Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İki meseleyi ayrı ayrı düşünmek başka...

        İki mesele varken sadece birini düşünmek başka.

        O yüzden “ayırma” bize göre değil; doğrusu galiba her iki meseleyi de birlikte düşünmek!

        Yapamadığımız, pek yapmadığımız, açıkçası çok da istemediğimiz şey.

        ***

        Bir “darbe girişimi” oldu. Bana göre “girişim” çok müteşebbis bir kavram olarak yumuşak kalıyor.

        O yüzden sık sık “darbe saldırısı” dedim. Halka, Meclis’e, Cumhurbaşkanı’nın ikamet ettiği otele, polis merkezine ve başka askerlere “saldıran darbeciler” yüzünden.

        Misal, 12 Eylül fiili darbeydi; 28 Şubat “darbeci müdahale” ve nedense buharlaştırılan 27 Nisan ise “darbeci tehdit”.

        Bu ise “fiili darbe” amaçlı “darbe saldırısı” yahut “darbeci saldırı!”

        Öyle “emir-komuta zincirinde değildi” lafı da lüzumsuz; sanki “darbeci komutanlar” kimseye emretmemiş gibi, sanki istisnasız tüm “alttaki askerler” gönüllü katılmış, hiç emir almamış, iktidarın çıkardığı sert Askeri Disiplin Kanunu varken emirleri sorgulayabilmişler, “görev”in ne olduğunu bilmişler gibi!

        ***

        Bu “darbe saldırısı” yokmuş, onca insanı katletmemiş, bunun için “sivil toplum örgütü” diye geçmişte iktidar ve başkaları tarafından çok övülmüş bir “organizasyon” planları yapmamış, kimi elemanı bugünler için de yetiştirmemiş, “sivil demokrat” denirken örgütlenmenin “silahlı kuvvetler”ine yatırım yapmamış gibi düşünerek yahut düşünmeyerek sadece “demokrasi” tartışamayız...

        Ama işte bu yüzden de, “darbeden kurtardığımız demokrasi” üzerine düşünmeden de hiçbir şey konuşamayız.

        Konuşuruz da, kastettiğimiz “demokrasi” değildir veya daha başka ifadeyle, ruhuna, temel ilkelerine, kalbine kastettiğimiz bir demokrasidir o!

        ***

        12 Eylül darbesinin OHAL’i, YÖK’ü, yetkileri, hapishaneleriyle veya her darbecinin de ilk yapacağı işlerden olan “Karşıtları sustur, topla, sindir” gibi uygulamalarla, “kurtardığımız demokrasi” bu kez kendi ellerimizde nefessiz kalır.

        Darbenin unutulacak yanı yok...

        Bunun da savunulacak bir yanı yok!

        ***

        Yaygın, çoğu zaman ihbara dayanan veya yıllar boyunca bu hayatın içinde olan bir zamanlar törenle açılışı yapılmış bankanın hesabı, bir zamanlar ödüller verilmiş ve alınmış gazetenin aboneliği, bir zamanlar övülmüş okulların öğrenciliği veya mezuniyeti, bazen her yerde bulunabilen telefon uygulamaları, piyasada serbestçe satılmış, hatta bir zamanlar tavsiye edilmiş kitaplar gibi “deliller”e dayalı tutuklama, işsiz ve aşsız bırakma, damgalama, hayatından ve haysiyetinden, hak ve özgürlüklerinden etme gibi uygulamalar, ister ABD’de ister Türkiye’de, hangi Rızabey’e veya Ali Rızabey’e yapılırsa yapılsın, ister vatandaşımız olsun ister olmasın, “demokrasi” işi midir?

        ***

        Bu ülkenin can damarlarına kastetmiş bir darbe saldırısı ve düzenleyen, silahlanan, ateş açan darbeciler var. Belki hâlâ var. Hiç yokmuş gibi davranamayız Kamil!

        Ancak, “darbeye karşı kurtardığımız şey” diye övündüğümüz “demokrasi” de hakikaten tam manasıyla varmış gibi de davranamayız, değil mi Kamil?

        O vakit soracağımız sorular ve cevapları basit:

        Darbe? Hayır!

        Demokrasi? Evet!

        Hakikaten mi, içten mi, samimi mi, tüm kurallarıyla mı, muhalefete, muhalife, karşı görüşe, eleştiriye, tartışmaya, etkin yaygın ve temsile...

        Vicdan, inanç, düşünce, ifade, basın, örgütlenme, eleştiri, protesto özgürlüklerine de açık bir demokrasi mi?

        Sahi, öyle mi?

        Darbeyi yenen bir halk, neden demokrasiyi bir türlü kazanamıyor!

        Diğer Yazılar