Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Tutulmayan söz acı verir
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Antlaşma’ (The Covenant), İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin bu yıl vizyona giren ikinci filmi… Türkiye’de yılın ilk ayında gösterilen, çekimlerinin önemli bölümü Antalya’da gerçekleşen ‘Servet Operasyonu’ (Operation Fortune: Ruse de Guerre), seyrettiklerim arasında Ritchie’nin tartışmasız en kötü filmiydi. Orijinal ismi ‘Guy Ritchie’s The Covenant’ olarak da geçen ‘Antlaşma’, yönetmenin en iyileri arasında yer almayabilir ama önceki filminden çok daha iyi olduğu kesin…

        ‘Antlaşma’, ABD’nin Afganistan’da Taliban’la savaştığı dönemde, 2018’de geçiyor. Filmin başında ABD’nin 11 Eylül olaylarının ardından Afganistan’a gönderdiği asker sayısının yıllar içinde 3 binden 98 bine çıktığını belirten yazılar görüyoruz. Hemen peşinden ABD ordusunun 50 bin Afgan tercümanla çalıştığını ve onların her birine savaş sonrası için ‘vize ve oturma izni’ vadettiğini öğreniyoruz. Bu bilgiyle birlikte filmin Afgan Savaşı’ndan ziyade bir Afgan çevirmenle ilgili olduğu anlaşılıyor.

        Önce filmin Amerikalı ana karakteri, Çavuş John Kinley’yi (Jake Gyllenhaal) ve herkesin birbirine Jizzy, J.J., Jack-Jack ve Chow-Chow gibi isimlerle hitap ettiği ekibini tanıyoruz. Görevleri, Taliban’ın el yapımı bomba hazırlanan tesislerini bulup yok etmek… İlk sahnede tercümanları kontrol noktasında durdurulan kamyona yerleştirilmiş bombayla öldürülüyor. Yine aynı sahnede Taliban’ın tercümanlara ayrı bir garezi olduğunu hissediyoruz.

        John Kinley, yeni çevirmen Ahmed’i (Dar Salim) tavsiye üzerine ekibe dahil ediyor. Tavsiyeyi veren asker tarafından, Ahmed’in tipik bir emir kulu olmadığı konusunda uyarılıyor. Birlikte çalışmaya başladıklarında, Ahmed’in genelde uyumlu olduğunu ama operasyonlar sırasında yorumlarını, fikirlerini dile getirmekten hiç çekinmediğini fark ediyor. Bu durum onu rahatsız ediyor ve Ahmed’i sadece çevirmenlik yapması için uyarıyor. Ama Ahmed gerekli gördüğünde John’ın işine karışmaktan geri durmuyor ve her seferinde ne kadar haklı olduğu anlaşılıyor. Hatta bir keresinde John’a açık açık çevirmenlikten ‘daha fazlası’ için orada olduğunu söylemekten kaçınmıyor. İlk görüşmelerinde işi sadece para için yaptığını söyleyen Ahmed için ‘daha fazlası’nın ne olduğu giderek belirginleşiyor. Ahmed, Taliban konusunda kafası hiç karışık olmayan, önceliklerini doğru şekilde tespit eden, tarafını kesin olarak seçmiş biri… Nihai hedefinin ise ailesi ve kendisi için ABD vizesi olduğu kesin.

        ‘Antlaşma’nın bir dostluğun öyküsünü anlattığını söylemek doğru olmaz. John ve Ahmed içine sürüklendikleri yaşamda kalma savaşı sırasında konuşacak, sohbet edecek, yani arkadaşlık edecek çok vakit bulamıyorlar. Aralarındaki bağ, geçmiş öykülerin, özlemlerin, hayallerin, duyguların paylaşımları üzerinden değil; tümüyle eylemler ve yaşamda kalma mücadelesi üzerinden gelişiyor ve güçleniyor.

        Filmin ilk bölümü Ahmed’in zekâsı, sahadaki paha biçilmez deneyimi ve sezgilerinin gücüyle ilgili… İkinci bölümde aynı değerlerin üzerine insanüstü diyebileceğimiz bir direnç, özveri ve kararlılık ekleniyor. Hedefine ulaşana kadar pes etmiyor ve bizi kendine hayran bıraktırıyor.

        John ise ahlaki değerlerine güvendiğimiz iyi kalpli bir karakter. Ama onu asıl olarak filmin ‘üçüncü perdesi’nde tanıyoruz. ‘Antlaşma’nın üçüncü bölümü ilk bakışta bir insanın kendini ‘borçlu hissetmesi’yle ilgili gibi görünüyor. Sivil hayatında motorlu araç bakım servisi işleten John, duygularını anlatırken esnaf ahlakıyla ‘borçlu olma’ benzetmesini kullanıyor; içinde onu yiyip bitiren bir sıkıntıdan söz ediyor. Yaptıklarını düşündüğümüzde ise John’ın ülkesi adına duyduğu utanç, yaşadığı vicdani rahatsızlık ve suçluluk duygusu öne çıkıyor. Filmin asıl meselesi de bence tam olarak bunlar…

        Her şey bittiğinde iyilik, fedakârlık ve aynı zamanda kahramanlık üzerine bir hikâye seyrettiğimiz kesinleşiyor. Herkesin birbirini kurtardığı bir kahramanlık öyküsü bu... Ama asıl önemlisi, aralarında kurulan güçlü bağdan sonra bireysel kurtuluşun artık bir şey ifade etmemesi… Ritchie, son jenerikte ‘The Covenant’ kelimesinin altına İngilizce’de bağ, söz ve sadakat anlamına gelen 3 sözcük daha ekliyor.

        Anlıyoruz ki Amerikalı John, Afganistanlı Ahmed’le kendini aynı gemide hissediyor. Onu kurtarmadan kendi ruhunu kurtaramayacağını biliyor. Finalde çıkan yazılar ise ABD’nin devlet olarak John’dan farklı düşünüp, farklı kararlar aldığını gösteriyor bize… Böylece, Guy Ritchie’nin, filmi sadece hikâyenin duygusal finali için değil; ABD’nin yıllarca askerleriyle omuz omuza yaşam mücadelesi veren Afgan çevirmenlerle ilgili yaklaşımını eleştirmek için çektiği belli oluyor.

        Hazır konu ABD’ye gelmişken, filmin alt metinlerine geçmek mümkün. Filmin ‘ilk perdesi’, ABD’nin Taliban karşıtlarının yerel desteği ve çevirmenler olmadan Afganistan’da var olmasının imkansızlığını vurguluyor. Afganistan’ın ABD açısından çıkmaz yol olduğunu zaten biliyoruz. Ki para karşılığı istihbarat veren bir Afgan, Ahmed ve John’a Taliban’ı hiçbir zaman bitiremeyeceklerini açıkça söylüyor bir sahnede.

        Filmde ABD’nin dünya jandarmalığını eleştiren bir altmetin yok. Malum, ABD’de Irak Savaşı kirli olarak değerlendirilirken Afgan Savaşı’na daha farklı gözlerle bakılır. Bu savaşı anlamlı kılan noktalardan biri, ülke içindeki Taliban karşıtlarıdır… İşte tam da buradan, Taliban karşıtlığına odaklanan film, ABD’nin Afganistan’daki varlığına açık bir eleştiri getirmiyor. Tarihe ve politik konulara açıktan girmiyor. Buna karşılık, ABD’nin Afganistan’ı terk ettikten sonrasındaki tavrına finalde açık bir eleştiri getiriliyor. ABD’nin sözünü tutmadığı ve antlaşmaya uymadığının altı çiziliyor.

        Altmetinleri bir yana bıraktığımızda, aksiyon seyircisi açısından akıp giden bir film var karşımızda… Ritchie, ‘Servet Operasyonu’na oranla çok daha etkili bir sinema duygusuna sahip. İspanya’da Alicante bölgesinde çektiği film, hikâye anlatımı, montajı ve kamera kullanımıyla öne çıkıyor. Ritchie, 21. Yüzyıl’da çekilen birçok savaş filminde olduğu gibi olup bitenleri yakından takip eden ve karakterlerin bakış açısına odaklanan bir kamera tercih ediyor. Ama genel planlardan da vazgeçmiyor.

        John’ın, Ahmed’le yaşadıklarını hatırladığı sahnelerde hızlı kurgu çok etkili şekilde kullanılıyor. Buradaki kısa planlarda daha önce Ahmed’in açısından yansıtılan olayların John’ın hafızasında bıraktığı izleri görmüyoruz sadece. Daha önce görmediğimiz detaylara da tanık oluyoruz.

        Gerilim, kovalamaca ve aksiyon sahnelerinin genelde iyi işlediği bir film ‘Antlaşma’... Finale doğru, benzer filmlerin çoğunda olduğu gibi aksiyon açısından daha gösterişli, etkili ve büyük bir sahne çekme derdi var elbette; ama bana sorarsanız ‘Antlaşma’ özellikle orta bölümlerindeki kaçış, takip sahnelerinde daha etkili.

        Christopher Benstead’in de müzikleriyle filme ayrı bir karakter getirdiğini düşünüyorum. Ritchie’nin America grubunun 1971 tarihli ‘A Horse with No Name’ adlı klasik şarkısıyla açtığı ‘Antlaşma’da Benstead, filmin akışı içinde sadece farklı melodiler değil, farklı enstrümanlar da kullanıyor. Mesela, John’ın kafasına dipçik yediği sahnede öncekilerden çok farklı tınıya sahip bir müzik başlıyor.

        Filmin bizim için hoş detaylarından biri, John ile ‘can’ ve ‘canım’ arasındaki ses benzerliğine yapılan vurgu herhalde… Farsça’nın bir lehçesi olan Dari diliyle paylaştığımız bu ortak kelime, filmde John ile Ahmed arasındaki bağın simgelerinden biri. Buna dikkat çeken kişi filmde az sayıda sahnede karşımıza çıkan bir karakter olan Ahmed’in eşi… Onları birleştiren bir başka şey, her ikisinin de motordan anlaması. John’ın Ahmed’le çalışmak istemesinin nedenlerinden biri de bu zaten…

        ‘Antlaşma’nın üçüncü bölümünde John’ın yaşadığı duygular, verdiği kararlar, daha önce de vurguladığım gibi kuşkusuz filmin altmetinleri için büyük önem taşıyor. Ama olay örgüsünün gelişimi açısından baktığımızda, yaptığı planın ve sonrasında yaşananların zorlama ve inandırıcılıktan uzak olduğu öne sürülebilir. John’ın bir aksiyon filminin ana karakteri olduğunu göz önüne alırsak senaryonun başka yönde gelişmesi kuşkusuz kolay değil. Türün kuralları gereği John’ın harekete geçmesi, kahramanca davranması gerekiyor. O yüzden inandırıcılık rafa kaldırılıyor.

        Her şey bir yana, sonuçta sizi yakalayan bir duygusu var filmin. Finalde John’ın uçaktaki hali, filmin duygusunu gayet güzel özetliyor… O noktada keşke devletlerin de vicdanı olsa diye düşünmemek elde değil…

        Son olarak, Jake Gyllenhaal ve Ahmed’de Dar Salim’in oyunculuklarının övgüye değer olduğunu; filme önemli katkılarda bulunduklarını belirtelim.

        ABD ile bazı ülkelerde geçtiğimiz bahar ve yaz aylarında gösterime giren ‘Antlaşma’yı Prime Video’da seyredebilirsiniz.

        6.5/10