Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Öyle mümbit ve öyle çoraktır ki bu topraklar…

        Çatlağına, fayına; yarığına, kırığına özür yetiştiremezsin.

        İster toplu, ister tek tek!

        ***

        Tahir Canan “siyasi amaçla adam öldürmek” iddiasıyla tutuklandığında Hayrettin Eren 24 yaşındaydı.

        Sene 1978’di.

        Hayrettin Eren 12 Eylül askeri darbesinden sonra (ilk kayıp) olarak gözaltında yok edildiğinde Tahir Canan hapisteydi.

        Sene 1980’di.

        Şimdi sene 2011. O da bitmektedir.

        Canan, kabul etmediği, delillerin yetmediği, kanunların değiştiği bir suçla 30 yılı hapiste geçirdi. Hala içeride.

        Eren’i bir pazar güneşe dahi çıkarmadılar. 30 yıldır kayıp.

        ***

        Devlet ve adalet, katliam yapanların, hadi mebus olmasın da, pekala serbest ve itibarlı olabildiği bu ülkede, Canan’ı, kanunu kalmamış suçtan ötürü, yanlış yorum ve eksik evrakla inatla zincirledi.

        Tahliye oldu, tekrar içeri. Umut doğdu, tekrar bitti.

        Devlet ve adalet Hayrettin Eren’i ise aramadı dahi. Sıkıyönetimin, idamcı darbenin, işkencecilerin elinde kaybolmuş bir evladın akıbetini bildirmedi annesine.

        ***

        Tahir Canan’ın oğlu İlhan diyor ki:

        78 doğumluyum. Babam 30 yıl 5 aydır cezaevinde. 12 Eylül ile hesaplaşmadan bahsedilen dönemde, babam cezaevinde unutulan adam. Sıkıyönetim mahkemeleri ve DGM kararlarıyla cezaevinde. Bugün o mahkemeler artık yok, ama onların sonucu cezaevinde olan babam hala içeride. Kırcılar, Ağcalar, depremlerde onca cana mal olanlar özgür, babamın 2025’e kadar yatacağı söyleniyor.”

        ***

        Başbakan bir süre önce, daha evvel “Kim bunlar” dediği “Cumartesi Anneleri” ile görüşmüştü. Oğlu Cemil’in kemiklerini arayan Berfo Ana da oradaydı; Hayrettin’in annesi Elmas Hanım da.

        Başbakan’a dedi ki:

        Oğlum da top oynardı. Onu tanıyor olmalısın. Oğlumu o semtte herkes tanırdı. Belki birlikte top oynadınız. 30 yıldır, çiçeklerle donatacağım bir mezarın peşindeyim. Oğlumun tek bir kemiğine bile razıyım. Senden oğlumun mezarını istiyorum.”

        Başbakan o tarihte annesini kaybetmemişti. Görüşmeye katılanlara göre, bir annenin bu sözlerinden çok etkilenmiş görünüyordu.

        Ama o gün bugün “Evladın bir kemiği” dahi görülmedi!

        ***

        Elmas Hanım ile eşi Kemal Bey 80’lerinde.

        80’lerinde, oğullarının bir tek kemiğine razılar; ki çiçeklerle bir mezar donatsınlar!

        Fakat devlet çok da ilgisiz değil.

        Geçen yıl devlet onları karakola çağırmış; Hayrettin’i arıyormuş; asker kaçağı diye! Seçimlerde de Hayrettin’e oy pusulası gelmiş; ana, baba aylarca kendine gelememiş.

        ***

        Tahir Canan, yaşadı ama, ne yaşar ne yaşamaz!

        Hayrettin Eren yaşamadı ama, devlet ona ne yaşar ne yaşamaz muamelesi yaptı.

        Oysa dışarıda bir eş, dört evlat, Tahir Canan’ın 30 yıl sonra bir özgür nefesini bekliyor artık.

        Dışarıda bir ana, baba, iki kardeş; 30 yıl sonra bir kemiğini bekliyor Hayrettin’in:

        Birkaç dil bilen, gitar çalan, Beatles söyleyen, resim yapan bir delikanlı”dan tek bir kemik!

        ***

        Tahir Canan’ı 12 Eylül cezalarında 30 yıldır unutan devlet, adalet, cumhuriyet ve demokrasi; Hayrettin Eren’i de gözaltına aldığı 21 Kasım 1980’den itibaren “Devlet Refleksi Mezarlığı”nın “İşkencede Kayıplar” parselinde 30 yıldır yok etti.

        Hayrettin’in o gün kullandığı Murat 124 oto Gayrettepe Emniyet’in bahçesindeydi; ama kendi resmen yoktu!

        Yok dediler ve alt katta işkenceye devam ettiler. Aynı yerdeki tanıklara göre, 8 gün sonra Hayrettin’in sesi kesildi…

        Devleti kurtaran darbecilerin, işkencecilerin sesi tüm çığlıkları bastırdı!

        ***

        Bir kasım sonu, bu cumartesi, Galatasaray’da, Hayrettin’in akıbeti sorulacak yine.

        Bir kasım sonu, eşi ve çocukları, Tahir Canan’ı özgür kılabilecek bir haber soracak yine!

        Rıza ile ceza!

        T.C’nin N.Ç. hakkındaki nihai hükmünün tercümesi şudur:

        18 yaşına kadar…

        Fikri fikir…

        Hayali hayal…

        Sevdası sevda sayılmayan bir çocuk

        13 yaşında, “rızasıyla” 26 büyük erkeğin tecavüzüne izin verirken reşittir!

        Devletin ve adaletin töresi belki de bu.

        Sözde namus için kızını katleden, sevdalanan kızını ölüme mahkum eden, tacize uğrayan kızları intihara teşvik eden, kan kovalamaktan asla bıkmayan “töre babaları, ağaları”nın devlet ve adalet olarak sureti böyle!

        13 yaşında bir kız, devleti önce, yerel bürokratı, askeri ve onların kankalarıyla küçücük bedeninde acıyla tanıdı.

        Şimdi, 18’inde, tecavüzün nihai darbesiyle tescil ediliyor vaziyet.

        Oysa bu hukukta basılmamış kitabın dahi uzun tutukluluk cezası var!

        Ama, kesinleşmiş bir çocuk linçi, “rıza”ya havale!

        Rıza… tahrik,,,” gibi ince hususlar, bir düzenin kadim bekçileridir.

        Güçsüzlere darbelerin, tahakkümün, linçlerin, mermilerin ve hatta katliamların zırhı, kalkanı.

        N.Ç. T.C.’nin bu ağır geleneğinin altında kalmış küçük bir bedendi sadece!

        Artık konuşulacak olan “Rıza” şudur belki de:

        13 yaşında bir N.Ç.’nin 26 erkeğin seri cinsel saldırısına uğramasındaki “rıza”dan ziyade…

        T.C.’nin devlet ve adalet sisteminin, çocukların, kızların, kadınların maruz kaldığı şiddete verdiği rıza!

        12 yaşında bir çocuğa 13 kurşuna da rıza…

        13 yaşında bir kıza 26 tecavüze de rıza!

        Diğer Yazılar