Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        İslam Ansiklopedisi Vahi̇y Kâti̇bi̇ nedir?

        Kur’ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem’e yaklaşık yirmi üç yıllık bir süre içinde parça parça indirilmiştir. Sözlü olarak vahyedilmesine rağmen Kur’an’da ondan “kitâb” diye söz edilmesi Kur’an’ın hem levh-i mahfûzda yazılı olması hem dünyada yazıya geçirilmesiyle ilgilidir. Nitekim onun başta gelen isimlerinden biri Kur’an, diğeri kitâbdır; her iki kelimenin kökünde “toplamak” anlamı bulunur; ilkinde Kur’an’ın harf ve kelimelerinin sesli, diğerinde yazılı biçimde bir araya getirilmesi söz konusudur (Abdurrahman Ömer M. İsbindârî, s. 42-43). Resûlullah, nübüvvet hayatı boyunca nâzil olan âyetleri bir yandan tebliğ ederek ve namazda okuyarak onların ezberlenmesini sağlamış, diğer yandan bu âyetleri yazıyla tesbit ettirmiştir. Onun gözetiminde âyetleri yazıya geçiren sahâbîlere “vahiy kâtibi” (kâtibü’l-vahy) denilmiştir. Tamamı bir nüsha haline getirilmemiş ve sûreleri bugünkü tertibe göre sıralanmamış olsa da Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından yazıya geçirilmesinin sağlandığı hususunda müslümanlar arasında ihtilâf yoktur (İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, X, 15). Kur’an’ın Resûl-i Ekrem döneminde bir kitap haline gelmemesi, onun vefatından kısa bir zaman öncesine kadar vahyin devam etmesi ve nesih ihtimali gibi sebeplere dayandırılmaktadır.

        Kur’an’da, vahyedilen âyetlerin Resûlullah’ın emriyle yazıldığına dair açık bilgi yoksa da bazı işaretler bulunmaktadır. Bunlardan biri, müşriklerin Hz. Muhammed’in okuduğu Kur’an’ın başkalarına yazdırdığı eskilere ait masallardan ibaret bulunduğu şeklindeki iddialarını reddeden âyettir (el-Furkān 25/5). Abese sûresinde zikredilen (80/11-16) “saygın ve erdemli elçilerin ellerindeki değerli sahîfeler” ifadesinde geçen yazıcıların melekler, sahîfelerin de levh-i mahfûz olduğu şeklinde yaygın bir kanaat varsa da bu ikisini kâtipler ve Kur’an âyetleri diye yorumlayan müfessirler de mevcuttur (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XV, 68; Fahreddin er-Râzî, XXXI, 54; Ebüssuûd, V, 833). İbn Hacer, Beyyine sûresinin 2. âyetinin Kur’an’ın sahîfelerde yazıldığına delil teşkil ettiği görüşündedir (Fetḥu’l-bârî, X, 16). “Kitap” ve “sahîfe” mânasına gelen lafızların yer aldığı diğer bazı âyetlerin yorumunda da (meselâ et-Tûr 52/2-3; el-Vâkıa 56/77-79) benzer görüşlere rastlanmaktadır.

        Hadis literatüründe Kur’an’ın yazıyla tesbitine ışık tutan çok sayıda rivayet yer almaktadır. Vahyin Hz. Peygamber zamanında yazıya geçirildiğine dair en önemli delil, onun vefatından kısa bir süre sonra Halife Ebû Bekir zamanında Kur’an’ın bir araya getirilmesi çalışmalarına başlandığında âyetlerin tamamının farklı sahâbîler nezdinde çeşitli malzemeye yazılmış olarak bulunmasıdır (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 3; İbn Ebû Dâvûd, s. 6-10). Resûl-i Ekrem, âyetlerin nüzûlü esnasında vahiy kâtiplerinden birini çağırır ve bunları yazdırırdı. Özellikle Medine döneminde Resûlullah’ın yakın komşularından Zeyd b. Sâbit, yeni nâzil olan âyetleri yazmak üzere çağrılan ve yazı malzemesini de yanına alması tâlimatı verilen isimlerin başında gelir (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 4; İbn Ebû Dâvûd, s. 3). Öte yandan Resûlullah’ın, “Benim sözlerimi yazmayın, Kur’an’dan başka benim sözlerimden bir şey yazan varsa onu imha etsin” şeklindeki emri (Müslim, “Zühd”, 72) vahyin resmî kâtiplerin yanı sıra diğer sahâbîler tarafından da yazıya geçirildiğini göstermektedir. Nitekim kendileri yazamayacak durumda olan sahâbîlerin, ellerindeki sayfalarla Hz. Peygamber’in yanına gelip kâtip aradıkları ve istinsah işinin ücret karşılığı değil Allah rızası için yapıldığı nakledilmektedir (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 16). Şahsî nüshaların istinsah ve tashihinin de Resûl-i Ekrem’in gözetiminde sürdürüldüğüne işaret eden bu rivayetten hareketle Kur’an istinsahı için özel bir mekânın tahsis edilmiş olabileceği düşünülmüştür (M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, s. 23). Resûlullah’ın düşman bölgelerine Kur’an’la gidilmesini yasaklaması da (Buhârî, “Cihâd”, 129) ashap arasında âyetlerin yazılı şekilde bulunduğunu göstermektedir.

        Mekke döneminde nâzil olan âyetlerin Mekke’de yazıya geçirildiğine dair İbn Abbas’tan bir rivayet nakledilmekle birlikte (İbn Şihâb ez-Zührî, s. 32; İbnü’d-Düreys, s. 33) bunun ne zaman başladığı ve nasıl yürütüldüğü hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. İlk inen âyetlerin genelde kısa olması sebebiyle güçlü bir hâfızaya sahip Arap toplumunda hemen ezberlendiği ve o günün şartları sebebiyle vahiylerin düzenli biçimde yazıya aktarılması işine sonradan başlandığı düşünülebilir. Bununla birlikte bazı rivayetler yazım işinin Mekke döneminde de yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu rivayetlerin başında nübüvvetin beşinci yılında Ömer b. Hattâb’ın müslüman oluşundan söz eden rivayet gelmektedir. Nitekim Ömer’in kız kardeşinin evinde Tâhâ ve Tekvîr sûrelerinin ilk âyetlerini yazılı şekilde gördüğü ve okuduğu bu rivayetten anlaşılmaktadır (İbn İshak, s. 161-162; İbn Hişâm, I, 367-370). Mekke döneminde vahyedilen âyetlerin yazıya geçirildiğine dair başka bir delil de Hz. Peygamber’in geçmiş on yıl boyunca nâzil olan âyetleri Akabe biatları sırasında Medineli Râfi‘ b. Mâlik el-Ensârî’ye teslim ettiğini, onun da bunları Medine’deki insanlara okuduğunu beyan eden rivayettir (İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 499; inen âyetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldığına delil gösterilen bazı âyet ve hadisler için ayrıca bk. KUR’AN).

        Resûlullah’ın yeni gelen âyetleri vahiy kâtiplerine ne şekilde yazdırdığı konusunda da bazı rivayetler vardır. Zeyd b. Sâbit’ten nakledildiğine göre Resûl-i Ekrem âyetleri yazdırdıktan sonra kâtiplerin yazdıklarını okumalarını ister, bir hata varsa onu tashih ettirirdi (Sûlî, s. 165). Cihaddan söz eden Nisâ sûresinin 95. âyetinin yazıya geçirilmesi sırasında İbn Ümmü Mektûm âmâ oluşu sebebiyle cihada katılamayacağını hatırlatıp kendi durumunu sormuş ve aynı âyet “özür sahipleri müstesna” ilâvesiyle tekrar nâzil olunca bu şekliyle yazılmıştır (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 4). Hz. Peygamber vahiy kâtiplerine sadece yeni inen âyeti yazdırmakla kalmaz, “Bu âyeti şu şu hususların zikredildiği sûrenin içine koyun” demek suretiyle (Müsned, I, 69; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 125; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 10) o âyetin yazılacağı yeri de bildirirdi. Kendisine bu sıralamayı Cebrâil’in öğrettiği nakledilmektedir (Müsned, IV, 218). Bir sûreye ait âyetler değişik zamanlarda inebileceğinden Übey b. Kâ‘b, nâzil olan âyetleri doğru yerlerine koyabilmek için Resûlullah’ın tâlimatını beklediğini söylemektedir (Bâkıllânî, I, 291). Zeyd b. Sâbit’in Hz. Peygamber’in yanında deri/kâğıt parçalarına yazılmış Kur’an’ı düzenlerken onun Şam’ı övücü sözler söylediği yolundaki rivayeti de (Müsned, V, 185; Tirmizî, “Menâḳıb”, 74) deri parçalarına yazılmış âyetlerin ilgili sûrelere göre tertip edildiği şeklinde yorumlanmıştır (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân, I, 197). Bu rivayetten anlaşıldığına göre mushafa dair daha önceki yazılı malzeme zaman zaman gözden geçirilmiş, bir sûreye ait olup kısıtlı imkânlarla dağınık şekilde yazılan âyetler yeni yazı malzemeleri tedarik edildikçe derlenip bir araya getirilerek düzenlemeye tâbi tutulmuştur.

        Vahiy kâtiplerinin yazdığı âyetlerin nerede muhafaza edildiği hususu tartışmalıdır. Bazı âlimler, Muhâsibî’nin Fehmü’s-sünen adlı eserindeki bir ifadeden hareketle bunların Resûl-i Ekrem’in evinde saklandığını kabul ederken (Zerkeşî, I, 332; M. Abdülazîm ez-Zürkānî, I, 239) sahâbîlerin âyetleri daha rahat kopya edebilmesi için onların vahiy kâtiplerinin yanında kaldığı görüşünü tercih edenler de vardır (Muhammed Hamîdullah, II, 700-701). Hz. Ebû Bekir döneminde Kur’an’ın cemedilmesiyle ilgili rivayetlerde yazılı âyetlerin Resûlullah’ın evinde topluca bulunduğu bilgisine rastlanmamakta, farklı sahâbîlerin elinde dağınık şekilde bulunan âyetlerin bir araya getirildiğinden söz edilmektedir. Buna göre âyetlerin vahiy kâtipleri nezdinde muhafaza edildiği görüşü daha mâkul görünmektedir.

        Kur’an’ın indiği ortamda yazı yazabilenlerin sayısının sınırlı ve yazının henüz gelişmemiş olmasından dolayı (a.g.e., II, 758-761) yazı malzemeleri de sınırlıydı. Çinliler’in bulduğu kâğıt İslâm dünyasına çok sonra (134/751) girdiğinden o dönemde yazı malzemesi olarak “kırtâs” adıyla anılan Mısır kaynaklı papirüsler, tabaklanmış deri (edîm), deri/kâğıt parçaları (rikā‘), ceylan derisinden mâmul parşömen (rakk), ipek ve kumaş kullanılıyordu. Nisbeten pahalı olan ve az bulunan bu malzemelerin dışında hurma dalları, düz satıhlı taşlar, kürek ve kaburga kemikleriyle tahta ve seramik parçaları da vahyin yazıya geçirilmesi aşamasında kullanılmıştır. Öte yandan vahiy kâtipleri Kur’an’ın indiği dönemdeki imlâyı kullanmıştır. Ancak bu imlâ, hem Resûl-i Ekrem döneminde hem Ebû Bekir ve Osman zamanında Kur’an’ın toplanması çalışmaları sırasında gelişmeye devam etmiştir (Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf, neşredenin girişi, I, 21-23).

        Vahiy kâtiplerinin sayısı hakkında farklı rivayetler nakledilmiş, ilk kaynaklardan itibaren bu sayı giderek artmıştır. Bu konudaki farklılığın en önemli sebebi vahiy kâtipleriyle mektup, ahidnâme, ganimet kayıtları vb. hususlarda kâtiplik yapanların ayırt edilememesidir. İlgili rivayetlerden kâtipler arasında iş bölümünün olduğu ve vahiy yazımında sadece belirli isimlerin görev aldığı anlaşılmaktadır. Bir ayırım yapmadan Hz. Peygamber’in kâtiplerini Cehşiyârî on dört (el-Vüzerâʾ ve’l-küttâb, s. 12-14), Bâkıllânî kırk üç (el-İntiṣâr, I, 413-417) olarak kaydetmiştir. M. Mustafa el-A‘zamî ise bir kısmı tartışmalı altmış beş isim saymaktadır (Küttâbü’n-nebî, s. 35-148). Bazı çalışmalarda bu rakamlar vahiy kâtiplerinin sayısı diye gösterilmektedir; meselâ Zencânî vahiy kâtiplerinin sayısını kırk üç diye verir (Târîḫu’l-Ḳurʾân, s. 42). Bununla birlikte kâtiplerin hangi alanda görev yaptıklarını belirleyen kayıtlar da vardır. Bilindiği kadarıyla bu konuda fikir beyan eden ilk müellif sayılan Belâzürî üçü vahiy kâtibi on isim sayarken Taberî dördü vahiy kâtibi sekiz, İbn Abdürabbih beşi vahiy kâtibi on dört kişi zikretmektedir. Bu müelliflerin eserlerinde vahiy kâtipliği yaptıkları belirtilen ortak isimler şunlardır: Hz. Ali, Hz. Osman, Zeyd b. Sâbit, Übey b. Kâ‘b, Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh (Belâzürî, I, 622; Taberî, Târîḫ, VI, 179; İbn Abdürabbih, IV, 161). İlgili rivayetler incelendiğinde başka vahiy kâtiplerinin varlığı da ortaya çıkmakla birlikte burada adı geçenlerin diğerlerine göre daha düzenli biçimde kâtiplik yaptıkları sonucuna varılır. Bunların dışında vahiy kâtipliği yaptığı ileri sürülenler içinde Muâviye b. Ebû Süfyân, Hâlid b. Saîd b. Âs, Ebân b. Saîd, Alâ b. Hadramî, Hanzale b. Rebî‘ de yer almaktadır (Kudâî, s. 141). Adı geçen vahiy kâtipleri arasında Zeyd b. Sâbit başta gelmektedir (İbn Abdülber, I, 68). Mekke döneminde ilk vahiy kâtibinin bir dönem irtidad edip Mekke’nin fethinde tekrar İslâm’a giren Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh olduğu yolunda görüşler bulunmakla birlikte (İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, X, 27) ilk müslümanlardan Hâlid b. Saîd b. Âs’ın kızının besmeleyi ilk defa babasının yazdığına dair ifadesinden hareketle bu zatın Mekke’deki ilk vahiy kâtibi olabileceği belirtilmektedir (M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, s. 77). Diğer taraftan Medine’deki ilk vahiy kâtipliğini Übey b. Kâ‘b’ın yaptığı ve onun yokluğunda Zeyd b. Sâbit’in bu görevi yerine getirdiği ifade edilmektedir (İbn Abdülber, I, 68). Bununla birlikte Taberî’nin, vahyi Hz. Ali ile Hz. Osman’ın, bu ikisinin bulunmaması halinde Übey b. Kâ‘b ve Zeyd b. Sâbit’in yazdığını söylemesi (Târîḫ, VI, 179) son iki ismin ensarın ilk vahiy kâtipleri olduğunu göstermektedir. Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’in vahiy kâtipliği sırasında vahiy lafızlarını değiştirerek kaydettiği ve Resûlullah’ın da bunu onayladığı yolundaki bazı rivayetler, gerek Hz. Peygamber’in Kur’an’ı muhafaza etme konusundaki titizliği gerekse rivayet tekniği açısından doğru kabul edilmemiştir (M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, s. 113-116).

        Vahiy kâtipleri konusu hadis ve siyer kitaplarının yanı sıra sahâbe tabakatlarında, İslâm ve Kur’an tarihi kaynaklarında ele alınmıştır. Bunun yanında Hz. Peygamber’in kâtiplerine ve özellikle vahiy kâtiplerine dair müstakil eserler de yazılmıştır. İbn Şebbe’nin kaynaklarda adı geçen Kitâbü’l-Küttâb’ı, İbn Hudeyde diye bilinen Ebû Abdullah Cemâleddin Muhammed b. Ali el-Ensârî’nin el-Miṣbâḥu’l-muḍî fî küttâbi’n-nebiyyi’l-ümmî’si (I-II, Beyrut 1405/1985), A‘zamî’nin Küttâbü’n-nebî’si (bk. bibl.) ve Ahmed Abdurrahman Îsâ’nın Küttâbü’l-vaḥy’i (Riyad 1400/1980) bunlar arasında sayılabilir. Elçin Memmedzâde, Vahiy Kâtipliği ve Hz. Peygamber’in Vahiy Kâtipleri adıyla yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1999, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

        KAYNAK

        • Müsned, I, 69; IV, 218; V, 185.
        • İbn Şihâb ez-Zührî, Tenzîlü’l-Ḳurʾân, [baskı yeri ve tarihi yok], s. 32.
        • İbn İshak, es-Sîre, s. 161-162.
        • İbn Hişâm, es-Sîre, I, 367-370.
        • Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Feżâʾilü’l-Ḳurʾân (nşr. Vehbî Süleyman Gāvecî), Beyrut 1411/1991, s. 152.
        • Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Mahmûd Firdevs el-Azm), Dımaşk 1997, I, 622-623.
        • İbnü’d-Düreys, Feżâʾilü’l-Ḳurʾân (nşr. Gazve Büdeyr), Dımaşk 1408/1988, s. 33.
        • Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), VI, 179.
        • a.mlf., Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, X, 241-242; XV, 68.
        • İbn Ebû Dâvûd, Kitâbü’l-Meṣâḥif (nşr. A. Jeffery), Kahire 1355/1936, s. 3, 6-10.
        • İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, IV, 161-163.
        • Cehşiyârî, el-Vüzerâʾ ve’l-küttâb, s. 12-14.
        • Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 165.
        • Bâkıllânî, el-İntiṣâr li’l-Ḳurʾân (nşr. M. İsâm el-Kuzâh), Amman-Beyrut 2001, I, 291, 413-417.
        • Kudâî, el-İnbâʾ bi-enbâʾi’l-enbiyâʾ ve tevârîḫi’l-ḫulefâʾ ve vilâyeti’l-ümerâʾ (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Sayda-Beyrut 1418/1998, s. 141.
        • Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Haydarâbâd 1352, VI, 16.
        • a.mlf., Şuʿabü’l-îmân (nşr. M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1410/1990, I, 197.
        • İbn Abdülber, el-İstîʿâb (Bicâvî), I, 65-70.
        • Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXXI, 54.
        • Zerkeşî, el-Burhân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî v.dğr.), Beyrut 1415/1994, I, 326-337.
        • İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 499.
        • a.mlf., Fetḥu’l-bârî (nşr. Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz), Beyrut 1416/1996, X, 12-27.
        • Ebüssuûd, Tefsîrü Ebi’s-Suʿûd, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), I, 27; V, 833.
        • Th. Nöldeke, Geschichte des Qorāns (nşr. Fr. Schwally), Leipzig 1909-19, I, 44-48; II, 1-5.
        • M. Abdülazîm ez-Zürkānî, Menâhilü’l-ʿirfân, Kahire 1362/1943, I, 239-248.
        • Ebû Abdullah ez-Zencânî, Târîḫu’l-Ḳurʾân, Beyrut 1969, s. 42.
        • Abdurrahman Ömer M. İsbindârî, Kitâbetü’l-Ḳurʾâni’l-kerîm fi’l-ʿahdi’l-Mekkî, Isesco 1423/2002 (www.isesco.org.ma/arabe/publications/Quran/Menu.php), s. 42-43, 71-72.
        • Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1424/2003, II, 697-707, 758-767.
        • M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, Beyrut 1424/2003, tür.yer.
        • a.mlf., The History of the Qur’anic Text from Revelation to Compilation, Leicester 2003, s. 67-86.
        • Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf: Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Nüshası (inceleme ve neşir Tayyar Altıkulaç), İstanbul 1428/2007, neşredenin girişi, I, 19-23.