Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Milli Gazete, ki ne solcudur, ne Kürt gazetesi…

        6 Nisan 2012’de bir belge yayınladı.

        Belge, 12 Eylül darbesinin bir yıl kadar öncesinde, Kenan Evren’in Genelkurmay Başkanlığı’ndan İçişleri Bakanlığı’na yollanan, Korgeneral Suat İlhan imzalı bir metindi.

        “Almanların aldıkları önlemler” denerek, “Yargısız infaz” tavsiye ediliyordu.

        Yani “mahkemeye çıkarmadan yok etmek”!

        ***

        İşte 12 Eylül darbesini 34’üncü yıldönümünde sözde “mahkum etmiş” olarak anarken…

        11 Ekim 1999 tarihli o “vur gitsin” belgesi de 11 Ekim 2014’te, 35’inci yıldönümünde, “Artık ne polisin ne askerin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse onu yapacaklar” şeklinde törenlerle kutlandı!

        Daha önce de, “Gezi Parkı’na saldırı emrini ben verdim… (Şimdi birçoğu paralel ilan edilen) Kahraman polis destan yazdı” şeklinde idrak edilmiş, en son Okmeydanı’nda, hem de bir taziyeye gitmiş bir çocuk babası Uğur, uğursuz bir devlet mermisiyle cansız düştüğünde, “Polisimiz nasıl sabrediyor, anlayamıyorum” şeklinde tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlanmıştı!

        ***

        12 Eylül’ün yargılandığı bu yılki son duruşmada, 35 yıl önceki belge de “suç kanıtı” olarak mahkemedeydi.

        Bir açıdan bakarsan, o da mahkum oldu…

        Bir açıdan bakarsan, mahkumdu, bayram oldu!

        ***

        Cumhurbaşkanı’nın cumhurbaşkanı olarak o konuşmada söylediği bir önemli söz, “Ben de cumhurbaşkanı olarak böyle konuşmak istemezdim” kısmıydı.

        O vakit kendimize soracağımız soru şudur:

        Biz ister miyiz?

        Bir de kendisine soracağımız sorudur:

        İstemedinizse, neden böyle konuştunuz?

        Bir cumhurbaşkanı böyle değil, başka türlü konuşsa, bir yandan “barış süreci” derken, kendi “dil ve üslup süreci”ni de barışa münasip kılsa…

        “İç savaş” sahneleri ve şiddetinin en az iki, hatta üç, bir de devlet tarafı varken, ayrımsız konuşsa…

        Çok mu zor olurdu!

        ***

        Evren ile aynı lisan…

        Yargısız infazcılarla aynı hukuk…

        Sözde mahkum edilmiş o devlet şiddetiyle aynı hiddet geçerli olacaksa…

        12 Eylül 1980 niye mahkum?

        11 Ekim 1999 belgesi neden utanç verici?

        Bugün neden 12 Ekim 2014?

        “Ilımlı” eleman aranıyor!

        Böyle şeylerden de utanmıyoruz.

        ABD ile pazarlık yaptık; Işid ve Esed’a karşı “ılımlı silahlı muhalif yetiştirme enstitüsü” olduk.

        Bir zamanlar Panama filan böyle işler için gizlice kullanılıyordu.

        Son zamanlarda, kendileri de despotik olan Arap devletleri soyundu.

        Şimdi Türkiye, kendini avcı sayan ve öyle sanan bir av olarak, “ılımlı eleman” yetiştirecek.

        Fehim Taştekin’in dünkü Radikal yazısındaki “eleman kaynakları”nı okumanızı tavsiye ederim.

        Benim ekleyeceğim de şu:

        Bir davaya kalpten adanmamış yahut onun tarafından paralı asker yapılmamış kimse, elinde silahla ölüme gitmez kolay kolay!

        Ve bunun da, ister dini, ister etnik, ister milli; ılımlısı filan pek çıkmaz.

        Çünkü ölmek ve öldürmek, ılıman değil, alev alev bir iştir!

        Kısacası, Türkiye belki “kendim için kendimce eleman yetiştiririm” diye bakıyor da, bu işler hep “Kendim ettim, kendim buldum… Kendim vurdum, kendimi de vurdum” işleridir!

        Kibirle değil, sabırla!

        Yunanistan Milli Takımı’na artık alınmayan “Yaş 35, yolun yarısı eder” Gekas’ın, şampiyon Fenerbahçe başta, leblebi gibi gollerle ligin en golcüsü olduğu “süper” bir ligimiz var.

        Bakarsan, Çeklerin iki savunmacısı bizim ligde “yedek”. Ama yanılgı bu işte. Kulübeden gidip uçaktan inip takım oluyorlar.

        “Biz size topçu olamazsınız demedik, takım olamıyorsunuz dedik”tir futbolumuzun özeti.

        Grup lideri İzlanda’ya dudak bükerdik; Avrupa’nın dört yanındaki oyuncularla takım olmuş, üçleyerek koşuyor.

        Zaten artık 90 dakika küçülen bir takım yok.

        Bir Cebelitarık; o da çok yeni, gemileri yakmış zaten.

        Bakın “Avrupa’nın en zayıfları” sayılanlar, sonradan yenilse, hatta çok gol yese bile “dayanma-direnme süresi”ni kaç dakikaya çıkarmış:

        Malta, Norveç önünde 25 dakika 0-0 götürdü. Hırvatistan’da da 40 dakika dayanmıştı.

        Azerbaycan, İtalya’da 44 dakika 0-0, sonra da epeyce 1-1 götürdü. (Bir oyuncunun, hem de savunmacının, rakibe 2, kendi kalesine de 1 gol attığı tarihi maç!)

        Andorra, Belçika penaltıyla patlayana kadar 30 dakika 0-0 götürdü. Bale’li Galler önünde de direnci 22 dakikaydı.

        Kazakistan, Hollanda’da 61’de 1-0 öndeydi, 10 kişi kalana kadar direndi. 81’inci dakikaya 1-1 girdi.

        San Marino, İngiltere’de 24 dakika 0-0 götürdü.

        Liechtenstein, eski Yugoslav ekolünden Karadağ önünde maçı 0-0 bitirdi!

        Ermenistan, Danimarka’da 65’te 1-0 öndeydi.

        Arnavutluk, Portekiz’de 1-0 kazandı.

        En zayıflardan olmasa da, Slovakya, İspanya’yı yendi; Fenerbahçe sürgünü Stoch ile!

        En zayıflar, direnmeyi öğreniyor…

        Benim diyenin de, hem bunu, hem gol atmayı, hepsini takım olarak yapabilmeyi yeniden öğrenmesi lazım.

        Kibirle değil, sabırla!

        Diğer Yazılar