir Tarih bu kadar kibri de bu kadar “özür”ü de kaldırır mı, işte ben onu bilmiyorum.

        Ama her türlü kibrin sonunun da (nihayetinde) kibir olduğu kesin bilgi!

        Diğer Yazılar