Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ben Şule Soyal Şenol. Bartın İl Müftülüğünde vaizim. Eşim 60 gün önce tutuklandı. Kendisi Bartın Adliyesi aile uzmanı(ydı.) Tabii şu anda cezaevinde.

        Darbe girişimi üzerinden 77 gün geçti. Korku ve şaşkınlıkla izlediğimiz darbe girişimi olaylarının şokunu yaşarken, eşimin makul şüpheli görülmesi üzerine tutuklanması…

        Artık duygularımı ifade edecek kelimeler bulamıyorum. Ağlamaya bile dermanım kalmadı. Bimer, Cimer, kriz masaları başvurumu bile kabul etmiyorlar.

        Eşim ‘dershaneye gittiği için ve malum okullarda bir zamanlar öğretmenlik yaptığı için’ tutuklanmış. Yani tutanakta yazan bu.

        Ben kendi adıma şunu söyleyeyim: Bu tutuklama ve yaşadıklarım bana hain darbeyi ve darbecileri unutturdu. İki çocuğumun telaşına düştüm.

        Kızımız birinci sınıfa başladı babası içerideyken. Çevremdeki iş arkadaşlarım, komşularım, kendi ailem eşimi suçlu ilan etti. Suçsuzluğu ispatlanıncaya kadar suçluymuş!

        Biz ne kadar çabuk insanları suçlu ilan edebiliyormuşuz. Tabii ya, belki de kriptodur!

        Yargılama süreciyle ilgili sessizlik var. Ne zaman? Nasıl? Nerede? Daha ne kadar bekleyeceğiz, suçsuz olduğunun anlaşılması için?

        En kötüsü de Darbeci Olmadığımızı Herkese Anlatmak Zorunda Olmamız!

        Sadece ben ve çocuklarım yok. Biliyorum, bizim gibi çok aile var.

        Ben 28 Şubat sürecinde başörtüsü mücadelesi veren bir insan olarak soruyorum: Şimdi neyin mücadelesini veriyorum? Kime karşı?

        Saygılar.”

        ***

        Bu mektubu, kendisi de en başından ismiyle yazdığı için, öyle verdim.

        Suçlu-suçsuz ayrımı yapamasam bile, cesaret üzerine ayrımlar yapabilirim.

        Eş, anne, kadın, vaize” henüz darbeden önce dahi o kadar aktif ki zaten.

        Bir Bartın haberi şöyle diyor:

        4 ila 6 yaş grubu çocuklar Kur’an Kursu’nda okuma bayramına katıldı. Açılış konuşmasını Vaize Şule Soyal Şenol, kapanış konuşmasını ise kurs yöneticisi Şeyma Gökçen yaptı.”

        O yüzden öfkesi de “utancı” da, “Neyin mücadelesi ve kime karşı?” soruları da o bağlamda daha güçlü olmalı.

        ***

        Hakikaten “başörtüsü mücadelesi”nde de rastladım. Sadece 28 Şubat değil; AKP iktidarında da, 2008’de binden fazla kadının imzaladığı bildiride:

        Söz konusu özgürlükse, hiçbir şey teferruat değildir.

        Biz henüz özgür olmadık…

        Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti:

        Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.

        Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız.

        Ta ki, Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuku ve psikolojik ortam oluşturulmadan…

        Acımasızca işlenen cinayetlerin sorumlularına ulaşılmadan…

        301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan…

        Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan…

        Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini kültür merkezi olarak görmekte ısrarda vazgeçilmeden…

        Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden…

        Yasakçı zihniyet bize nerelerde, nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden…

        Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyüm engel YÖK kaldırılmadan…

        Kısacası;

        12 Eylül darbe anayasasını esamisi okunmayacak şekilde kaldırıp yeni, sivil bir anayasa yapılmadan mutlu olamayacağız.

        Birimizin diğeri için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiçbir özgürlük tam özgürlük değildir.

        Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskı ve dayatmanın karşısında olacağız.

        Unutulmamalı ki;

        Gökler ve yerler adaletle ayakta durur’ (HZ. Muhammed)

        ***

        Bildiriyi Nihal Bengisu Karaca da hatırlayacaktır; Özlem Albayrak, Hilal Kaplan ve başkaları da. Onların da imzası var.

        O zaman bu şaşkınlığı, bu acıları da önce en iyi onlar anlamalı.

        Şüphe de etmesinler, çünkü o sıra Zaman bildiriye “Ancak 3 gün sonra, o da iç sayfalarda” yer vermiş. Alev Alatlı’nın yazısı “Daha ülke bunlara hazır değil” diye sansürlenmiş! Bildirinin başlığı da muhtemelen Gülen’in 28 Şubat dönemi “Başörtüsü füruattır-teferruattır” sözüne göndermeydi.

        ***

        Vaize Şule Hanım için bildiri bugün de çok geçerli. Oradaki kaç imzacı bugün acı çekiyor veya paylaşıyor, bilmiyorum ama hepsi bildiriyi bir daha okumalı:

        Başörtüsü özgür olsa da biz özgür olamayız” diyen o cesur çıkıştaki maddelerden “başörtüsü” dışında herhangi biri gün yüzü görebildi mi?

        Tamam, darbeci var, terör var ama o günler de vardı.

        Bir daha sorayım:

        Biz henüz özgür olabildik mi?

        Siz henüz özgür oldunuz mu?

        Diğer Yazılar