Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Klişe laftır:

        Polis cinnet geçirdi, ailesini öldürdü. Asker cinnet geçirdi, üstünü vurdu.

        Al sana cennet, al sana devlet, al sana cinnet!

        Dağda bayırda tek tek vurulan çobanlardan, çocuklardan sonra, sıra “yanlışlıkla katliam”a geldi.

        Paranoyanın, aptalca istihbaratın, kendi topraklarını tanımamanın ama kolayca bombalamanın, sayıyla mı verdilerin, hesap vermezliğin uç noktası.

        Tarihi boyunca “kaçakçıya, eşkıyaya karşı” diye, topraklarını mayınlayabilen, paramparça bir nüfus yaratan devlet geleneğinin son halkası.

        Dersim, Çorum, Maraş’lardan, mezbaha cezaevlerinden, yakılan köylerden, yargısız infazlardan, binlerce kayıptan, toplu mezarlardan, kaderine terk edilmiş karakollarda ölüme yatırılan gencecik askerlerden, Heron ihanetlerinden, eğitimde diskoda onca “zayiat”tan, alev alev ormanlardan sonra; “terörle mücadele”de yeni aşama:

        Terörist sanılan…

        Ama aslında kaçakçılık yaptıkları sanılan…

        Hayatları hayat sanılmayan…

        Köylülere, F 16’larla saldırı!

        30 kadar alev alev, kömürden ölü!

        Şimdi Suriye’ye, İran’a filan laf edin olur mu!

        Hatta sivilleri vuran İsrail’e, NATO’ya filan da!

        Bu güvenlik değil, cinnet kültürüdür ve maalesef öteden beri devletin temel direği halindedir.

        Hakiki bir demokratik hukuk devletinde bunun bedeli çok ağır olur.

        Gelsin İçişleri Bakanı, şimdi ayrık ölüleri tere ölülerden ayırsın bakalım!

        Hele bir hesap versin asker ve sivil devlet…

        Hele bir hesap versin cinnet!

        ***

        Silahların gölgesinde 50 bin ölünün sorumluluğunu taşıyan tüm cinnetlerin bitmesi dileğiyle!

        Al sana bölücülük!

        Hani birbirinizle mutabık, sık sık “bölücü” arıyorsunuz ya…

        Hiç gerek yok.

        Bir ötekinize bakın!

        ***

        “Laik büyük sermaye”nin seçkin temsilcilerinden Borusan çok kızmış.

        Çünkü, “Mini” tanıtım kampanyası için anlaştığı “Başörtüsüz Ralli şampiyonu” , otomobili “başörtülü gazeteci” arkadaşı ile test etmiş.

        Sponsorluk anlaşması hemen iptal. Çünkü imaj bozuluyor!

        Öyle işte.

        Siz sermayelerinizle iktidar kapısında eğilip bükülürken imaj şahane; ama iş arabaya binmeye gelince, çarpın gitsin bir kadının kimliğine; çarpın ve bölün!

        ***

        “Boru” böyle, “Baro” da!

        İstanbul “Baro”sun da stajyer avukatlar başörtülü ise, haz etmiyor.

        İtekliyor.

        Çünkü hak, hukuk, hakkaniyet, özgürlük bu!

        Cumhuriyetçi geçinecek ama ayrımcının dik alası olacaksın!

        ***

        Ki “muhafazakâr demokrat” ile kapışırken de kopya karbon benzeşin bir ötekinize.

        Büyük şirketin yahut büyük baronun ayrımcı fetvacılığını al; götür “tere ile ayrık otu karışık” diyen İçişleri Bakanı’nın ayrımcılıklarıyla kucaklaştır.

        Sonra bacadan indir, “Noel Baba” bahanesi bir yana, başka inançları aşağılayan müftü ile şöminenin önünde diz dize oturt. (Tabii, müftü yaygın bir zihniyetin orta yerindeki “şaka” gibiyken, zaten dışlama üstüne kurulmuş Diyanet’in ona inceleme başlatması da bir şaka!)

        Sanmayın ki biri bir uçta, diğeri öteki uçtadır.

        Bu bir fasit dairedir; 360 derecelik turda iki uç aynı noktada buluşur.

        ***

        Kadının başörtülüsünü otoda, Boru’da, Baro’da istemeyen muhafazakâr cumhuriyetçi ile…

        Kadının evli, nişanlı yahut boşanmış gibi “medeni şeyleri” olmadan bir erkekten dayak yiyenini, şiddet görenini “koruma dışı” bırakan muhafazakâr demokrat, sözde ayrı, özde birdir!

        Sözde cumhuriyetçi, sözde demokrat; özde dışlamacı, ayrımcı, bölücüdür!

        ***

        O yüzden…

        Hiç “birlik, beraberlik ve bölünmez bütünlüğe kastetmiş bölücüler” aramayın başka yerlerde.

        Sizler “birlik”ten insanca, herkesin şahsiyetine ve haysiyetine saygılı bir şey anlamıyorsunuz ki.

        Beyniniz ayırmaya, bölmeye, dışlamaya, aşağılamaya kodlanmış…

        İşyerinde, okulda, sokakta, orduda, hukukta, siyasette; enine, dikine, verevine bölüp duruyorsunuz.

        Bir ötekinizin ayrımcı suratında bir diğerinizin dışlamacı suretinin sırıtması bundandır!

        Bu memleket tarihinin ve makus talihinin büyük felaketleri; küçük sanılan böyle işlerdeki tiksinti verici ayrımcı, bölücü, nefret dolu tıynetlerin katliam mertebelerine sıçrayan patlamalarıdır!

        Bazen insanları tek tek kırarak…

        Bazen toplu halde kıyarak!

        İtiraf!

        Devlet resmen kabul etti.

        1992’de ve 1994’te gözaltına alınan Ayhan ve Ali Efeoğlu kardeşler “kaybedildi”!

        Zaman aşımıyla kapatılmak istenen bir dosya, ailelerin, insan hakları mücadelesi verenlerin, tüm kayıp yakınlarının dayanışması ve “ben de gömdüm” diyen bir polisin itiraflarıyla açık kaldı.

        Şimdi hukuk da gereğini yapmalı.

        Daha binlerce gözaltında kayıp itirfları, itirafçıları, adaleti bekliyor; en azından ruhlarının bir huzur bulması için.

        Van davaları!

        Yakınlarını, varlıklarını yitirmiş insanlar adalet aramaya kalkarken de ürküyor.

        Depremden sonra dava açmak isteyeni maddi yük ürkütüyor; birçok avukat dahil, 4539 sayılı kanunun yürürlükte olup olmadığı “tam” bilinmiyor.

        1999 depreminden (6 ay) sonra çıkan kanun, “doğal afet” mağdurunun hak arama başvurusunda belirli ücretlerin alınmamasına dair.

        Kanun diliyle “adli müzaheret”!

        Yüksek Mahkeme kararlarında, “Ruhsatsız binada ölen, yaralanan, mal varlığını kaybedenler”in dahi, “İdarenin (belediyenin) inşaat aşamasında yürütmesi gereken faaliyetleri gereği gibi yerine getirmemesi sonucu oluşan hizmet kusuru oranında tazminle sorumluluğu” gibi hususlar da var.

        Felaketleri bitmişmiş gibi, bedava ilaç dahi kesilmek istenen Vanlıların (ve tüm afet mağdurlarının) dikkatine!

        Diğer Yazılar