Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya Sen neymişsin be Satvet Lütfü!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yahya Kemal’i ölüm döşeğinde, sabah vefat etmeden önce gece saat onda son görenlerden ikisi Satvet Lütfü Tozan ve karısı Zeynep Hanım’dır. Bunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüklerinden öğreniyoruz. Tanpınar’ın 26 Teşrin-i sani 1958 günü yazdıklarına göre öldüğü günün gecesinde saat yedide Fatma Devrim yanına gitmiş şairin. Biraz konuşmuşlar. Çok mecalsizmiş. Saat onda Satvet Lütfü ve karısı girmişler yattığı odaya. Önce Satvet Lütfü Bey arkasından karısı girmiş içeri, morfin yapmışlar ona. Bir kâse yoğurt yemiş, sonra Zeynep Hanım’ın elini tutmuş, öyle uyumuş. Satvet Lütfü’nün Ahmet Hamdi’ye anlattığına göre Yahya Kemal ona Fransızca “qui vous a dit ça” (size bunu kim söyledi) demiş. Ahmet Hamdi; “Fransızca kelime kullanır, bazı nidaları, çığlıkları (mesela merveille! merveilleux gibi) attığı olurdu fakat Fransızca cümleyle konuştuğu nadirdi. Satvet Lütfü bunu hafızasının bozulmasına atfediyor,” der.

        Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüklerinde Satvet Lütfü Tozan’ın adı çok sık geçer. Onun hakkında en ayrıntılı bilgiyi de 26 Temmuz 1960 günü verir.

        O günün gecesinde Ankara’da Adalet Cimcoz’un (Birinci Mahmut devri Osmanlı sadrazamlarından Topal Osman Paşa’nın ve Mora Sancak beylerinden İbrahim Paşa'nın torunu Mehmet Ali Cimcoz’la evlenerek Cimcoz soyadını alan; sanata meraklı, devrin sanatçıları ile yakından ilişkileri olan, Sabahattin Eyüboğlu ve arkadaşlarının teşvikiyle dergilerde sanata, şiire ve hikayeye dair tanıtım yazıları yazan, Bertolt Brecht, Knut Hamsun, Karl Georg Büchner, B. Traven, Franz Kafka, Max Frich gibi mühim yazarların kitaplarını Almancadan Türkçeye çeviren, 1951'de Türkiye'nin ilk özel sanat galerisi Maya’yı Beyoğlu’nda açan, o yıllarda henüz oluşmakta olan İstanbul sosyetesinin görgüsüzlüğüyle, zevksizliğiyle ince ince dalga geçen yazılar yazan, “Fitne Fücûr” adını verdiği köşesiyle Türkiye'de dedikodu yazarlığının öncüsü olan, dublaj sanatçısı ağabeyi Ferdi Tayfur vesilesiyle dublaja başlayan, 1950’lerden itibaren yerli filmlerde seslendirme yaparak Türkan Şoray, Belgin Doruk, Muhterem Nur, Sezer Sezin, Fatma Girik ve Filiz Akın’a sesini veren mühim sanatçı,) doğum gününü kutluyorlar. Partide kimler yok ki! Kemal Türkömer’ler ve Satvet Lütfü, Cimcoz ailesinin erkekleri, Tozan’ın yakın dostu CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek… O gece Satvet Lütfü hayatını anlatır onlara. Ahmet Hamdi, Satvet Bey’in bu kadar iyi konuşmasına hayret eder, hatıralarını yazıyormuş o sırada. “Terakki ve İttihat fırkasıyla Prens Sabahattin Bey’in fırkasını, barışmaları, ayrılmaları, mahbusiyet hayatını, 1912’de mahkumiyetini, Paris’e istikraz (borçlanma) işinde Cavit Bey’e yardım için gönderilişini, hapse avdetini anlatır” o gece…

        Vakti zamanında Prens Sabahattin’in özel kâtibi ve yakın arkadaşı olan Satvet Lütfü hakkında Ahmet Hamdi daha sonra şu bilgileri verir.

        “Prens Sabahattin’in sürgünde bulunan babası Mahmud Celaleddin Paşa 1904’te Brüksel’de vefat eder. Cenazesini İstanbul’a getirmek isterler. Ancak, oğlu ‘babam hürriyet uğruna gurbet ellerde öldü, memlekette hâlâ istibdat var, hürriyet gelmeden babamı memlekete götürmek istemem’ diyerek cenazenin götürülmesine karşı çıkar. Maliye Nazırı Caillaux kendisine yardım eder. Böylece aralarında bir dostluk başlar. İttihat ve Terakki Avrupa’dan para bulup borçlanmak isteyince, Şerif Paşa müdahale eder; Türklere para vermeyin, bu parayla Fransızlara karşı yarın harp ederler(!) der. Sabahattin Bey’in aracı olmasını isterler, Sabahattin Bey de Satvet Lütfü’yü bu iş için Avrupa’ya gönderir. Satvet Bey’in Talat Paşa’yla karşılaşması, onunla kurduğu dostluk… Dönüşte Sinop’a sürülür, fakat Bursa’da oturmasına izin verirler. O da Bursa’da otel açar. 28 roman olmak üzere kırka yakın kitap yazmış olan Aka Gündüz de burada sürgündür, otelinde katiplik yapar. Harp sırasında sulh-i münferit girişimleri… Konyağa morfin karıştırarak komitacıları uyutma, kaçma, kadın kıyafeti, arkadaşının evine gidiş, kovulma, yengesinin evinin yanında mahkeme-i şer’iyece miras meselesi yüzünden kapatılmış bir evde iki ay kalır. Sonra Alemdağı’nda kırk, elli firari zabitle gizli yaşarlar. İzmir’e seyahat ve münferit sulh teklifi. Kabul edilmez. İkinci Harb-i Umumi’de bir idam kararı daha. Bu sefer Macaristan’dadır. İngiltere’nin araya girmesiyle kurtulur. ‘Halbuki benden evvel asılanın vücudu hâlâ kıpırdıyordu’. Romanya’ya geçer, sulh-ı münferid müzakeresine girer. Amerikalılar, İngilizler kabul etmez. Oradan İstanbul’a gelir. Ve İstanbul’da Romanya için…”

        Ahmet Hamdi Tanpınar “Becerikli Bay Satvet Lütfü”nün hayatı hakkında verdiği bilgileri burada aniden kesip başka bir konuya geçiyor.

        Bu satırları okuyunca hikâyenin gerisini merak ettim; başladım onun hakkında bir yığın şey okumaya.

        *

        1930’ların başında bugünkü Emirgan Korusu, içindeki köşkleriyle birlikte Satvet Lütfü Tozan’ındı. Her ne kadar bazı kaynaklarda, dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, “bu bahçe bir insan için çok büyük, burayı sen belediyeye bağışla,” dediği söylense de “o bahçenin” kendisine büyük geldiğine kendisi karar vermiş ve hiç kimsenin telkini olmadan bu büyük koruyu İstanbul belediyesine isteyerek bağışlamış ama gidin gezin, görün, korunun hiçbir yerinde bağışçısına şükran belirten bir tabelaya rastlayamazsınız, neyse...

        Emirgan Korusu kadar büyük bir bahçeye ve köşklere sahip adam ne iş yapıyordu dersiniz. Her işi yapmış ama tek bir işi olmamış. Bazı insanlar dünyaya para kazanmak için gelir derler ya; bin bir dolap çevirdiği, tehlikeli işlere giriştiği, casusluktan silah ticaretine kadar her türlü faaliyetin içinde yer aldığı söylenir ama para kazanmanın yolunu Prens Sabahattin’in “hür teşebbüs” fikrinden aldığı da söylenir. Prens’e göre Türkler tarih boyunca, hep devletten aldıkları maaşla geçinmişler, bireysel girişim fikri uzaktır onlara… Satvet Lütfü şeytanın bacağını ilk kıran Türk olsa gerek.

        *

        Hakkında çok yazı yazıldı, Rıfat N. Bali iki kitap yazdı, dönemin çoğu kaynaklarında, köşe yazılarında hep karşımıza çıktı ancak en tafsilatlısı 2005 yılında Chronicle Dergisi’nde çıkan ve yazarı belirtilmemiş yazıdır sanırım, gazeteci Nilay Örnek kendi internet sitesi “Her Umut Ortak Arar”da yayınlamış, bu yazı benim de en önemli kaynağım olacak.

        Rıfat N. Bali, onunla ilgili yazdığı kitabın adını, “Büyük Bir Maceraperest, Koleksiyoner, Hayırsever” adını koymuş. Başkaları da memleketin “en karanlık adamı”, “Türk James Bond”u, “İngiliz casusu” falan demiş ona. Kim ne derse desin, “sui generis”, başka bir deyimle nevi şahsına münhasır bir adam olduğu her halinden belli.

        *

        Bosna-Herseklidir, Resulbeyzade olarak bilinen sekiz çocuklu bir ailede, Trebline şehrinde bir bey konağında 1889 yılında dünyaya gelmiş. Babası Süleyman Bey, “Mir-i Miran”dır. Aile, Bosna Hersek Avusturya-Macaristan tarafından işgal edilince İstanbul’a taşınmış. Satvet Lütfü tahsiline burada devam etmiş; İstanbul Askeri Rüştiyesi, Mercan İdadisi ve Hukuk Mektebinde okumuş. İdadide okurken, birçok genç gibi o da Abdülhamit istibdadını sorun etmiş, muhalif teşkilatlarda görev almış. Kısa sürede sivrilmiş ve padişahın hafiyelerine yakayı kaptırmış. O artık sabıkalı bir rejim karşıtıdır. Ünü yayılırken, bir süre sonra padişahın yeğeni Prens Sabahattin’in fikirlerini keşfetmiş. Onun “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet” fikrini benimsemiş, Prensi kendine rehber edinmiş. İttihatçılar Abdülhamit’i düşürdükten sonra da ehlileşmemiş, bu kez İttihatçılara muhalefet yapmaya başlamış. İttihatçıların belalısı olan “Halaskaran”lara katılmış. Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra “kurtarıcı subaylar” teşkilatı darmadağın edilince Satvet Lütfü de tutuklanmış, yargılanma neticesinde ömür boyu kürek cezasına mahkum edilmiş. Prens Sabahattin’le olan yakınlığı onu bu cezadan kurtarmış. O da serbest kalır kalmaz kapağı Fransa’ya atmış. İttihatçılar gidip İtilafçılar gelince Satvet Lütfü’nün yıldızı tekrar parlamış.

        Mondros Mütarekesi’nden sonra padişah Sultan Vahdettin, o sırada İsviçre’de bulunan Prens Sabahattin’in memlekete gelerek Sadrazam olması teklifinin aracısı yapmış Satvet Lütfü’yü ancak Prens Sabahattin, “Ben baykuş değilim ki gidip vatanın harabeleri üzerinde yuvamı kurup öteyim,” demiş ona. Bir süre sonra İtilafçılarla da papaz olmuş. Bursa ve Ankara sürgünlüğü bu döneme rastlar. Ve fakat Ankara’da da biti kanlanmaya devam etmiş, burada Prens Sabahattin yanlısı “Sulh-u Selameti Osmaniye” adında bir cemiyet kurmuş.

        Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte siyasi faaliyetlerle bir yere varamayacağını anlayan Satvet Lütfü, siyasetten tamamen elini çekmiş ve onu kısa sürede Karun kadar zengin yapacak ticaret hayatına atılmış

        *

        Ticarette gösterdiği başarı onun sıfatlarına bir de “karanlık adam” sıfatını eklemiş. Madem siyasette bir yere gelemedik, bari ticarette bir yere gelelim dedi ve Cumhuriyetten hemen sonra kolları sıvadı. Hollanda menşeili petrol şirketi Royal Dutch’un Türkiye mümesilliğini alarak işe başladı. Petrol işi para musluklarını açtı önüne, akmaya başladı. Şimdi “her başarılı erkeğin arkasında olan eştedir” sıra. Bir Alman silah fabrikatörünün kızı (daha sonra Zeynep adını alacak) Regger’la evlendi. Böylece petrol ticaretine silah ticareti de eklenmiş oldu. Bundan sonra tam yirmi yıl boyunca Milli Savunma Bakanlığı’nın silah ve cephane tedarikçiliğini yaptı.

        1938 yılında Finlandiya’nın İstanbul Fahri Başkonsolosu oldu ve bu tarih onun efsanesinin de büyüdüğü tarihi oldu. Elde ettiği diplomatik kimlik ona yepyeni kapılar açtı, bağlantılarını güçlendirdi, o da emin adımlarla ticari merdivenlerin basamaklarını bir bir çıkmaya başladı. 1939 yılında İkinci Cihan harbi patlak verdiğinde, Türk birimlerine teslim edilmek üzere silah ve mühimmat alışverişi yapıyordu. O sırada Alman bombardımanı başladı, o da Romanya’ya kaçtı. Romen Köylü Partisi lideri Julin Maniu onun dostuydu, ondan mühim bilgiler aldı. Bu bilgilerin arasında Yunanistan’ın Romanya’dan büyük çapta mühimmat alacağı bilgisi de bulunuyordu. Savaşta en çok ihtiyaç duyulacak şey mühimmattır, hemen harekete geçti. Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Hakkı Murad ve Atina Büyükelçisi Enis Akaygen’in yardımlarıyla Türkiye için Yunanistan’dan elli milyon mermi satın aldı. Mermiler Niğde asıllı milyarder Bodasaki’nin fabrikasında üretilmişti; bu yüzden aslan payını o alacaktı. Ancak hükümet tarafından kendisine yapılan bir sürprizle karşılaştı. Türk hükümeti, Yunan hükümetinden Tozan’a verilecek komisyonu vermemesini rica etti. Ama artık o uluslararası sularda dolaşan büyük bir silah tüccarıydı. Harp yılları, herkesin silaha ihtiyacı var, bu işi en iyi beceren de Tozan; ünü yayıldıkça yayıldı. Sadece silah değil, yanında bilgi de pazarlamaya başladı, görüştüğü mühim şahsiyetlerden aldığı malumatları başka ülkelere sattı. İtalya Yunanistan’a savaş ilan ettiğinde, Yunanistan’a mühimmat sağlamak için Yugoslavya’ya gitmiş, burada bir Alman saldırısında yaralanmıştı.

        *

        Emirgan Korusunu belediyeye bağışlaması bundan önce olsa gerek, zira yaralı halde 1941 yılında İstanbul’a geldiğinde Hüsrev Gerede Caddesi’ndeki konağına yerleştiğini yazar onun portresini yazanlar. Bu konağa daha sonra geleceğiz.

        İyileşir iyileşmez hemen iş başı yaptı, tekrar Yunanistan’a gitti, Yunanları Almanlara karşı örgütlemeye başladı ve başarılı da oldu. İngilizlerle olan ilişkisi de bu dönemde başladı. Alman işgali altındaki Romanya’ya Müttefik Kuvvetlerin yardımını götürdü. Bu çabası adının “İngiliz casusu” olarak yayılmasına sebep oldu.

        Mısır; Harp sırasında Hitler ordularının işgal ettiği Balkan devletlerinden kaçanların önemli bir mülteci merkezi haline gelmişti. Satvet Lütfü, buradaki hükümet yetkilileriyle görüşmek için defalarca Mısır’a gitti geldi. Hem müttefiklerin yetkilileri hem de sürgündeki hükümetlerle burada ilişki kurdu. Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan’da örgütlenen direniş hareketlerinden sonra sıra Yugoslavya’ya gelmişti. Küçük bir ekiple buraya gitti. O günkü savaş ortamında bu hareket, intihardan farklı değildi. Yolculuk sırasında Macaristan’da yakayı ele verdi, Gestapo onu sorguya aldı, işkence gördü, bir ayda tam on yedi kilo verdi, daha sonra askeri mahkemeye çıkartıldı; Macaristan hükümetini devirmeye teşebbüs, yabancı ajanlara radyo ve şifreler temin etmek gibi büyük bir suçlamayla karşı karşıya kaldı, cezası idamdı ancak yıllar sonra ortaya çıkan bir girişimle on iki yıllık kürek mahkumiyetiyle idamdan kurtuldu. İngiliz hükümeti, Satvet Lütfü’nün idam edileceğini öğrenince Macar hükümetine nota vermiş, Tozan’ın idam edilmesi durumunda İngiltere’nin elinde bulunan 22 Macar da idam edilecekti. İngiltere bu yolla kendisi için oldukça önemli olan Tozan’ın hayatını kurtarmıştı.

        Savaş bittikten sonra, İngilizler Tozan’ın çabalarını karşılıksız bırakmadı, İngiltere Kralı Altıncı George tarafından kendisine “Honorary Officer of British Empire” nişanı verildi, bu nişanı alan tek Türk olarak tarihe geçti.

        *

        O Macaristan’da bir kürek mahkumudur, bu sırada safra kesesi ameliyatı için hastaneye yatırıldı. 1943’ün Ekim ayında hastaneden kaçtı. Fakat Romanya sınırında silahlı çatışmaya girdi, yakalandı. Hemen “deli” ayaklarına yattı ve hastaneden “akıl hastası” raporunu aldı, 210 bin İsviçre Frank’ı kefaletle altı aylık tedavi izni aldı. Romanya’ya gitti, buradaki ilgililerle bağlantı kurdu, o sırada Almanya’nın yanında savaşa girmiş olan Romanya’daki dostları, Müttefik Devletlerle barış anlaşması yapmak için onu özel aracı yaptılar. Romanya diktatörü Mareşal Antonesku’nun güvenini kazandı. Diktatörün özel temsilcisi olarak İstanbul’daki Müttefiklerin temsilcilerine Romanya’nın barış teklifini getirdi. O sırada Yunanistan’da kıtlık var, Yunanistan’daki Ulahlara Romanya’nın yardım yapması gerektiğini diktatörden istedi, onun sayesinde Romanya Yunanistan’a üç yüz vagon gıda maddesi gönderdi, bu yardımın masraflarını da gizlice İngiltere üstlendi.

        *

        Saraçoğlu Hükümeti “ya Almanlar savaşı kazanırsa” diyerek hep Hitler’e sempatiyle baktı. Denge her an değişebilir, olur da Hitler Stalin’i dize getirirse, hazırlıklı olmak lazımdı. Bu amaçla Hitler’in 50. doğum gününe bir heyet gitti, daha sonra da Alman askeri gücünü yerinde görmek üzere bir heyet daha gitti Almanya’ya. Ali Fuat Elden, Hüseyin Hüsnü ve Emir Erkilet paşalardan oluşan heyet Hitler’le görüştü ve Alman askeri gücünü göstermek için cephelerde gezdirildi. Heyet daha sonra kendilerini gezdiren Alman askerlerine bir teşekkür yemeği verdi. Satvet Lütfü o sırada Bükreş’tedir; bu yemeğin düzenlenmesinde etkili oldu ve davette kendisi de yer aldı. Yemek sırasında Alman subaylardan, içirip içirip bilgi almaya çalıştı, bir süre sonra subaylar Belgrad’ın ağır bir askeri saldırıyla yerle bir edileceğini ağızlarından kaçırdılar. Satvet Bey bu bilgiyle Romanya’dan Türkiye’ye geldi, bilgiyi İstanbul’daki müttefiklere ulaştırdı. Bunun üzerine İngiltere ve Amerika hemen hareke geçti, ortak bir bildiri hazırladılar, bildiri o sırada tarafsız olan İsviçre ve İsveç aracılığıyla Berlin’e ulaştırıldı, Papa olayı haber aldı, Hitler, Mussolini ve Franko nezdinde girişimlerde bulundu, dünya basını ayağa kalktı, Almanya’ya karşı ciddi bir kamuoyu oluştu, plan açığa çıktığı için Almanya saldırıyı yapmaya cesaret edemedi, Almanlar planın varlığını inkar etme yoluna gittiler; böylece hem Belgrad hem de şehrin ahalisi Satvet Lütfü sayesinde bombardımandan kurtulmuş oldu. (Bu başarısı, daha sonra dostu Cemal Kutay tarafından “Belgrad’ı Kurtaran Türk” adlı bir kitaba konu edilir.)

        Bütün bu olaylar olduğunda Satvet Lütfü, vakti zamanında Mısır’ın Hidiv hanedanından satın aldığı, arkaya doğru büyüyüp genişleyen çiftlik arazisi ve içinde yer alan Sarı, Pembe ve Beyaz köşkleriyle Emirgan Korusunu İstanbul Belediyesine hibe etmiş, kendisi de yeni açılan Teşvikiye’deki Hüsrev Gerede Caddesi üzerinde bulunan yeni yaptırdığı köşküne taşınmıştı. Çoluk çocuğu olmayan Satvet Bey burada Alman asıllı karısıyla birlikte kalburüstü dostlarını ağırlamaya başladı.

        *

        1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Satvet Lütfü, Demokratlara yaklaştı.Onlara, Londra’da partilerinin bir bürosunu açmayı teklif etti. Ancak kabul ettiremedi. Siyaset kapısı tekrar yüzüne kapandı, o da ticarete hız verdi. 1948’de, İsviçre’de ahır benzeri bir yerde vefat eden Prens Sabahattin’le de ölümüne kadar dostluğuna devam ettirdi, Prensin cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi için birçok girişimde bulundu, Celal Bayar’a mektuplar yazdı. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal gibi yazar ve şairlerle dostluğu da muhtemelen bu döneme rastlar. 1960 darbesinin liderlerinden Cemal Madanoğlu ile yakınlık kurdu. Darbeden hemen sonra yaz aylarında, Ahmet Hamdi’nin Ankara’da Adalet Cimcoz’un doğum gününde rastladığı Tozan’ın rahatlığı, darbecilerle olan dostluğundan mütevellit olsa gerek. O, Madanoğlu’nu İngilizlerle tanıştıradursun, o sırada bir grup darbeci onun hakkında gizli bir soruşturma yürütüyordu. Soruşturma neticesinde suçlu bulundu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan Milli Birlik Komitesi’ne gönderilen bir raporda Tozan’ın İngiliz ve Rus istihbaratıyla ilişkisi olduğu söylenmesine rağmen tutuklanmadı, söylenenlere göre Macaristan’da onu kurtaranlar tekrar devreye girmişti.

        *

        Satvet Lütfü Tozan, 11 Aralık 1971 günü vefat etti. Öldüğünde hiçbir mirasçısı yoktu. Yaşarken karısıyla beraber karar vermiş, bütün mal varlığını Darüşşafaka’ya bağışlamıştı. Darüşşafaka’ya bırakılan malların listesinde şunlar vardı:

        Kadıköy’de Haydarpaşa Hastanesinden başlayarak Seyit Ahmet Deresi mevkiine kadar olan arazi, Teşvikiye’de Hüsrev Gerede Caddesi üzerindeki Tozan Apartmanı ve müstakil ev, yurtdışında birçok ortaklık ve sahibi olduğu fabrika (Grifin, Miraj vs) ve birçok antika eser. Tüm bu mirasın o zamanki değeriyle 1 milyar TL’yi geçtiği söylenir.

        *

        Teşvikiye Hüsrev Gerede Caddesi’ndeki ev özel bir evdir. 20 odası ve muhteşem bir bahçesi vardı. Nilay Örnek’in verdiği bilgiye göre “Villa Tozan” adıyla bilinen binanın mimarı Giulio Mongeri’dir. Satvet Lütfü 1940’lı yılların başında inşa ettirmiş. Tozan yerleşir yerleşmez İstanbul’da evin namı yürümüş. Devasa bir bahçesi var. Bu evde düzenlenen partilerin baş konuğu Yahya Kemal ve dönemin ünlü sanatçıları, politikacılarıdır… Sık sık evine girip çıkan Burhan Felek, evindeki eşyaların mezada çıkarılması üzerine, 16 Haziran 1974 günü Milliyet’te şunları yazdı:

        “Satvet Lütfü Bey İstanbul’da mühim yabancıları da kabul ederdi. Mesela pek meşhur İngiliz yazarı Somerset Maugham’ı ben onun evinde tanıdım. Müteveffa Patrik Athenagoras ziyaretine gelirdi. Meşhur ressamlar, artistler İstanbul’a geldikçe ona uğrarlardı. Biz de giderdik. Ne var ki, zamanla ve memleket işlerinde nüfuzumuz artıp eksildikçe bu davetlere iştirakimiz de öyle ayarlanırdı. Satvet Lütfü için birini tanıyıp tanımamak bahis konusu değildir. Telefon açar, istediğini evine davet ederdi.”

        Anlatılanlara göre Tozan, hep kendisine karşı girişilecek bir suikast korkusuyla yaşadı. Bu yüzden evinin yatak odasını adeta demirden bir kafes gibi dizayn ettirdi. Burhan Felek, aynı makalesinde şunları yazdı:

        “…kendisini iki büyük Damois köpek korurdu. Bu köpekler Satvet ve karısından başka kimseyi yatak odalarının bulunduğu birinci kata bırakmazdı. Bir gün köpekleri denemek için arkadaşlarından birini yukarı salıverdi. Köpek kolundan kapınca alaşağı etmişti”.

        Vefatından sonra Darüşşafaka’ya bağışlanan antika eşyalarının müzayedesi bu evde yapıldı.

        Müzayedeyi yapan antika uzmanı Raffi Portakal evin iç dizaynını şu şekilde tarif etti:

        “Ağır, kocaman ahşap kapıdan girdiğinizde, bir malikanenin mermer döşeli antresindesiniz artık. İki taraflı merdivenle yukarı çıkılıyordu… Ve birden şok! Muhteşem bir salon! Fransız eserleriyle döşeli, Louis XV stili, altın yaldızlı salon takımları, Louis XVI stili olağanüstü bir yazıhane, Louis XV stili Vernis Martin bahur üstüne mermer bir Fransız saat ve iki şamdan. Ve sonra özenle seçilmiş Sevres, Meissen ve fildişi koleksiyonlarla dolu vitrinler, vitrinler… Bu eşyaların tümü yerde serili olan İran halılarının üzerindeydi. Ve duvarlarda tablolar, aynalar… Yine o salonda, mermer kolonlar üzerine yerleştirilmiş III. Napolyon devri vazolar. Üstü kök ametis taşı kaplı salon orta sehpası (ben dünyada benzerini görmedim.) Fransız, İngiliz ve Osmanlı gümüşleri, tombak sahanlar, Çin bleu-blanc kaseler, vazolar. Hafız Osman’dan Kazasker İzzed’e ve daha birçok ustaya ait hatlar…”

        “Villa Tozan” Darüşşafaka tarafından bir süre sonra satıldı. Bina birkaç el değiştirdi. 90’lı yıllarda bir süre Marmara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü olarak hizmet gördü. Birkaç yıl önce ise Dr. Murat Dinçer tarafından kiralanarak “Medica Tıp Merkezi” haline getirildi.

        *

        Burhan Felek, “silah ticareti işini” asıl, Yahya Kemal’in elini tutarak son uykuya daldığı gerçek adı Regger olan Satvet Lütfü Tozan’ın karısı Zeynep Hanım’ın idare ettiğini söyler.