Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        23 değil 3 Nisan’dı. Genelkurmay “darbe” konusunda “çok sert” bir açıklama yaptı. Bir Havuz gazetesi şu başlıkla vermiş o zaman:

        “TSK’dan darbe heveslilerine tokat gibi yanıt!”

        Genelkurmay “tokat”ta demişti ki:

        “TSK’da disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve-veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir.

        Bazı medya organlarında hiçbir dayanağı olmadan yapılan haber ve yorumlar hakkında, hiçbir hukuki, insanî, aklî dayanağı olmayan, basın etiğinden uzak, haddini aşan haber ve yorumları yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.”

        Başbakan Davutoğlu ise, “Bu açıklama hem benim iznimle yapılmıştır, hem de bu açıklamanın arkasındayım” diyecekti.

        Fakat “yasa dış, emir komuta hiyerarşisi dışı hareket”i Başbakan olarak göremeden görevden gidecekti.

        ***

        Başbakan Yıldırım, iktidar partisi il başkanlarına, “Toplumsal mühendisler, demokrasiye ayar yapmaya çalışanlar AK Parti’den sonra işsiz kalmışlardır. Korku ve karamsarlık yok olmuş, yerine umut gelmiştir” dediğinde 13.07.2016’ydı.

        15.07.2016’dan iki gün önce!

        ***

        İki gün sonra anladık ki, “işsizlik” ne kelime, general, albay, çeşitli kademede asker, polis olarak “yasa dışı, emir komuta dışı silahlı işleri” varmış.

        “Darbeden değil, terör örgütünden” denip bir anda “işleri”ne son verilen binlerce hakim, savcı, öğretmen, bürokrat, memuru da isterseniz ekleyin, istemezseniz hepsi için ayrı bir hakikati ayrıca bekleyin!

        ***

        Belki de “toplumsal mühendisler, demokrasiye ayar vermeye çalışanlar” işsiz sanıldığı için…

        15.07.2017’de onca general, yüzlerce subay ve emirlerindeki astlar birçok karargâhta “demokrasiye ayar” ne kelime, “infaz”a hazırken, MİT ancak şüphelenmiş ama Genelkurmay’ın önce hiç haberi yok.

        Genelkurmay’da bu şüphe üzerine oturulmuş, konuşulmuş, emirler verilip çay içilmiş. Belki çaylar da yaverlere, emir subaylarına söylenmiştir!

        Şimdi dediklerine göre, hava sahasından tank sahasına, çok sayıda tedbir emri de verilmiş.

        Öylece saatler geçmiş.

        Sonra… Cumhurbaşkanı ancak akşam vakti “eniştesi”nden duymuş darbe girişimini; Başbakan da kendi deyişiyle “oradan buradan.”

        İnsan Genelkurmay’ın, MİT’in, birbiriyle bu kadar konuşurken neden bu kadar sır tuttuğunu merak ediyor.

        Diyorlar ki yeterince kanıt yoktu.

        Öyle ya, gariban bir astı kovmaya gelince, oda hapsine atarken, maaşını keserken, ahlaksızlıkla, aşırı borçlanmayla suçlarken, yargılamadan onca ceza verirken hep çokyeterli kanıt oluyordu!

        Ya darbe girişimine dair istihbaratı ve darbecileri küçümsediler…

        Yahut hakikaten “toplum mühendisleri, demokrasiye ayar yapmaya çalışanlar işsiz kalmış” sanıyorlardı!

        Bir de takdir bekliyorlar.

        ***

        Her yıl milyarlarca dolar yatırılan 700 bin kişilik devasa ordunun en yüksek komuta merkezindeki en büyük tedbir ve hazırlığın, en kuvvetli korumanın, Genelkurmay Başkanı’nın darbecilere sarf ettiği “çok ağır laflar”dan ibaret olmasına şaşıyor insan.

        “Şikayetçi” olarak verdiği ifadesiyle, Genelkurmay Başkanı şöyle demiş darbecilere:

        “Sık ulan… Ne diyorsun lan sen… Ne operasyonu, manyak mısın… N’apıyorsun ulan… Benim senle bir işim olmaz.”

        Oysa savaştan “terörle mücadele”ye, Disiplin Kanunundan tazminatların, yan ödemelerin arttırılmasına, üst kademe askerlerin muhtemel suçlarından yargılanmasının zorlaştırılmasına, Askeri Yargı’nın “bağımsız”mış gibi muhafaza ve müdafaasına kadar bir çok yeni “tedbir” alınmıştı!

        Fakat nihayetinde, Genelkurmay Başkanı, yine kendi ifadesiyle, kendisini kaçıranlar karşısında şunla baş başa kalıyor:

        “Nereye gittiğimizi söylemediler. Ben de sormadım.”

        ***

        Birey olarak esasında hepimizin temel meselesi bu.

        “Nereye gittiğimizi pek sormuyoruz.”

        Sorsak, biraz bilirdik!

        ***

        Onca çocuk, sonra genç, derken koca koca adamlar, onca kurmay eğitimiyle de filan; “nereye gittiğimizi sormadan” bir şahsa “iman ve itaat” etmiş.

        Akıl ve vicdan tutulması, ancak böyle mümkün olabiliyor zaten.

        Bunu ister inlerine girerek, ister cinlerine girerek izah edin; temel mesele bir otoriteye, buyruğa boyun eğilmesidir.

        Sadece sinsilikle, gizlenmekle, yok ara sıra içki içmeleriyle, cinleriyle, çipleriyle, muskalarıyla açıklarsınız ama açıklamaz.

        Ancak “cuk oturmak”la açıklamanız lazım.

        Çünkü “bir otoriteye boyun eğenler” ancak başka otoritelere de boyun eğilmesini dayatan organizmalarda yer bulabilir.

        İsterseniz kısaca “devletimiz ve her yanımız” diyebilirsiniz.

        Nitekim devletimiz ve iktidarımız da “otoriteye biat-itaat edenler”i bilhassa yargıda, poliste, bürokraside, eğitimde, hatta iktidar partisinde onca yıl “istihdam” etmeyi “kazayla” değil, taammüden becermiştir!

        “Otoriteye karşı, türlü çeşitli darbecilik” yapana kadar!

        ***

        “Laik” terkip ve tertipteki TSK ile cumhuriyetçilik formatından milliyetçiliklere, inanç anlayışlarımıza, devletin tüm yapısına, 14 yıllık iktidarın her kapısına, eğitim müfredatına, askerlik raprapına, Emniyet ve bürokrasideki, hatta piyasadaki otoriterliğe kadar…

        Ağa, paşa, reis, patron, amir, lider, baba, başkan, örgüt başkanı, hoca, koca buyrukları ve “otoriterlikleri”nden müteşekkil gündelik siyasi, askeri, sivil, ailevi, dini, mesleki hayatlarımız işte!

        Bir otoriteye kafadan kafa eğmeyenler; dik durmasını, itiraz etmesini bilenler, bunu aklının, vicdanının, muhakemesinin esası yapanlar ne bu otoriter sistemlerde barındırılır, ne de huzurla boyun eğip yaşar!

        “Kaz adımları” ile yürütenlerin önce adımlara değil, kazlara ihtiyacı vardır.

        Çobanlığa soyunan varsa, koyunlar olduğu içindir. Koyun yoksa çoban yoktur.

        Buyrukçu için kuyrukçu şarttır.

        Onların kazcılığı ve faşizanlığına karşı da, başka otoriter kurumlar ve durumlar ancak “konjonktürel karşıt” olur; “bambaşka, kökten farklı demokratik zihniyet” değil.

        “Otoriteye itiraz etmeyin” diyenler, esas gizlenerek, gizleyerek değil; otoriteye boyun eğdiren sistemlerde boyun eğerek yola çıkar. Belki bir “darbe gecesi”ne kadar.

        O yüzden, bugün kimi “ahmaklık”la açıklasa da, iktidar ile “Fetö” dediğinin yıllarca uyum içinde olması, tamamen “otoriterlik uyumu ve mutabakatı”dır.

        Onca “Cemaat mensubu ve medyacısı”nın yıllarca iktidarı, liderini övmesi… Onca “iktidar mensubu ve medyacısı”nın yıllarca cemaati, hocasını övmesi gibi.

        Karşılıklı otoritelerin (gönülden veya takiyye ile) kabulü!

        İşin özü ahmaklık değil, yanılma değil; bu farkındalıktır!

        Bunca insanın devlette kendine yer bulması, devletteki yerlerin otoriterliğe aykırı olmaması, kendilerinin de bu otoriter düzenimize münasip bulunması sayesindedir.

        ***

        Yıllardır “iç savaş”ından korkulan millet yerine, yıllardır “devlette iç savaş” izliyoruz.

        “Laik-muhafazakâr” derken, “muhafazakâr-muhafazakâr.”

        “Darbenin terörizmi” de devlette iç savaş üzerinden muhtemelen millette iç savaş hesapladı.

        Nasıl daha önce devletin (ve milletin) sahipleri onu kaptırmamak istemişse; demokrasi, halk iradesi diyenlerin temel derdi de devleti ele geçirmek oldu.

        “Devletin baskı aygıtı olarak yok oluşu” gibi bir idealden yola çıkan kimi sosyalizmin de, otoriterlikle “baskıcı devletin zirvesi”ne varması odur tarihte!

        Konumuz bu sonuncular değil zaten.

        Konumuz şu, çocuklar:

        Bir aklınız, bir kalbiniz, bir vicdanınız, hepsinden müteşekkil muhakeme kabiliyetiniz varsa; az olun ama kaz olmayın.

        Kimseye boyun eğmeyin ki eğdirmemeyi de öğrenin!

        Bunun ters istikametlisi de olabilir: Eğdirmemeyi öğren ki, boyun eğme! Aynı yere çıkar:

        İnsan haysiyetine, insan hakkına, insanın hakikatine…

        Özgürlüğe ve başkalarının da özgürlüklerine.

        ,

        Diğer Yazılar