Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör İran'ın mesajları kime?

        13 Nisan akşamından bu yana İran’ın İsrail’e yönelik saldırısını ve ortaya çıkan tablonun bölgemize, hatta dünyaya yansımalarını konuşuyoruz. İran kendi İHA’larının bir kısmının hedeflerini bulduğunu ve İsrail’in kayıpları olduğunu iddia ediyor. İsrail tarafı ise saldırıyı az hasarla atlattığını, ancak bunu cevapsız bırakmayacağını söylüyor. Dolayısıyla hepimiz şimdi karşı saldırının ne zaman olacağını ve İran’ın buna nasıl cevap vereceğini öngörmeye çalışıyoruz.

        Bunlar önemli başlıklar, ama aynı zamanda doğru anlaşılması için daha fazla çaba ve okuma gerektiren konular. Bugün biraz Türkiye’nin pozisyonunu da dikkate alarak bu yönde değerlendirmeler yapmak istiyorum.

        İsrail, 7 Ekim’deki HAMAS saldırısından sonra tüm dünyanın gözü önünde, bilinen tüm hukuk kurallarını ve meşruiyet zeminlerini çiğneyerek onbinlerce insanı katletti. Milyonu aşan sayıda insan yerinden yurdundan oldu ve akılalmaz zorluklar içinde hayat mücadelesi veriyor. Evler, hastaneler, okullar, ibadethaneler yıkıldı. Sadece Gazze’yi değil, Filistin’i bekleyen kaderin ne olduğuna dair umutlar zayıf ve belirsiz.

        13 NİSAN’A NASIL GELİNDİ?

        İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği alanında bulunan başkonsolosluk binasına düzenlediği füze saldırısı, bölgede zaten yüksek olan tansiyonu iyiden iyiye çığırından çıkardı. Saldırıda İran Devrim Muhafızları’nın önemli komutanlarının da yer aldığı toplam 12 kişi hayatını kaybetti. Daha iyi anlaşılması için şunu ifade edelim. Buradaki isimlerden General Muhammed Rıza Zahidi, Kasım Süleymani suikastından sonra öldürülen en üst düzey isim.

        Sonrasında gündem İran ve İsrail’in karşılıklı tehdit mesajlarıyla devam etti. Amerikan yönetimi, bu saldırıların uluslararası hukuktaki anlamını bilse de, İsrail’e yönelik bir karşı saldırıyı asla kabullenmeyeceğini ifade etti. 13 Nisan akşamı insansız hava araçları ve farklı özellikteki füzelerle başlayan İran saldırısı, pek çok farklı tez üzerinden ele alınıyor. Dolayısıyla muhtemel sonuçlarına dair öngörüler de birbirinden oldukça farklı.

        En çok dile getirilen tezlerden biri, İran’ın iddialı çıkışlarına rağmen İsrail’e ciddi bir hasar ya da zarar veremediği, dolayısıyla bu tablonun İran’ın zaaf ve zayıflığını ortaya koyduğu yönündeydi. Buna ek olarak, Ortadoğu’da çok yaygın olan bir başka iddia daha dile getirilmeye başlandı. İran’ın bu hamlesiyle bir anlamda İsrail’in, dolayısıyla ABD’nin; ayrıca köşeye sıkışmış durumda olan Netanyahu’nun elini güçlendirdiği. Daha net ifadesiyle “anlaşmalı” bir çatışmanın yaşandığı ve adeta bir tiyatronun sergilendiği.

        GERÇEKLERDEN UZAKLAŞMADAN

        Tarafların kayıplar ve zararlar konusundaki açıklamaları birbirinden çok farklı olduğu için, bazı noktaları anlayabilmek elbette kolay değil. Ancak soğukkanlı bir bakışla bu saldırının İsrail’e büyük bir zarar vermediği ya da en azından İran’ın çıtayı yükselten açıklamalarının hayli gerisinde kaldığı ortada. Peki bu durumda İran niçin kendisini “olağan şüpheli” haline getiren bir eylem yaptı ve tam da bu nedenle perde arkasından iş çevirdiği yönünde eleştirilerin merkezine oturdu.

        Bu soruya sadece “İsrail ve ABD’nin elini rahatlatmak için yaptı” cevabının verilmesi, bizi olup biteni anlamaktan hayli uzaklaştırabilir. Bu ne İran’ın beklenmedik zamanlardaki diplomatik manevralarını yok saymak, ne de perde arkasında yaptığı işleri görmezden gelmek. Ayrıca yaşadığımız ülkenin, hadiselerin gidişatını doğru anlamak için hem soğukkanlı, hem de kendi geleceğini dikkate alan yaklaşımlara ihtiyacı var.

        İran ve Şiilik başlığı altındaki tartışmalar, çok uzun yıllardır yakından takip ettiğim, olabildiğince farklı kaynaklar üzerinden anlamaya çalıştığım konular. Bir gazete yazısının sınırlarını dikkate alarak bazı noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum.

        İran, Türkiye’nin komşusu. İki ülke arasında yüzyıllara dayalı bir barış hali, beraberindeki pek çok rekabet alanına, hatta Irak ve Suriye konusunda olduğu üzere ciddi çatışma alanlarına rağmen devam ediyor. Bunu sadece iki ülke arasındaki ticari ilişkilerle anlamak yetersiz bir analiz olacaktır. İki devletin kritik zamanlarda gösterdiği duyarlılık bu anlamda önemli rol oynuyor. Ancak gayet net biçimde Türkiye’nin bu dengeyi koruma çabasının, muhatabından çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim.

        İRAN KİME MESAJ VERİYOR?

        Önce Kasım Süleymani suikastı, ardından İran’ın misilleme anlamındaki hamlelerinin cılızlığı. Şimdi 1 Nisan konsolosluk saldırısı ve yine İran’ın yaptığı karşı hamlenin yetersiz ya da iddialarından hayli uzak kalması.

        İran’ın, kendi itibarına yönelik bu hamleler karşısında verdiği cevapların yetersiz bulunacağını hesap edememesi mümkün mü? Bunun birkaç cevabı olabilir. Birincisi mevcut askeri kapasitesinin yetersizliği. Ancak İran’ın daha üst düzeyde bir saldırı gücünün olduğunu, ancak belli bir dengeyi gözeterek sınırlı hamle yaptığını öne süren askeri uzmanlar da var.

        İkincisi, uğradığı saldırılar karşısında sarsılan prestijini toparlayabilmek için özellikle kendi iç kamuoyuna yönelik bir mesaj oluşturma çabası. Ancak bunu yaparken de altından kalkamayacağı misillemelere uğramamak için “sınırlı” saldırılar düzenlemesi.

        Kendi iç kamuoyuna derken, asıl önemli noktaya geçiş yapabiliriz. İran’ın kendisini sorumlu saydığı kamuoyu, siyasi sınırlarından ibaret değil. 1979 devriminden sonra Lübnan’dan başlayarak, Suriye, Irak, Yemen ve Bahreyn’e kadar uzanan geniş alanda kendisine destek olarak ürettiği “Şii jeopolitiği”nden söz ediyorum elbette. Saydığım ülkelerde hatırı sayılır Şii nüfuslar yaşıyor. Bunlara Pakistan, Hindistan, Nijerya ve Suudi Arabistan gibi pek çok ülkeyi ekleyebilirim. Ancak ilk saydığım ülkelerde, İran’ın savunma hattını oluşturan “vekalet güçleri” olduğunun altını çizelim.

        Dolayısıyla İran, 13 Nisan’da kendi iç kamuoyunun yanı sıra, bu geniş alandaki müttefiklerine de mesaj vermeyi hedeflemiş görünüyor. Eğer bir sahneden söz edilecekse buraya bakmak önemli olabilir.

        Peki bu mesajlar ikna edici midir? Bu soruyu şu anlam haritasında cevaplandırmak daha doğru. İran’ın jeopolitik çıkarları için gözünü kırpmadan silah kullanan büyük örgütlerden söz ediyoruz. İkna edilmeleri ne kadar güç olabilir ki.

        Yazı uzadıkça okuyucunun sabrı taşıyor biliyorum. Tüm bu olup bitenin Türkiye’yi de merkeze alarak ortaya çıkması muhtemel sonuçları nelerdir? Küresel ölçekte İran’la aynı uluslararası örgütlerde ve dizilişlerde bulunan büyük güçlerin, özellikle Rusya ve Çin’in tavrı ne olabilir.

        İzninizle, bir sonraki yazıya.