Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Şiir (Klasik Edebiyat'ta) Nedir?

        Güçlü bir şiir geleneğine sahip Cahiliye dönemi Arapları arasında hayatın merkezinde yer alan şiir herkes için çok önemliydi. Şiir bilmeyen ve şiirden anlamayan yönetici neredeyse yok gibiydi. Şiirin bu kadar önemli olmasının sonucunda şairler de önemli kimseler oluyordu.

        Cahiliye dönemi şairlerini, üstlendikleri vazifelere göre kabaca iki kısma ayırabiliriz. İlki, üstün meziyetleri olduğuna inanılan, kabilelerinin dini önderi mesabesinde, kabilesinin her şeyi olan şaman/kahin-şair tipi idi. Kabilenin şairi, aynı zamanda kabilesinin sözcüsü idi ve şiir de kabilesinin, dönemin siyasi ve toplumsal olaylarına karşı geliştirdiği politikaları dile getirme aracı idi. Bu haliyle şair kabilesini temsil ediyordu ve şiir de doğal olarak şiirden çok daha fazla şey ifade ediyordu.

        Diğer şair tipi ise özellikle beşinci asırdan itibaren ortaya çıkmaya başlayan, Kureyş'in Mekke'ye hakim olması ve Mekke'yi ticaret merkezi ve üssü yapması ile zenginleşen Araplar arasında gelişme imkanı bulan sanatçı şair tipi idi. Bu şairler ise daha çok hayata, insana ve Araplar arasındaki yaygın değerlere dair şiirler yazarlardı.

        İslam'a ve Kur'an'a karşı çıkan ve mücadele eden Mekkeli müşriklerin ellerindeki silahlardan biri de şiirdi. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e karşı silah olarak kullandıkları şiire karşı gösterilen tutum zaman içinde farklılaştı ve değişti. Bu değişimi üç dönemde müşahede edebiliriz.

        Kur'an: Vahyin başladığı dönemdir.

        Hz. Peygamber: Vahyin Allah sözü olduğu kabul edildikten sonra Müslümanlarla müşriklerin savaşmaya başladıkları dönemdir.

        Peygamber sonrası: Mekke'nin fethi ile Hz. Peygamber'in görevinin tamamlanması ve vefatından sonra fetihlerle büyüyen İslam dünyası. İslami şiir, bu dönemde, asırlar boyunca söylenerek olgunlaşmış ve gerçek anlamını bulmuştur.

        Şair ve şiir hakkında güçlü bir geleneğe sahip olan Kureyş, nazil olan ilk ayetleri işittiğinde, onları şiire, Hz. Peygamber'i de şaire benzetmişlerdi. Çünkü ellerinde ve zihinlerinde mukayese edecekleri şiirden başka bir şey yoktu ve bilmiyorlardı. Kur'an-ı Kerim ise Kureyş'in bu uydurma iddialarına meydan okumuş; Hz. Peygamber'in şair, Kur'an'ın da şair sözü yani şiir olmadığını güçlü bir sesle dile getirmiş, Hz. Peygamber'e büyücü-mecnun diyenlere de sert tepki göstermişti. İslam'ın ilk dönemlerinde ayetlerle karıştırma ve karşılaştırma tehlikesi karşısında, şiirle Kur'an arasına kalın bir çizgi çekilerek ikisinin aynı olmadığı belirtilir. 

        Kur'an-ı Kerim, şairleri tarif ederek şiir ile ilgili ilkeleri belirlemiş ve Müslüman şairlere yol göstermiştir. Kur'an'a göre Cahiliye şairleri, "Onların her vadide hakikaten ifrata (mübalağaya) düşegeldiklerini, hakikaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi?" (Şuara 224-227) denilerek olmayan şeyleri gerçekmiş gibi anlattıkları ve övgüde aşırıya kaçtıkları için eleştirilirler. Ayetin "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir." kısmı ise Müslüman şairlerin asırlar boyunca tutundukları can simidi olmuştur.

        Zaman içinde Müslümanlar güçlendikçe onların şiir ve şaire bakışı da değişmeye başladı. İyi şiir ile kötü şiiri ayırt edebilecek kadar şiiri bilen Hz. Peygamber, şairlerin Arap toplumundaki yerini ve Müslümanlara sağlayacağı katkıyı görüyor, şiiri ve şairi külliyen yasaklamıyordu. Hz. Peygamber'in ölçüsü; şiirin, Kur'an'da vazedilen ilke ve değerlerle çelişmemesi idi. Hz. Peygamber; İslam'a ve getirdiği ilkelere uymayan, haramı öven ve özendiren, ağır hakaret içeren hicivler yazan, topluma zarar verecek şekilde kin dolu şiirler yazan İmru'l-Kays'ı (ö. 540?) ve şiirini eleştirirken kendisinin dile getirdiği hakikatleri ifade eden "İyi bilin ki Allah'tan başka her şey batıldır." gibi dizeler söyleyen Lebid'i (ö. 661), "Günler sana bilmediğin şeyleri gösterecek ve ummadığın kimseler de sana haberler getirecektir." dizesini söyleyen Tarafe'yi (ö. 564), "Karnım belime yapışmış olsa da olsa minnetten azade bir yiyecek buluncaya kadar aç yatar, aç kalkarım" diyen Antara'yı (ö. 608), "İçinizde olan hiçbir şeyi Allah'tan gizleyemezsiniz. Her neyi gizlemeye çalışırsanız Allah onu bilir" diye Züheyr'i (ö. 609?), hutbesini unutmadığı Kuss b. Saide'yi (ö. 600) şiirlerinde değişmez hakikati dile getiren şiirleri beğenir ve zaman zaman dinlerdi. 

        Hz. Peygamber, şiirin vezni ve kafiyesi ile ilgilenmemiş, muhtevasına dikkat etmiştir. O; Allah'ı, peygamberini ve Müslümanları hicveden şiirleri yasaklamıştı. Abartılı övgü ve yergilerden hoşlanmamış, yalan sözün her türlüsüne karşı çıkmıştı. İslam'ın haram kıldığı şeyleri öven veya makul gösteren şiirleri de eleştirmiş ve dinlenilmemesini istemişti. 

        Hz. Peygamber, duygu ve düşüncelerini yansıtmak ve tepkisi göstermek üzere üç şairi görevlendirmişti. Ayrıca vefatının ardından, ailesi ve yakın arkadaşları arasında, onun için mersiye yazmayan yok gibidir. Bu durum bize, şiirin, Müslümanlar arasında yerinin bulduğunu ve kabul gören bir formuna ulaştığını göstermektedir.

        Müslüman Türk şairleri, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatan ve onu öven, yakarışta bulunan şiirlerle divanlarını süslediler. Hz. Peygamber'i ise müstesna bir köşeye oturttular. Hz. Peygamber üzerine yazılmış şiirler adeta yeni bir literatür oluşturdu. Şairler, Hz. Peygamber hakkında yazdıkları şiirlerle, yeni edebi türlerin ortaya çıkmasını sağlarken onun hayatındaki önemli olayları telmih ve teşbih yoluyla tüm şiirlerinde dile getirdiler ve şiirlerini anlamca derinleştirdiler. Klasik Türk şairinin temel eseri olan divanlarda, Hz. Peygamber için söylenilen şiirlerin yer alması ise değişmez bir kural halini aldı. Halk şiiri ve Tekke şiirinde de durum Klasik şiirden farklı değildi. Tekke şiirinin, tamamıyla Hz. Peygamber üzerine inşa edildiğini söylemek bile mümkündür. 

        Klasik şiirin tasavvufi ekoller tarafından kullanılması ile ortaya çıkan irfani şiirin tarihçesi, sufiliğin ortaya çıktığı ilk dönemlere kadar iner. İslamiyetin ilk yıllarında Müslümanlar, fetihlerle birlikte zaman içinde hem zenginleştiler hem de topraklarını genişleterek farklı kültürlerle tanıştılar. Bu değişim şiirin seyrinde iki farklı gelişmeye neden oldu. Müslümanların zenginleşmesi ile hayatlarındaki değişimlere tepki ile doğan zühd hareketi ve bu hareketten zaman içinde neş'et eden tasavvufi ve irfani düşünce, şiiri doğrudan etkiledi. İrfani bilginin ve duygunun şiirle ifade edilmesi hem şiire hem tasavvufa büyük imkanlar sağladı ve onları geliştirdi. Sûfiler yaşadıkları halleri birbirlerine şiir ile anlatmaya başladılar. İnançlarını ve ilkelerini, müritlere ve muhiplere aktarırken de şiirin kulakta bıraktığı tesirin yanı sıra akılda kolay kalmasının verdiği imkanı kullanmaktan çekinmediler ve çok güzel şiirler meydana getirdiler. Herkesin anlamasının mümkün olmadığı bu şiirleri açıklayan şerh adıyla ikincil bir metin türü ortaya çıktı ve bu şiirin toplumda anlaşılmasını ve yaygınlaşmasını temin etti.

        İkinci önemli değişiklik, Arapça konuşmayan milletlerin Müslüman olması ile birlikte dillerinde görüldü. İslam ile birlikte Arapça konuşmayan milletlerin diline Arapça kelimeler girdi ve edebiyatları da hem biçim hem de içerik olarak genişlemeye başladı. Türkler de Arapça bilmeyen ve dinlerini, tercüme edilen metinler vasıtasıyla öğrenen milletlerdendi. Kitleler halinde Müslüman olan Türklere dinlerini öğretmek ve belletmek üzere metinler kaleme alındı. Türklerin milli hususiyetlerinden olan yiğitlik ve cömertlik duygularına hitap eden manzum hikayelerle İslam öğretilmeye ve benimsetilmeye çalışıldı. Hoca efendilerin camilerde öğrettikleri ibadetler, haramlar ve helallerin yanı sıra sûfi şairler de milletin İslam ile duygusal bağ kurmasını sağlayacak metinler telif etmeye başladılar. Bir tarafta Hz. Ali hikayeleri gibi metinler ile yiğitlik, cömertlik, civanmertlik, din ve vatan uğruna gayret ve ideal aşk gibi duygular aktarılırken öte yandan, başta mevlit olmak üzere, Hz. Peygamber için yazılan şiirlerle de dinin peygamberini kendilerinden biriymiş gibi sevmelerine, benimsemelerine yardımcı olacak metinler inşa ediliyordu. Türklerin İslam'ı benimsemelerinde ve özümsemelerinde bu tür edebi metinlerin, özellikle şiirin oldukça önemli bir işlevi oldu.

        Sufi şiirin bir diğer etkisi, Allah korkusunun Allah sevgisine dönüştürülmesi idi. Bu durum ise görev ve sorumluluk bilinci ile yapılan ibadetleri aşkla ve şevkle yapılan bir merasime dönüştürdü. Ayrıca cami dışına taşırarak musiki ile zenginleştirdi ve hayatın bir parçası haline getirdi.

        YAZAR

        İsmail Güleç