Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İsrail devleti şiddetini, zulmünü tartışacak değiliz.

        Vicdanımızın, öfkemizin, insanlık halimizin tartışmasız isyanıdır bu.

        Ama, o şiddet ve zulüm karşısında iddialı bir devlet varsa…

        Sevse de sevmese de…

        Sevsek de sevmesek de…

        O devlet bizim devlet ise…

        Şiddet, zulüm ve hoyratlığını; insanı böyle ucuza saymasını hep tartışacağız.

        İstediğiniz tıraşı yapabilirsiniz…

        Ama aynaya bakmadan tıraş olmuyor Sultanım!

        Bir yerlerimiz hep kesik içinde kalıyor.

        ***

        İki yıl içinde iki oğulları birden elinden alınan, o ne kelime, yok edilen, cesetlerinden bir iz dahi bırakılmayan bir ana, baba oldunuz mu hiç?

        Sene 1992… 6 Ekim. Polis, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Ayhan Efeoğlu’nu gözaltına aldı. Bursa’dan babası koştu, geldi. Ama oğlundan hiçbir iz bulamadı.

        İsrail devleti” daha doymamıştı; 5 Ocak 1994’te bu kez Ayhan’ın ağabeyi, İnşaat Mühendisi Ali gözaltına alındı. Baba yine İstanbul’a koştu. Ama bir oğlundan daha hiç iz bulamadı.

        Sene 2011; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin “seçkin” özel harekat polislerinden Ayhan Çarkın itiraf ediyor ki, adaşı öğrencinin cesedini, “içeride parçalara ayrılmış paketi” kendisi taşımıştır. Devlet ve amir emriyle, memur eliyle ormana atılmıştır.

        ***

        Böyle binlerce cesedimiz var ey onurlu, gururlu milletim!

        Sadece 50 bin ölümüz değil; binlerce kayıp cesedimiz.

        Bu cinayetler üstünde, bu kayıplarla doldurulmuş topraklar üzerinde bir devlet ve millet nasıl huzur bulabilir!

        Efeoğlu kardeşlerin annesi Feriha Hanım çoktan felç; “çocuklar yurtdışındaymış” yalanıyla bugüne kadar hayata öyle tutunabilmiş.

        Babaları Emekli Astsubay Osman Bey eşinin elini tutarak bugüne gelebilmiş.

        Diyor ki, “Yavrularımın katillerinin peşine düşemeyecek kadar yaşlandım. Bu bana çok koyuyor.”

        Yine de, evlatlarının ruhuna bir huzur umuduyla, onları ve yüzlercesini yok eden siyasi, idarilerin iki yakasına uzatıyor elini.

        Cumartesi Anneleri”nden bir baba onca yıldır iki evladının akıbetini soruyor.

        Ve biz zulmü sadece eloğlunda arıyoruz!

        ***

        Vicdanımızın ötesinde, devletimiz ve siyasetimiz de, uluslararası suların güvencesinde katledilmiş “cesur” Gazze yolcuları için öfke ve isyan dolu.

        Bu sütun da her zaman o öfkenin bir parçası oldu.

        Ama kaç yüzümüz var bizim?

        Bu nasıl bir devlette devamlılıktır ki…

        Bir önceki iktidar dönemi, cezaevinde kıstırdığı “kendine emanet” tutuklu ve mahkumları delik deşik, gaz gaz, alev alev yakıyor…

        Şimdi, bir cezaevi aracında, kelepçe, zincir ve hücreye sıkıştırdığı “kendine emanet” mahkumları ölüme mahkum ediyor; sonrasında hiçbir derin sıkıntı duymadan kül ediyor.

        Bütün bunların utancını duymadan, nasıl bir gurur ve vicdan iddiası mümkün Hocam!

        ***

        Ne olurdu şimdi de; iddianamesi henüz çıkmış “Ergenekon tutuklusu” gazeteci, Doğan Yurdakul, kanserli eşini son bir kez görebilseydi.

        Kim olursa olsun kişi; bir kaybının son kez elini tutabilseydi.

        Henüz sadece tutuklu olan bir insan, hiç olmazsa hayat arkadaşının son nefesinde ölüme mahkum edilmeseydi.

        Her cenazede helalleşen bir inanç ve kültür; en kötülerin arkasından bile “iyi bilirdik”i esirgemeyen bir son yolculuk adabı, nasıl olur da bir insanın ölüme yatmış karısıyla vedalaşması karşısında İsrail’in Filistinlilere çektiği duvarlar gibi kaskatı kesilir!

        ***

        Vicdanımız olacaksa; Gazze’den İstanbul’a; Trablus’tan Ardahan’a; Somali’den Ayhan’a, Ali’ye koşturmak için de olsun.

        Bir hukukumuz olacaksa; kayıplarımızdan, ayıplarımızdan, utançlarımızdan, insanlık hevesimizden de beslensin!

        Not: Bugün Taksim. Öğretmenliklerini isteyenler, verilmiş sözün tutulmasını bekleyenler yürüyor. 200 gündür tutuklu gazeteciler “Ahmet ve Nedim’in arkadaşları” yürüyor.

        Diğer Yazılar