Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir kere, nasıl devlet iseniz, öyle kahve muhabbeti gibi de olsa,“savaş planı” konuşuyorsunuz, o bile dinlenmiş!

        Tamam, nasıl birileri ise, devletin en ince sırlarına elini, burnunu, kulağını sokmuş.

        Fakat hiç tamam olmayan şu:

        Bu sesler, bu sözler doğruysa; devletin en üst iki Dışişleri sorumlusu, en üst istihbarat sorumlusu, bir de ikinci büyük TSK sorumlusu oturmuşlar, “Nasıl savaş çıkar” konuşuyor.

        Çünkü “birkaç şehitten ne olur”; çünkü “barış süreci” var; çünkü sıvasız hanelerin çocukları sayısız; çünkü Genelkurmay 2. Başkanı için, bırakın erleri, astsubaylar çaycı; çünkü o astsubaylar arasından çıkma istihbarat sorumlusu çayı çırayı, sınırı sınır ötesini, enformasyonu provokasyonu karıştırmış!

        Şimdi her tarafı vatana ihanetle suçluyorsunuz; elbet, “devlet ciddiyeti”nde olacak iş değil bu.

        Ama sizinki de “devlet cibilliyeti”nde insana, hakikate, barışa ihanet!

        Oyunu aldığınız analara, babalara, evlatlara da.

        Para sesi duyulmasın; silah sesi, top sesi duyulsun. Çocuklar sessizliğe gömülsün.

        Dinleyenler, yayanlar, tamam, adi! Ama duyulan tamtamlar ne!

        Şimdi hiçbir şey duyulmasın, görülmesin, bilinmesin, konuşulmasın istiyorsunuz.

        Lakin koktu bir kere!

        Hep en doğrusunu biliyordunuz!

        12’inci yılına giren bir iktidar var…

        Yanılmaz, şaşmaz bir kibir ve neredeyse tepeden tırnağa yanılgı!

        Kürsüye bakarsan, her şeyi bilen, en iyi bilen, tek bilen.

        Oysa baştan sona pişmaniye!

        Üstelik sizin keşfetmenize gerek yok. Bizzat kendisi tüm yanılgıları sıralıyor.

        ***

        Esad kardeşimizdi. Suriye’de yine diktatörken, eşli ziyaretler, birlikte pozlar.

        Sonra Esed oldu.

        Bu kez kardeşimiz “özgürlük savaşçısı muhalifler”, özellikle “El Kaide türevleri”ydi.

        Para, silah, istihbarat, sınırlar, TIR’lar, canlar… Ayaklarına serildi.

        Şimdi kimi “mühelif”!

        Geliyor toprağında canını alıyor. Gidiyor, o topraklarda türbeyi tehdit ediyor.

        “Barış” deyip iç savaş körükledikten sonra aklınız şimdi savaşta.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Mısır ve S. Arabistan ile kanka askeri tatbikatlar yapıldı.

        Bugünün darbeci ordularıyla askeri sırlar paylaşıldı.

        Bahardan nefret eden Suudiler ile sözde “Arap baharı” yatırımı yapıldı.

        Mısır’da kanlı darbe oldu; “sizin” S.Arabistan organizasyon komitesi başkanı.

        Ne öngörü, ne derinlik!

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        İsrail’i anlatma.

        İsrail uçakları, ortak tatbikat bahanesiyle Konya’dan kalkıp sınırın Suriye tarafında bomba, Türkiye tarafında yakıt tankı bırakınca, gıkımız çıkmadı. Üstü örtüldü.

        Sonra Van Minüt, tamam. Sonra İsrail’i kollamak için kalkanlar dikiliverdi buralara.

        Mavi Marmara, Gazze içindi, tamam. İnsanlar öldürüldü. Şimdi paraya çevrilip onların hatırası üzerinden uzlaşılacakmış İsrail’le.

        Gazze’ye gidilecekti. İsrail’e gidilir belki.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Ergenekon, Balyoz, ıslak imza vesaire.

        “Hükümete karşı darbe” idi.

        Şimdi “Orduya kumpas” oldu!

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        “Kozmik oda” ülkenin kanının, kirinin aydınlatılması demekti.

        Şimdi havuz medyanız onun da “kumpas” olduğunu yazıyor.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Polis toptan “kahraman”, tüm yazdığı “destan” idi.

        Poliste kısa sürede sizin kadar sürgün yaratan olmamıştır artık.

        Havuz medyanız “düşman polis listeleri” yayınlayıp hedefe koyuyor.

        Yargıçlar, savcılar bağımsızdı; hukuk buydu. Her şey hukuka uygundu.

        Yargıyla kısa sürede sizin kadar oynayan çıkmamıştır artık.

        HSYK kendi mamulünüzdü. Demokrasi şahikasıydı.

        “Yanılmışız” diye dağıttınız.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        KCK davaları, kelepçeleri başka ülkede, başka iktidar zamanı olmuştu!

        O vakit hepsini normal saydınız; “paralel devlet” dediniz.

        Şimdi tahliye bir yana, Başbakan Yardımcısı, “Ben çok üzülmüştüm o vakit” diyor.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Şike davası üstlendiniz, şimdi “kumpas” diyorsunuz.

        “Baykal kasedi” yaydınız, “kumpas” dediniz.

        Her birinde öyle böyle kendi sesiniz vuruyor artık kıyıya.

        Ama hep en doğrusunu söylüyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        KPSS, ÖYS vesese… sınavlar hep hakkaniyetliydi.

        Şimdi “kumpas” diyorsunuz.

        Ama hep en doğrusunu söylüyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Cemaati öven, ne istediyse veren; istihbarat, Emniyet ve yargının kilit noktalarına taşıyan, Cemaat parasıyla dünyayı dolaşan havuz ördeklerine yağlama yıkama yaptıran sizdiniz!

        Şimdi “terörist, çete, paralel devlet, örgüt, Haşhaşi, vatan haini, kumpasçı” diyorsunuz.

        Bir bakan “Bu yapıyı biz yarattık. Son 11 yılda güçlendi. Para toplarken polis ve savcı bile destek oluyormuş” diyebiliyor.

        Ama hep en doğrusunu biliyordunuz, en doğrusunu söylüyordunuz, en doğrusunu yapıyordunuz!

        ***

        Şimdi diyorsunuz ki, misal Baykal meselesinde…

        “İnancımız gereği biz bu tür ahlaksızlıklar yapmayız”.

        Tabii, doğrudur! Çünkü hep en doğrusunu biliyor, söylüyor ve yapıyordunuz!

        Onca insanın hayatı ve haysiyetiyle, onca çocuğun kaderiyle oynamış bu bilmişliğinizle helal olsun size!

        Onun da Elif’i var!

        Bir tarafta 9 yaşında bir Mehmet arkadan başına nişan alınmış bir gaz kapsülüyle düştü…

        Hemen ardından 33 yaşında bir anne, bir arabada kıstırılmış polis Zeynep Özçelik.

        İkisinden birini kınamak, ikisinden birine yanmak vicdanı yarar.

        “Biri çocuk, biri polis” de olsa, ikisinde de namertlik var.

        Birinde çocuğun kafasına nişan alan polis…

        Diğerinde bir arabanın içinde, bir bekçi ve bir siville, sadece oradan geçmek isteyen bir karakol polisine, bir kadına, bir anneye kıstırıldıkları arabada Molotof kokteyli atıp yakan bir kalabalık.

        Birinde güçsüz bir çocuğa vurabilen biri…

        Birinde olay dışında, kendi yolunda kalabalık karşısında güçsüz birini kıstırıp yakanlar.

        Ayıracak sebepler bulmaya uğraşırsanız, o sebepler hepimizi yakar.

        Şimdi elde ne var:

        Bir yanda, babası, annesi iyileşsin diye duacı küçük Mehmet…

        Bir yanda, astsubay babasıyla birlikte annesi iyileşsin diye yalvaran minik Elif!

        Unutmayın…

        Hep çocuklar!

        Diğer Yazılar