Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Konunun İsrail ile Hamas arasındaki savaş haliyle ilgisi yok. Mesele, Kudüs'te ortaya çıkıp yıkıcı sonuçları olabilen, inanç yükü ağır psikiyatrik bir durumla ilgili.

        İsrail istihbaratını uykuda yakalayan Hamas, cumartesi sabah vakti başlatacağı topyekûn saldırının son hazırlıklarını yaparken, Gazze Şeridi’ne kuş uçuşu 80 kilometre mesafedeki Kudüs’te birbiri ardına tuhaf olaylar yaşanıyordu. Hasat zamanında bir hafta süren ve cuma gün batımında nihayete eren Sukkot bayramının son ritüellerini yerine getiren radikal Ortodoks Yahudiler, Doğu Kudüs’ün daracık kadim sokaklarında Hristiyan hacıların ayaklarına tükürüyor, İsrail polisi birkaç gözaltı dahil bayram geçidine ayar vermeye çalışırken, yine Kudüs’te en nadide arkeolojik eserlerin bulunduğu İsrail Müzesi’nde inanılmaz bir vandalizm vakası meydana geliyordu.

        Harem-i Şerif cihetinde durum her zamanki gibiydi, aşırı sağcı Kamu Güvenliği Bakanı İtamar Ben-Gvir’in çağrısıyla Sukkot boyunca defalarca radikal Yahudilerin baskınına uğrayan El Aksa Camii’nde cuma idrak edilmiş, Hamas’ın ertesi gün başlayacak Aksa Tufanı operasyonundan habersiz cemaat kentte Yahudilerle Hristiyanlar arasındaki tükürüklü gerilimin dışında kalmıştı.

        İsrail Müzesi’ndeki vukuat, Amerikalı Yahudi bir turistin Roma döneminden kalma Athena heykelini kırmasından ibaretti. Yunan mitolojisinin erdem tanrıçası yerle yeksan olmuş, mermer başı kopmuştu. Roma’nın kader ve intikam tanrıçası Nemesis’i temsil eden kartal başlı aslan gövdeli griffon da aynı eylemde saldırıya kurban gitmişti. Görünen, hunharca işlenmiş bir vandalizm suçuydu; 40 yaşlarındaki Amerikalı tutuklandı.

        Acaba olay bu kadar yüzeysel miydi? İsrail istihbaratındaki güvenlik açığını sorgulamaya daha bir gün vardı. O günkü mesele, İsrail’in paha biçilmez tarihi eser koleksiyonlarının yeterince güvende olup olmadığı meselesiydi. Çünkü İsrail’in kültürel mirasına yönelik vandalizm hareketleri giderek tırmanıyordu. Yıkıcı faaliyetlere, çoğu Filistinli Hıristiyanlara ait kabirlerin tarumar edilmesi dahildi.

        İlk haberlere göre bu Amerikalı turist yobaz kafayla, Athena heykelini Eski Ahit’e mugayir bulduğu için saldırıya geçmişti; ilk ifadesinde “Tevrat’a aykırı put oldukları için kırdım” demişti.

        Ama hayır, adamın avukatı failin motivasyonu bakımından aynı fikirde değildi. Avukat Nick Kaufman’a göre saldırının dini fanatizmle filan ilgisi yoktu. Psikiyatrların “Kudüs Sendromu” adını verdiği ruhsal bozukluktan muzdaripti müvekkili. Üç semavi din için de kutsal olan Kudüs’ün ruhani atmosferinde aniden coşkuya kapılıp sanrılı bozukluk ve halüsinasyon görmek gibi psikotik epizotlar geçirenlere konulan bir teşhisti.

        Saplantılı düşüncelerle hezeyan nöbetine kapılınca gerçekle bağlantısı kopan hacılar arasında kendilerini Kutsal Kitap figürleri zannedenler çıkıyor, Vaftizci Yahya veya Bakire Meryem oldukları iddiasıyla hastaneye düştükleri de oluyordu. Yılda 50 kadar vakaya rastlanıyordu. Avukatın iddiası üzerine sanık için psikiyatrik tetkik kararı alındı.

        Karar alındı ama çıkacak sonuç bilimsel açıdan şaibeli. Çünkü Kudüs Sendromu uluslararası alanda zihinsel bozukluk olarak kabul edilmiş değil.

        Müslümanı, Yahudisi ve Hristiyanı için Eski Kudüs’ün manevi aurasına kapılmamak mümkün değil. Harem-i Şerif’te Kubbet-üs Sahra’nın ihtişamını sindirip sokakları arşınladıktan sonra Kutsal Kabir Kilisesi’ne adım atıp, hele de kilise içinde Hz. İsa’nın defnedilip göğe yükseldiği varsayılan mağaranın dönüştüğü Edikül’e (altta) girince kabir mekanın darlığı, kandil ve tütsülerin ağırlığı altında derinden ürpermiş olabilirim. Ama Kudüs Sendromu sınırlarına geldiğimi sanmıyorum. Kudüs’ün milyonlarca ziyaretçisi de gelmiyor.

        Kudüs Sendromu kavramı ilk kez 2000’de ortaya atılmıştı. Milenyuma girerken Kudüs’te inanç temelinde sanrılı, halüsinasyonlu vakalardaki artışı gözleyen İsrailli psikiyatrist Yair Bar-El, British Journal of Psychiatry dergisinde kaleme aldığı yazıda bu zihinsel bozukluğun adını koymuş ve daha çok şizofreni gibi hastalığı olan bireylerde rastlandığını belirtmişti.

        Herhangi bir inanca ait endemik bozukluk değildi, üç dinin mensupları arasında da görülüyordu, Hristiyanların sayıca fazla olması kaydıyla. Bar-El’e göre kişilik bozukluğu olanlar belki de sırf bu nedenle, bir nevi mesihvari arayış içinde Kudüs’e gidiyordu. Esas önemli olan akıl hastalığı bulunmayan sağlıklı insanların da turist olarak Kudüs’e gittiğinde bozukluğun pençesine düşmesiydi. Bu gruba giren turistlerin sayısı 1980-1993 arasında 42’yi bulmuştu ve ortak özellikleri hepsinin de koyu dindar ailelerden gelmesiydi. Hastalar birkaç hafta sonra tam sağlığına kavuşuyordu. Bazı psikiyatristler ise Bar-El ile aynı fikirde değildi, çünkü turistlerin Kudüs’e gelmeden önce akıl sağlığının yerinde olduğuna dair yeterli kanıt bulunmuyordu.

        Daha da eski tarihlere gidince, örneğin 1969’da Denis Michael Rohan adlı Avustralyalı bir turist aniden ilahi bir görev üstlendiğine inanarak El Aksa Camii’ni ateşe vermiş, kentte olaylar çıkmıştı.

        NECEF ÇÖLÜ’NDE YOK OLMAK

        Kudüs Sendromu bağlamında yakın tarihte kayda geçen en kritik vaka beş yıl önceye rastlıyor.

        İrlanda kökenli Oliver McAfee Essex’te yaşayan kendi halinde bir bahçıvandı. Dini bütün bir Hristiyan olduğu söylenen 29 yaşındaki McAfee günün birinde işini bırakıp İsrail’in yolunu tuttu. Ülkeyi bisikletle turluyordu. En son Necef Çölü’ne uzanırken görüldü, bir daha da haber alınamadı. Bölgede yürüyüş yapanlar McAfee’nin cüzdanıyla laptopunu bulunca kayıp turisti arama faaliyetine girişildi.

        Ortada hiç iz yoktu ama McAfee’nin kenarına notlar aldığı İncil’den koparılmış sayfalar bulundu çölde. Hz. İsa’nın Necef Çölü’nde 40 gün 40 gece yürüdüğüne dair rivayeti dikkate alan uzmanlara göre McAfee Kudüs Sendromu’ndan muzdarip olup kendini çöle vurmuş olabilirdi.

        İsrail Müzesi’nde heykel kıran vandalın Kudüs Sendromu’na kapılıp kapılmadığı tartışılır, ancak bir haftalık bayram süresince radikal Yahudilerin hem El Aksa’ya baskınları, hem de Hristiyan Ortodoks hacılara tükürük dahil saldırıları ortada. Netanyahu hükümetinin giderek sertleşen baskıcı politikaları ve koalisyonun en aşırı sağ damarından Kamu Güvenliği Bakanı Ben-Gvir’in işgal altındaki Batı Şeria’da Yahudi yerleşimlerini yayma ihtirasıyla Filistin zaten boğuluyor. Bu iklimde radikal Yahudilerin Kudüs’teki Hristiyan varlığını da bir süredir hedef aldığı görülüyor. Geçen şubat ayında yine bir Yahudi Amerikalı turist, Kudüs’te Hristiyan hacıların tavaf ettiği kilisede Hz. İsa’nın heykelini yere atarak zarar vermişti. Ondan bir ay önce de Hristiyan mezarlarını talan ederken kameraya yakalanan iki Yahudi genç tutuklanmıştı.

        Hacılara tükürüklü saldırılar Kudüs’te yaşayan ve çoğu Filistinlilerden oluşan 15 bin nüfuslu Hristiyan cemaatinde tepki uyandırdı. Bazı radikal odakların saldırıları onaylaması ise tepkiyi büyüttü. Ultra milliyetçi yerleşimcilerin lideri ve aşırı sağcı bir milletvekilinin eski danışmanı Elişa Yared, Hristiyanlara tükürmenin eski bir Yahudi geleneği olduğunu ileri sürerek saldırıları savundu; “Batı kültürünün etkisiyle Hıristiyanlığın ne olduğunu unutanlar var. Ama Haçlı Seferleri yüzünden sürgün acısını yaşayan milyonlarca Yahudi unutmadı…” diye yazdı X’te. Sosyal medyada infial seli yaşandı.

        Aynı Elişa Yared, Batı Şeria'da 19 yaşındaki Filistinli Kusay Matan’ı öldürmek suçundan tutuklanmıştı. Ancak mahkemeye göre tutuklu kalması için yeterli gerekçe yoktu. O şimdi ev hapsinden yazıyor.