Atatürk'ün hikayeleri
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün hikayeleri
BİLİYORUM ÇOCUĞUM - - Hatay sorununda Fransızların zorluk çıkardığı günlerdeydi. Atatürk, sofrasına çağırdığı Fransız Fevkalade Komiserine içini döküyordu. - -Hatay işi, benim kişisel davamdır. Beni üzüyorsunuz. Korkarım ki, beni meseleyi başka türlü halletmek zorunda bırakacaksınız.
Atatürk bu sözleri Türkçe olarak yüksek sesle söylüyor ve herkes dinliyordu. Hazır bulunanlardan Kazım Paşa da onun sözlerini Fransızca'ya çeviriyordu. Atatürk'ün "Beni Üzüyorsunuz" sözü salona yansır yansımaz arka sıralarda bulunan bir genç ayağa kalkarak:
-Atatürk! Üzülme arkanda biz varız, diye bağırdı. - Atatürk birden başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kaşları kalkmış, ürkünç bir çehre almıştı. Salon birden derin bir sessizliğe gömüldü. Herkes Atatürk'ün gence sinirlendiğini sanıyordu. Oysa tam bu sırada gözlerini gence diken Atatürk, onun bu sözüne karşılık olarak:
Ata ya Hakaret eden Köylü - - Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Ata'ya bildirdiler. - -Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. - Atatürk sordu: - -Ben ne yapmışım ona? - Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar: - -Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan. - Bunu söyleyen o zamanın bakanlarından biridir. Bakana şu soruyu yöneltmiş: - -Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi? - -Hayır... - -Ben Trablus'ta iken içmiştim. Pek berbat şeydir. Köylü gene bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğiniz yerde, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.
Ata'nın Cevap Veremediği Tek İnsan..? - - Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi: - -Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...
Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş: - -Bu köşk kimin? - -Kirkor'un... - -Ya şu koca bina? - -Yargo'nun... - -Ya şu? - -Salomon'un...
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini "İstiklal" diye kışkırtırlardı. - Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi. - Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş: - -Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur: - -Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...
Atatürk ve Nöbetçi - - İtalyanların Habeş Harbi sıralarında idi. Ege kıyılarında kıta ve tahkimat komutanları çok titiz davranıyorlar, kıtaya herhangi bir yabancının sızması olasılığına karşı erleri sık sık uyarıyorlardı. - Bu günlerin birinde Atatürk'ün teftişe geleceği haber alındı. Atatürk beklenilen günde yanındaki erkanı ile geldi. Kıtaları teftiş edip dolaşmaya koyuldu.
Savunma mevzilerinden birine giden yolun dönemecinde Atatürk birdenbire durdu. Yanındakilere: - -Siz beni burada bekleyiniz, ben yalnız gideceğim, dedi. - Yanındaki komutanlar tereddütle birbirlerinin yüzüne baktılar. Fakat, tabii bir şey söyleyemediler. - Atatürk patikanın kıvrımını döndü. Koruganın hakim bir noktasında nöbet bekleyen Mehmetçiğe doğru yürüdü. Uzaktan gelen bir sivilin kendisine doğru yürüdüğünü gören Mehmetçik hemen silahına davrandı. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden gür sesi ile:
-Peki sen benim Mustafa Kemal olduğumu biliyorsun da hala neden yasak, diyorsun?... - Mehmetçik bir an durakladı. Herhalde teftişten haberi vardı. Fakat onun bildiği Atatürk, yanında kalabalıkla gelirdi. Böyle yapayalnız gelmezdi. Bir an daha düşündükten sonra kafasını salladı ve safiyetle yanıt verdi:
-Dur!... diye gürledi. - Atatürk bu kesin ihtar karşısında durarak: - -Sen beni tanımıyor musun? Ben kimim? - -Mustafa Kemal'sin komutanım.
-Komutanım, Mustafa Kemal'sin Mustafa Kemal olmasına ama... Düşmanların işine akıl sır ermez... Birini sana benzetir içeri sokarlar... Gözünü seveyim sen şu bizim yüzbaşıyı al birlikte gel, o zaman nereye istersen git! - Atatürk, geri döndükten sonra komutanlara bunu anlattı. Bu mert ve uyanık eri çavuşluğa yükselttirdi.
HATAY - - 1923 yılı Mart'ının On Beşi Pazar günüydü Atatürk, Adana İstasyonu'nda trenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları, "Yaşa varol!" sesleri arasında yaya olarak kente giriyordu - Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular Arkalarından bir kız daha göründü ve önüne geçti Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı Bu genç kızın kişiliğinde henüz tutsak bulunan İskenderun'la Antakya'nın Türk olan bütün halkı: - "Bizi de kurtar" diye yalvarıyordu
Herkesin gözleri yaşarmıştı, hıçkırıklarını tutamayanlar vardı. - Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi Genç kızın nutku bitince Atatürk'ün alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünde bir çelik parıltısı görüldü Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak: - -Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz! dedi - On altı yıl sonra Hatay sorunun en heyecanlı günlerinde, hasta ve bitkin olmasına rağmen, Hatay'a yakın olmak için tekrar Adana'ya gitti Dört saat ayakta durmak, birliklerin geçidini izlemek gibi olağanüstü bir dayanıklılık gösterdi Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü yitirdik.
İsmail Habib, bu konuyu şöyle bitirir: - "Hatay, Hatay! Seni kurtaran, aynı zamanda senin şehidin oldu!"
YANINA ALDIĞI İLK ER - - O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun? - Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun? - İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti: - - Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle! - Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.
İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR - - Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana: - - Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.
TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM - - Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı. - - Binbaşı mısınız? - - Hayır. - - Albay mı? - - Hayır. - - Korgeneral mi? - - Hayır. - - Peki nesiniz? - - Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi: - - Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..
ASKERLE GÜREŞ - - Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu: - - Sen güreş bilir misin? - - Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu: - - Haydi, bir de benimle güreş! - - Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı: - - "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"
KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR - - Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki: - - - Bu memleketin efendisi kimdir?
Düşündüm. Karşılığı o verdi: - - Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti: - - - Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!...
KAHRAMAN TÜRK KADINI - - 17Mart 1923 Tarsus: - - Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu: - - "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!" - Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi: - - "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."
BENİM ADIM ATA DEĞİL - - Atatürk'ün sinirlendiği önemli bir nokta vardı. Gazetelerde, kendisine "Ata" denildiğini okudukça şöyle dedi: - — Benim adım Ata değil, Atatürk'tür! Bazı gazeteler neden böyle yazarlar?
HAPI YUTARDI - - Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu: - -Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu? - Öğrenci,çabuk yanıt vermek için boş bulunup: - -Hapı yutardı...dedi. - Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi.
REKLAM advertisement1