Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Büyük taarruz”un yıldönümünün ertesi, saat 20.30 suları.

        30 yaşında, iki çocuk babası Metin Yayla, büyük ilaç şirketinin Gebze fabrikasında temizlik yaparken…

        Kafası, düşen taşıyıcının altında sıkışıverdi.

        Kısa süre önce büyük kulüp Galatasaray’ın büyük kapısının başını ezdiği medya işçisi Erkan Koyuncu gibi.

        Petrol-İş “feci şekilde can verdi” diye açıkladı.

        Sandoz’un ne açıklama yaptığını göremedim.

        Ama sitesinde, “çalışanlar”la ilgili şu yazıyordu:

        “Hem kişisel hem profesyonel yaşamlarına tutku ve enerji kazandıran kişilerle çalışmanın gücüne inanırız.

        Çalışanlarımıza gelişim ve kariyer açısından sayısız fırsat sunarız.

        Çalışanlarımızın çalışma azimlerini ve işlerine duydukları bağlılığı her fırsatta ödüllendirmekteyiz.”

        ***

        26 Ağustos Afyon… 9 Eylül İzmir.

        1922’de yeni bir devletin hemen öncekinin küllerinden doğmasını sağlayan “Büyük Taarruz” süresi.

        Zirve noktası ise bugünden tam 92 yıl önceki “Başkomutanlık Meydan Muharebesi”.

        “Büyük Taarruz”un kayıp dökümünü “şehit sayısı” Sabahattin Selek “Anadolu İhtilali”nde şöyle verir:

        122’si subay, 2 bin 542 şehit.

        381’i subay, 9 bin 977 gazi.

        1919-22 arası; “İstiklal Savaşı”nın kayıp dökümü de şöyledir ona göre:

        9 bin 167 şehit, 31 bin 173 gazi.

        Hastalıklardan ölen asker sayısı “muharebede şehit düşen sayısı”nın 2.5 katıdır.

        ***

        “Büyük bir savaş”ın, tarih boyu “yoksul Anadolu çocuklarının, mermi taşıyan kadınlar”la anlatılan “Anadolu İhtilali”nin, o büyük savaşın, büyük taarruzun dökümü bu.

        Ve 92 yıl sonra, 30 yıl boyunca bir başka “savaş”ta “Anadolu’nun yoksul çocukları” birbirlerinden 50 bin kişiyi öldürdükten sonra gelinen (ama Lice’de gençlerin, Diyarbakır’da polislerin hala öldürüldüğü) “Barış”ta istatistiğimiz şudur:

        Yoksulluklarını bir iş umuduna taşıyanlar, o kağnıyla mermi yüklenmiş anaların torunları ve sıvasız hanelerini sırtlamış anaların evlatları, sadece işyerlerinde maruz kaldıklarıyla, her yıl Büyük Taarruz şehitleri sayısında toprağa düşüyor.

        ***

        Bu nasıl bir barıştır ki…

        Bu esasen nasıl bir savaştır ki…

        “İş kazalarında her yıl bin ölüm” diye yuvarlarken biz…

        SGK’ya göre, “iş kazası ve meslek hastalığından ölüm sonucu aylığa hak kazanan dosya sayısı” üzerinden, ölüsü bir şey kazanmış gibi yapılan “ölü işçi sınıfı”na her yıl 2 bin 900’dan fazla işçi katılıyor.

        2013, Soma’sız, yani çoğumuzun bu ölümlerin hiç farkında olmadığı bir yılda 2 bin 978 kişi.

        Henüz Soma’sız 2014 Nisan dönemi, 908 kişi.

        2005’te 1675 iken, 2010’da 3 bin 40’a fırlayan, 2011’de 2 bin 984, 2012’de 2 bin 575 diye devrilen o meşum rakam.

        “Survivor” izleyen bir millet belki daha kolay anlar ya…

        Kuru SGK istatistiğinin, bir de ölümün İngilizcesinden “Survivors of the dead employees”, yani “Ölü işçilerin yaşayan yakınları” diye saydığı ortalama bire iki kişi; dullar, yetimler.

        2005’ten bu yana, daha 10 bile tam dolmadan, “kaza” denenler ile işyerinde kapılmış hastalıklarla, bazen kısa sürede, bazen daha sonra verilen canların toplamı, 22 bin insan!

        Yılda 7 bin 500 kişiyi bulan “Malullük, sürekli iş göremezlik” vakalarını da ekleyin isterseniz.

        Yılda 10 bin kadar insanı ölüm, sakat, iş göremez dosyası halinde öğüten bir piyasa ve büyüme bayramı!

        ***

        10 yılda iki-üç İstiklal Savaşı kaybı “şehit”i kadar ölüleriniz yatıyor; içtiğiniz ilacın, yediğiniz yemeğin, girdiğiniz binanın, gezdiğiniz AVM’in, emanet olduğunuz kışlanın, patlattığınız havai fişeklerin ardında.

        Bu “Büyük katliamın küçük insanları”nı ne yapacağız?

        Nasıl anacak, nasıl adlandıracak, vicdanımızda ve aklımızda nasıl tutacağız?

        Büyümenin, zenginleşmenin, 10 yılda 10 savaştan çıkmaların, 10 yılda 10 seçimle daha da yükselmelerin, havuz veya beyaz sermayelerin şımarıklıkları altında ezilmiş binlerce insanı hatıramızda nereye koyacağız?

        Soma’nın ölü işçilerinden utanıp madencilere haklar verirken dahi, o kefenlere torba yasa teğelleyip yine sermayeyi kayıran akıl ve vicdan tutulmasında, daha ne kadar böyle bir katliam yokmuş gibi davranacağız?

        ***

        Şöyle de hatırlarsanız belki:

        Afyon…

        92 yıl önce Büyük Tarruz’un başladığı…

        Ve 90’ıncı yıldönümünde gece yarısı cephaneliğe tıkılan 25 askerin paramparça edildiği aynı yerdir.

        Birine savaş denmişti…

        Diğerine barış deniyor!

        Biriyle hep gurur duyuldu da…

        Diğerinden en ufak utanç yok!

        ***

        Müsaadenizle bir de şöyle söyleyeyim:

        Yoksulların sırtında, yoksulların canıyla bir cumhuriyet kuruyorsun…

        92 yıl geçiyor…

        12’inci Cumhurbaşkanı Köşk’e çıkıyor…

        Yine yoksulların sırtındasın…

        Yine yoksulların canı pahasına.

        Diğer Yazılar