Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Oyun konsolundan yarış pistine
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gerçek olayları temel alan biyografi türündeki otomobil sporları ya da ‘yarış filmleri’ne ‘Gran Tourismo’ ile bir yenisi daha ekleniyor. Film, Gran Tourismo adlı video oyununda gösterdiği büyük başarıların ardından profesyonel otomobil yarışçısı olan Jann Mardenborough’nun hikâyesini anlatıyor.

        Film, oyunu tasarlayan Japon yarışçı Kazunori Yamauchi’nin (Takehiro Hira) adının anılmasıyla başlıyor. Çünkü her şeyin kökeninde Yamauchi’nin, yarış pistlerindeki heyecan ve rekabet duygusunu oyunculara en gerçekçi şekilde yaşatma tutkusu yatıyor… O yüzden video oyununu büyük özenle, detayları öne çıkaran bir yaklaşımla tasarlıyor. Oyuncunun kullandığı otomobilde ve yarıştığı pistte bire bir gerçekliğin peşine düşüyor ve Gran Tourismo ile emeklerinin karşılığını alıp hedefine ulaşıyor.

        Oyunun dünya çapında ulaştığı büyük başarının ardından bu kez GT Academy projesi geliyor. Amacı konsol başında yetişen en iyi oyuncuları gerçek otomobil yarışlarına hazırlamak olan bir proje bu… Asıl hedef ise belli ki Gran Tourismo video oyunundaki sanal yarış tecrübesinin gerçekçiliğini tüm dünyaya kanıtlamak, satışları daha da artırmak… Ne kadar satış odaklı olursa olsun ezberleri bozmak isteyen bir proje olduğunu inkâr etmek zor. Dolayısıyla, filmin öne çıkan ilk temasının statükoya meydan okumak olduğunu söyleyebiliriz.

        Jason Hall ve Zach Baylin imzalı senaryoda nelerin gerçek nelerin kurmaca olduğunu daha sonraya bırakarak önce karakterler ve temalar üzerinden ilerleyelim: Film, GT Academy’yi Nissan’da çalışan pazarlama müdürü Danny Moore’un (Orlando Bloom) rüya projesi olarak sunuyor. Her şey onun büyük kongre salonunun boş koltukları arasında oturan bir grup Japon erkek yöneticiye hayalini anlatmasıyla başlıyor. ‘Bunu yaparsak insanlarda otomobil kullanma arzusunu yeniden uyandırır, daha çok otomobil satarız’ diyor. Geliştirdiği fikri taksilerin arka koltuğunda telefonuna bakmaktan hoşlanan yeni kuşakları sürücü koltuğuna çekmenin yollarından biri olarak lanse ediyor.

        Projesinin kabul edilmesiyle Moore, otomobil sporları dünyasından hiçbir destek alamayacağını, tam aksine aşağılanıp küçümseneceğini daha iyi görüyor. Kariyeri açısından ne kadar riskli bir işe girdiğinin farkında. Belki de bu yüzden, özellikle sürücülerin eğitim aşamasında işin halkla ilişkiler ve tanıtım tarafını daha çok önemseyen yaklaşımlarıyla seyircinin gönlündeki yerini kaybediyor. Ama statükoya karşı savaşan karakter olma özelliğini koruyor.

        Moore’u dengeleyen kişi ise GT Academy’nin baş eğitmeni Jack Salter (David Harbour) oluyor. Salter, başlangıçta oyun konsolundan gelenlerin gerçek yarış pistlerinde başarılı olacağına kesinlikle inanmayanlardan biri aslında… Ama çalıştığı Capa ekibinde değeri bilinmediği ve sözü dinlenmediği için mutsuz. Özellikle ekibin şımarık genç sürücüsüyle arası hiç iyi değil. İşte bu yüzden, yeni bir başlangıç yapmak için kabul ediyor Moore’un eğitmenlik teklifini. İşin başına geçtiğinde ise oyuncuları profesyonel sürücülere dönüştürmek için katı bir eğitim programı uygulamaktan kaçınmıyor. Başta fiziksel dayanıklılık olmak üzere onlar için her şeyi daha zor hale getiriyor ama süreç içinde proje kendi adına giderek kişiselleşiyor, önem kazanıyor. Dolayısıyla, asıl karakter değişimini Salter yaşıyor. Salter’ın geçmiş öyküsüyle Jann’ın serüveni arasındaki paralellik de hikâyenin önemli yanlarından biri.

        Filmin ana karakteri Jann (Archie Madekwe), eğitim sürecinden çok önce odasında Gran Tourismo oynarken tanıdığımız Cardiff’li bir genç… Çalıştığı mağazadan aldığı maaşın tümünü yeni direksiyon seti için harcamaktan kaçınmayan biri. Hoşlandığı ama henüz duygularını açamadığı kız arkadaşı Audrey (Maeve Courtier-Lilley) dışında hiçbir şey Gran Tourismo oynamak kadar heyecanlandırmıyor onu. Öyle ki odasından çıkmak dahi istemiyor ve bu durum, onun istikbali için kaygılanan babası Steve’i (Djimon Hounsou) rahatsız ediyor. Spice Girls grubundan tanıdığımız Geri Halliwell Horner’in canlandırdığı anlayışlı ve destekleyici annesi Lesley’nin aksine, eski bir futbolcu olan baba, Jann’ın sayısız aday arasından GT Academy projesine seçilmiş olmasına dahi önem vermiyor. Başarılı olmasına ihtimal vermediği gibi oğlunun can güvenliğinden endişe ediyor. Çünkü simülasyona değil sadece gerçekliğe, fizikselliğe inanıyor. Tam da burada, filmin simülasyon ve gerçeklik arasında kurduğu bağlar itibarıyla kayda değer bir hikâye anlattığını vurgulamak gerek. Statükoyu ve eski düzeni temsil eden babası ile Jann arasındaki mesele, çağımızın önemli kuşak çatışmalarından birine denk düşüyor. Sonuçta, vaktini bilgisayar başında geçirerek ebeveynlerini endişeye sevk eden birçok gencin zengin olduğu bir çağda yaşıyoruz.

        Jann açısından baktığımızda, filmin öne çıkan diğer temalarının cesaret ve özgüven olduğunu görüyoruz. Bir noktadan sonra yaşına göre ağır bir sorumluluğun altına giriyor. Oyun konsolundan gelen birinin yarış pistinde de başarılı olabileceğini kanıtlamak, statükocu zihniyeti yenmek onun üstüne kalıyor… Özgüven kazanmasında şüphesiz Jack Salter önemli rol oynuyor. Ama odasında konsol başında yaşadığı o keyif hissini yeniden bulması da önemli. Kendi deyimiyle ‘Hızının arttığı ama diğer her şeyin yavaşladığı’ o anların güzelliğini keşfettiğinde rekabetten ziyade pistte otomobil kullanmanın keyfini yaşıyor.

        Film, senaryonun kurduğu dramatik yapı içinde hedeflerine ulaşıyor ama gerçeklerden kopup spor filmi klişelerine yöneldiğinde etkisini kaybediyor. Mesela, Moore’un ayrıldığı ekibin şımarık ve küstah pilotu Nicholas Capa’nın (Josha Stradowski) bir tür kötü adam olarak filme yerleştirilmesi… Jann’ın gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayan Capa ile girdiği özel rekabet, açıkçası zorlama, hatta gereksiz kaçıyor. Çünkü Jann, sadece bir kişiye karşı değil önyargılara karşı mücadele veriyor ve film Capa karakteri nedeniyle bunu vurgulamakta yetersiz kalıyor.

        Kaldı ki, Jann ve onun otomobil sporları dünyasında verdiği tutunma, kendini ispat etme çabası, filmin en gerçek ve sağlam yanı... O yüzden, bu mücadelenin gerçekte hiç yaşanmamış uyduruk bir rekabete ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum. Jack Salter ile Danny Moore, gerçek hayatta karşılıkları olmayan kurmaca karakterler ama filmin sorunu onlar değil. Jann’ın, gerçek hayatta GT Academy’den çıkan ve yarış pistlerine transfer olan ilk pilot olmaması da bana çok rahatsız edici gelmiyor. 2008’de kurulan GT Academy’nin ilk yarış pilotu aslında Lucas Ordóñez… Jann Mardenborough ise akademideki eğitimini 2011’de tamamlıyor. Fakat bunlar da sorun değil. Sonuçta, belgesel değil kurmaca bir film seyrediyoruz ve her şeyin gerçeği bire bir yansıtması gerekmiyor. Ama bazı gerçek dışı olaylar o kadar gereksiz ki… Sözgelimi, Moore’un Jann’ın medya karşısındaki imajına güvenmemesi ve bu konuda Salter ile yaşadığı sorun, zorlama oluyor… Jann’ın kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Nürburgring’de yaşadığı kazanın 2 yıl öncesine alınarak cesaret – özgüven kazanma sürecinde kritik bir aşama olarak sunulmasını da çok sevdiğimi söyleyemem.

        Buna karşılık, ‘Gran Tourismo’nun biçimsel ve teknik anlamda seyircileri memnun edecek bir yarış filmi olduğundan kuşkum yok. ‘District 9’ (2009) ve ‘Elysium’ (2013) gibi filmleriyle tanıdığımız yönetmen Neill Blomkamp, Sony Venice 2 kameralarının otomobillere monte edilebilen uzantı sistemiyle çalışarak bazı etkili çekimlere imza atıyor ama hedefi, aynı kameraların kullanıldığı ‘Top Gun Maverick’te olduğu gibi hiper gerçekçi aksiyon sahnelerine imza atmak değil kesinlikle. Sonuçta, yarış sahnelerinde inandırıcılık sorunu yok ama Neill Blomkamp’ın asıl hedefi belli ki video oyun estetiğini yakalamak… Film boyunca, yarış sahneleri dahil olmak üzere grafiklerden destek alarak kadrajı nerdeyse bir bilgisayar ekranına çevirmekten hiç kaçınmıyor ve bunu hikâye anlatımının önemli parçalarından biri haline getiriyor. Dolayısıyla, ‘Gran Tourismo’ya PlayStation estetiğiyle çekilmiş bir yarış filmi demek mümkün. Blomkamp, Jann’ın oyun konsolundaki performansıyla ile yarış pistlerindeki tecrübesi arasındaki koşutluk kurduğu sahnelerde de aynı dijital grafik duygusunu yakalıyor.

        Senaryosunu beğendiğimi söyleyemem ama Jacques Jouffret’nin görüntü yönetimi, özel efektleri, montajı ve müziğiyle baştan sona tıkır tıkır ilerleyen sürükleyici bir film seyrettiğimi inkâr edemem.

        6/10