Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Adalet Nedir?

        Herkese hakkının verilmesi ana fikrini haiz değer. Herkese hakkının verilmesi şeklindeki ana fikir ise hak edilenin ne olduğu, bunun nasıl tespit edilebileceği, bir ya da bir grup kişinin bu hakka sahip olup olmadığının nasıl belirlenebileceği, bu hakkın nasıl verileceği gibi somut soruları yanıtsız bırakmaktadır. Bu sorular, ana fikri anılan şekilde belirlenebilecek olan adaletin tarihselliği ile ilgili olup kavramın farklı içerikleri ve göndermeleri haiz olabilmesini sağlamaktadır. Öte yandan söz konusu sorular, adaletin somut hayattaki karşılıklarının neler olabileceği ve adalet fikrinin ne işe yarayabileceği ile ilgili yanıtların oluşturulmasında da işlevsel olabilir.

        Adalet kavramı, özellikle Fransız Devrimi sonrası değer olarak şekillenen kardeşlik, eşitlik ve özgürlük üçlüsünden en çok eşitlikle ilgilidir. Eşitlik, eşit olan şeylerin eşit işleme tabi tutulmasıdır. Adalet de bir eşitlik düşüncesidir. Söz konusu insan ve insanlar arası ilişki olduğunda, eşitliğin nitel ve nicel olarak temini büyük güçlükler arz eder. Bu nedenle tek bir adaletten değil, adaletin türlerinden söz edilir. Bunun için temelini, adaleti yine her bir kişiye hakkı olanın verilmesi olarak gören Aristoteles'ten alan bir "adalet türleri" ayırımına başvurulabilir. Burada adalet türleri, adaletin neyi gerektirdiğinin belirlenmesinde takip edilebilecek ölçütlere göre yapılan bir ayrımın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır ve somut bir durum karşısında adaletin nasıl tesis edildiği, edilebileceği ile ilgili yukarıdaki sorulara verilecek yanıtların ilkesel temellerini ortaya koymaktadır.

        Adalet kavramı için klasik türler ayrımı Aristoteles'ten hareketle, dağıtıcı adalet, düzeltici (denkleştirici) adalet ve hakkaniyet biçiminde yapılır. Tarihsel gelişmeler bu ayırımın, sosyal adalet ve son olarak da prosedürel adaletin eklenmesi ile şekillenmesine yol açmıştır.

        Dağıtıcı adalet, Aristoteles'te, bölüştürülebilir nitelikteki toplumsal iyilerin, örneğin onurun ya da paranın dağıtılması ile ilgilidir. İnsanlar, farklı yetenekleri, toplumsal olarak bulundukları konumlar ve değişen ihtiyaçları ile olanakları itibarıyla eşit olmadıkları için, nimetlerden ve külfetlerden farklı oranlarda pay alacaklardır. Bu anlamda, söz konusu özellikler bakımından "benzer durumda olanlara benzer" muamelenin yapılması, dağıtıcı adaletin gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dağıtıcı adalet, Aristoteles tarafından orantısal, yani geometrik bir eşitlik ekseninde sunulur. Günümüzde, liberal siyaset felsefesinin çağdaş bir ismi olan John Rawls'un adalet ilkelerinden ikincisi, dağıtıcı adalete bir örnek olarak sunulabilir. İlk ilke olan özgürlük ilkesi öncelikli olmakla birlikte; toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerle ilgili olarak belirlenen ve bunların düzenlenmesinde, hem belirli makam ve mevkilere gelinmesi açısından herkesin adil bir fırsat eşitliğine sahip olması gerekliliğine (fırsat eşitliği ilkesi), hem de en dezavantajlı olanların yararının gözetilmesine (fark ilkesi) göndermede bulunan iki parçadan oluşan ikinci ilke, dağıtıcı adalettir. Bu ilke, liberal ekonomik düzenin sağlayamadığı adil dağıtım için yeniden bir gözden geçirme olarak, toplumsal ve ekonomik iyilerin dağıtılmasına yön vermekle ilgilidir. Dağıtıcı adalet, mevcut kuralların içerik itibarıyla belirli bir adalet kavrayışını gösteren temel bir ilkeye ya da ilkelere göre değerlendirilmesi suretiyle adil olup olmadığıyla ilgilenen maddi ya da içeriksel adalet anlayışına ve kavramına yakındır. Buna karşılık, genel ve soyut nitelikteki kuralların herkese eşit biçimde uygulanıp uygulanmadığıyla ilgilenen ve usul ilkeleri üzerine yoğunlaşan şekli adalet ya da hukuk adaleti anlayışına ve kavramına mesafelidir.

        Aristoteles'in sınıflandırmasındaki ikinci adalet türü, düzeltici (denkleştirici) adalettir. Düzeltici (denkleştirici) adaletin temelinde, tarafların karşılıklı yükümlülüklerinin birbirine eşit olması gerekliliği düşüncesi yatmaktadır. Dolayısıyla, bu eşitliğin taraflardan biri lehine bozulması halinde, ortada düzeltilmesi gereken bir dengesizlik vardır. Örneğin bir sözleşme ilişkisine aykırılık ile ya da sözleşme dışı bir ilişkiden kaynaklanan uymama veya zarar verme haliyle ortaya çıkacak tazmin borcu, verilen zarar ile aynı ölçüde olmalıdır. Söz konusu ilişkiselliğin ceza hukuku kapsamında bir suç şekline büründüğü hallerde de suça denk bir ceza ile düzeltme gerekir. Düzeltici (denkleştirici) adalet kapsamında aritmetik bir eşitlik anlayışı söz konusudur. Dağıtıcı adaletten bir farklılığı bu eşitlik anlayışı ortaya koymaktayken, yine dağıtıcı adaletten farklı olarak burada taraflara, yetenekleri, toplumsal konumları, ihtiyaçları ya da olanakları dikkate alınmaksızın muamele edilmesi söz konusudur. Kişisel ya da toplumsal durumları ayırt edilmeksizin "herkese eşit" muamele yapılması açısından düzeltici (denkleştirici) adalet ise şekli adalet ya da hukuk adaleti anlayışına ve kavramına yakındır.

        Dağıtıcı adalet ve düzeltici (denkleştirici) adaletten sonra, yine Aristoteles'ten hareketle ortaya konulacak üçüncü adalet türü, "insaf" ve "hak ve adalete uygunluk" anlamına gelen nasfet (nısfet) ile eş anlamlı olarak da kullanılan "hakkaniyet"tir. Hakkaniyet; dağıtıcı adaletin ve düzeltici (denkleştirici) adaletin, sırasıyla gerek "benzer durumda olanlar" ölçeğinde, gerekse "herkes" ölçeğinde birden fazla kişiye aynı muamelenin yapılmasını öngören genelleyici niteliklerini taşımaz. Hakkında adil bir karara varılabilmesi için olay ve/veya kişilerin tekil özelliklerinin dikkate alınmasının zorunlu olduğu bazı durumlarda bu adalet anlayışlarının yetersiz kalmasından dolayı, söz konusu zorunluluğu karşılamak üzere yapılandırılmış olan adalet türüdür. Görüldüğü üzere hakkaniyet, genelleme fikriyle barışık değildir. Genelleme fikriyle barışık olmayışı ise hakkaniyeti, genel ve soyut olan, en azından öyle olması beklenen yasalarla ontolojik açıdan gerilimli bir ilişkiye sokmaktadır. Zira ontolojik açıdan bakıldığında somut olayların ve/veya kişilerin tekil özelliklerinin dikkate alınması hususu, yasanın genel ve soyut olma nitelikleriyle örtüşmemektedir. Öte yandan, ontolojik olarak özel ve somut olana ilgisiz yasanın, özel ve somutun ayrıca önem taşıdığı bazı durumlarda katı ve şekilci biçimde uygulanması da, "tam hukuk, tam adaletsizlik" deyişinde özetlendiği üzere, adaletsiz sonuçlara yol açabilme ihtimalini barındırmaktadır. Gerçekten de hakkaniyet kavramının ve pratiklerinin tarihine bakıldığında, katı ve şekilci hukukların adaletsiz sonuçlar yaratmasına karşı daha yumuşak, daha esnek ve daha serbest bir hukuk yorumlayışının ortaya çıkmasını yahut mevcut hukuk yollarıyla elde edilemeyen hakların alternatif hukuk yollarıyla temin edilmesini ve bunların da zamanla hukuk sistemlerine yerleşmesini gösteren örneklere rastlanabilmektedir. Ayrıca, mevcut hukukun statik yapısının hayatın dinamizmi karşısında yetersiz kalacağı ihtimallerde de hakkaniyete başvurulması söz konusu olabilir. Tüm bunlar, adil bir karar verilmesi için olayların ve/veya kişilerin tekil özelliklerinin dikkate alınması gerekliliğine işaret eden hakkaniyetin, en uygun biçimde "somut olay adaleti" olarak nitelendirilmesini mümkün kılmaktadır. Buradan hareketle hakkaniyet, şekli adalet ya da hukuk adaleti olarak adlandırılan kavramlaştırmalara ve yasaların anayasaya ve mahkeme kararlarının yasalara uygun olmasını da kapsayacak biçimde tüm hukuki karar ve işlemlerin belirli bir kural silsilesini takip etmesini arayan, hatta yasaya uygun olan her şeyi adil sayan "yasa adaleti" anlayışı ile herkese eşit biçimde uygulanacak kuralların mülkiyet hakkını, sözleşme serbestisini ve devlet dışı aktörlerce şiddet kullanılmamasını temin etmesini ve genel, soyut ve önceden bilinebilir nitelikte olmasını yeterli gören "kural adaleti" anlayışına mesafelidir. Ancak hakkaniyet uygulamasının hukuk güvenliği ve hukukun düzen fonksiyonu için tehdit oluşturmayacak bir şekilde gerçekleştirilmesi de gerekir. Eğer hakkaniyet somut olay adaleti ise uygulamasını özel ve somut olayla ilgili karar verecek olan hakim yapacaktır. Ancak bu, hakimin keyfi biçimde karar verebilmesi demek değildir; zira hakim, kendisine hukuk düzeni tarafından hakkaniyet esasına göre karar vermesi için yetki tanınmış ve bu yetkinin sınırları da yine hukuk düzenince çizilmiş ise bunu gerçekleştirebilir. Söz konusu durumu, hukuk düzenlemelerinde hakime hitaben kaleme alınan "Hakim hakkaniyete göre karar verir" ya da "Hakim durumun icabına göre karar verir" yahut "Hakim takdir eder" şeklindeki ifadelerden veya örneğin ceza kanunlarında ceza için belirlenen alt sınır ve üst sınır düzenlemelerinden hareketle hakime, sınırları kanun tarafından belirlenmiş bir takdir yetkisinin verildiği hallerde görebiliriz.

        Literatürde "yeniden dağıtımcı adalet" olarak da isimlendirilen sosyal adalet ise toplumsal iyilerin ve yükümlülüklerin dağıtımıyla ilgili olmak bakımından dağıtıcı adalet ile; herkese eşit şekilde uygulanacak genel ve soyut kuralların varlığını tek başına yeterli görmeyip bu kuralların kendisinin de adil olduğu düşünülen birtakım ilkelere uygun olmasını araması bakımından ise maddi adalet anlayışı ile yakındır. Sosyal adalet, onu özel bir adalet türü olarak ele almayı gerektiren bir biçimde, insana ve insanlar arasındaki ilişkilere dair münhasır bir bakış açısını yansıtmaktadır. İlk olarak sosyal adalet, toplumla ilişkilerini düzenleyeceği insanı, "bütün" olarak ifade edilebilecek toplumun bir üyesi, bir parçası olarak kavramaktadır. Sosyal adalet, bu insan kavrayışı ve buna bağlı olarak belirlenen toplumsal hak ve ödevler anlayışı ile kendisini Aristoteles'in dağıtıcı adalet kavramından farklılaştırmaktadır. Dolayısıyla, sosyal adalet anlayışı açısından adalet, toplumsal ilişkileri ve toplumların durumunu nitelendirmekte kullanılabilir haldedir. Toplumların adil olup olmadığıysa, gelir dağılımının ya da toplumsal iyilerin ve yükümlülüklerin dağıtımının daha önceden belirlenmiş ve adil olduğu düşünülen ilkelere uygun olup olmadığına göre belirlenmektedir. Adalet, bireysel eylemlerden çok toplum bazında ve görüldüğü üzere maddi boyutuyla ele alındığında, hukuk ve devlet de sosyal adalet perspektifinde özel bir anlam kazanmaktadır. Hukuk açısından bakıldığında sosyal adalet, soyut ve genel bir birey kabulü temelinde yükselen hukuk anlayışından uzaklaşılmasına işaret eden "sosyal hukuk"a dayanak olmuştur. Öyle ki, sosyal hukuk penceresinden insan, artık kişi olmak bakımından diğerleriyle soyutlama düzeyinde eşit sayılan bir varlık değil, üyesi olduğu toplumla ilişkileri düzenlenmesi gereken, güçlü-güçsüz, zengin-yoksul, çalışan-işsiz gibi toplumsal eşitsizlikleri içinde, somut ve gerçek insandır. Öte yandan, insanlar arasındaki ilişkiler toplumsal bir hüviyeti haiz ise özel hukuk alanında görülen ilişkilerin de toplumsal anlamlarıyla ele alınması söz konusudur. Devlet ise sosyal adalet bağlamında, bazı kaynaklarda refah devleti olarak da anılan, "sosyal devlet"tir. Toplumsal eşitsizliklerin tamamıyla ortadan kaldırılmasını amaçlayan sosyalist devletten ve devleti yalnızca mülkiyet hakkını ve sözleşme serbestisini koruyup kişilerin birbirlerine karşı şiddet kullanmamasını ya da sözleşmelere aykırı davranılmamasını temin etmekle meşgul olacağı bir sınırlılıkla kavrayan minimal devletten farklı olarak sosyal devlet, içinde herkese nitelikli eğitim, sağlık hizmeti, iskan, toplu sözleşme, adil ücret, çalışma, çalışma örgütleri kurma, dinlenme, çalışamayanlara yahut kimsesiz çocuklara veya ihtiyaç halindeki yaşlılara sosyal güvence temin etme ve çevre gibi sayısı çoğaltılabilecek kalemlerin yer aldığı sosyal ve ekonomik haklarla ilgili alanları toplumun ve piyasanın kendiliğinden işleyişine bırakmayan; ekonomi alanında varlık gösterebilen; toplumsal iyilerin ve yükümlülüklerin dağıtımının adil olduğu düşünülen belirli ilkelere göre gerçekleşmesi bakımından pozitif yükümlülükleri haiz olan devlettir.

        Hukuk adaletini karşılamak üzere de kullanılan prosedürel adalet (usuli adalet, usul adaleti), sosyal adaletten farklı olarak, yalnızca bireylerin eylemlerinin adil olup olmadığının değerlendirilebileceğini ve bu bakımdan toplumun adil olup olmadığının adalet tartışmasının konusu olmadığını kabul eder. Bireylerin eylemlerinin adil olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınan ise bu eylemlerin sonuçları değil, prosedürel adaletin bir kural adaleti olarak nitelendirilmesini mümkün kılan bir biçimde, genel, soyut ve önceden bilinebilir nitelikteki kurallara uygun hareket ediliyor olmasıdır. Bu bakımdan prosedürel adalette, maddi ya da içeriksel adaletten farklı olarak, kuralların içeriklerinin önceden belirlenmiş bir adalet ilkesine uygun olup olmadıklarına göre adil olup olmadığı değerlendirilmemekte, sayılan nitelikleri haiz ve herkese eşit biçimde uygulanacak kuralların mülkiyet hakkını, sözleşme serbestisini ve devlet dışı aktörlerce şiddet kullanılmamasını temin etmesi, onları ve onlara uyularak gerçekleştirilecek eylemleri adil kılmak için yeterli olmaktadır. Bu açılardan, prosedürel adalet, düzeltici (denkleştirici) adalet ve şekli adalete yakındır. Prosedürel adaletin bu boyutu, onu suçların cezalandırılmasının şartlarının ya da sebep olunan tazminat borcunun ölçüsünün belirlenmesiyle yahut yargıya başvurma, adil yargılanma gibi bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasına dair usuli meselelerle ilgili hale getirmektedir. Öte yandan, prosedürel adaletin, bir negatif adalet olma boyutu da vardır. Zira prosedürel adalet anlayışında, sosyal adalet anlayışından farklı olarak, toplumsal iyilerin ve yükümlülüklerin dağıtımının adil olduğu düşünülen belirli ilkelere göre gerçekleştirilmesi beklentisi yoktur. Prosedürel adalet anlayışına, Friedrich August von Hayek'le birlikte, her ne kadar sonradan bu konumunu değiştirdiğini belirtmiş olsa da liberter düşüncenin önemli isimlerinden sayılan Robert Nozick'in özgür birey kavrayışı merkezinde yapılandırdığı adalet anlayışı örnek gösterilmektedir. Nozick'in doğru adalet teorisi olduğunu düşündüğü "yetkilendirme teorisi"nde adalet, kişilerin şeylere sahip olma süreçleriyle ilgilidir. Dolayısıyla bakılması gereken yer, şeylerin gerek ilk olarak elde edilmeleri, gerekse elde edilmiş olan şeylerin başka kişilere aktarılması süreçlerinde sergilenen davranışların adil olup olmadığıdır. Bireylerin bu süreçlerde sergilemiş olduğu davranışlarının adilliğinin ölçüsü ise şiddet kullanımına ya da hileye başvurulmaması, bir başkasının durumunun bile-isteye kötüleştirilmemesidir. Bu adaletin sağlanabilmesi için de devlet, minimal devlet olmalıdır.

        YAZAR

        Yasemin Işıktaç

        KAYNAK

        • Aral, Vecdi. Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. 6. Basım. İstanbul: Filiz Kitabevi, 2001.
        • Aristoteles. Nikomakhos'a Etik. Çev. Saffet Babür. 2. Basım. Ankara: BilgeSu Yayıncılık, 2009.
        • Gürler, Sercan. Ahlak ve Adalet. İstanbul: Legal Yayıncılık, 2007.
        • Işıktaç, Yasemin. Hukuk Başlangıcı. 3. Basım. İstanbul: Filiz Kitabevi, 2015.
        • Uygur, Gülriz. "Adalet ve Hukuk Devleti". Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 53, Sayı 3 (2004): 29-38.