Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Vakıf Nedir?

        Türk Medeni Kanununda yapılan tanıma göre vakıf, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca tahsis etmeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluğudur.

        İslam-Türk Hukuku'nda kullanılan vakıf terimi tarihsel süreçte, Türk Medeni Kanunu'nun hazırlık çalışmaları sırasında, TMK'dan sonra kurulacak vakıflar için terk edilmiş, İslam-Osmanlı Hukuku Dönemi'nde kurulan vakıflara özgü kalmış Medeni Kanun'a tabi olan yeni vakıflara te'sis denilmiş idi. "Te'sis" terimi de Arapça olmakla birlikte, İslam Hukuku'nu çağrıştıran vakıf terimi yerine te'sis tercih edilmiş idi. 1967'de yürürlüğe giren ve Medeni Kanun'un te'sise ilişkin hükümlerini değiştiren 903 sayılı Kanun'dan sonra artık tekrar te'sis yerine vakıf terimi konmuştur. Te'sis terimi halk bilincindeki "vakıf" teriminin itibarına sahip olamadığı için terim değiştirilmiş ve ayrıca vakıf kurumunu teşvik edici hükümler getirilmiştir. 

        "Vakıf" kurumuna yerleşik ve bir medeniyet mensubu toplumlarda, özellikle dini faaliyetler alanında rastlanır. Medeniyet tarihinde tüzel kişi kavramı daha doğmadığı için genel bir adı olmayabilir. Tapınaklar ve buna bağlı mal varlığı özgülemeleri (tahsis), İslam'dan önce de rastlanan bir görünüm idi. "Vakıf" terimi İslam Fıkhı'nın bir terimi olsa da, "Vakıf" kurumu İslam'a özgü değildir. Roma Hukuku'nda "kişi toplulukları" yanında "bir amaca özgülenen mal toplulukları" ayrımı yapılmıştır. Kişi toplulukları için, tüzel kişilik terimi doğmuş olmasa dahi, tüzel kişilik kavramı belirgindir. (Universitas vice Personaef bonjitur = Topluluk bir kişi gibidir; Dig. 46, 1, 22 a.). Hatta "mal topluluğu" denmeyip "universitas" dendiğine göre, bu kuralın "mal toplulukları"nı da kapsadığı düşünülebilir. Ne var ki "universitates bonorum"u yönetecek ve mallardan yararlanacak olan da gerçek kişiler olduğu için "vakıf" kurumunun tüzel kişiliği açıkça kabul edilmemiş, bunun yerine "kişi topluluklarına kişiler tarafından yapılan yükümlü bağışlamalar" (donatio sub modo) açıklaması üstün gelmiştir. Kıt'a Avrupası'nın Latin Hukuk Ailesi'nde bu görüş hakim iken, Protestan Kilisesi'nin doğumuyla, Alman Protestan çevrelerinde Cermen Hukuku'nun etkisiyle merkezi bir din kurumuna bağlı olmayan "Stiftung" kavramı ortaya çıkmıştır.

        İslam'dan önce Arap Yarımadası'nda -yine tüzel kişi terimini karşılayan bir terim olmamakla birlikte- Kabe'nin hukuki durumu, daha sonra ortaya çıkacak terimle "vakıf" kurumunun ilk örneği olarak görülebilir. Daha sonra, geniş kapsamlı "sadaka" kavramının bir türü olan "sadaka-i cariye" kavramı Hadis ile belirtilmiştir. Sadaka-i cariye; bir def'alık değil, sürekli bir hayır eylemi anlamındadır. Bir türü de "bir malı veya mal topluluğunu sürekli bir hayır amacına, yoksulların yararına özgülemek"tir. Sadaka işlemiyle bağışlama (hibe) işlemi; her ikisi de karşılıksız (ivazsız) kazandırma olsalar bile, amaç bakımından ayrılırlar: Bağışlamada özel bir amaç aranmaz. Sadece karşılıksız kazandırma amacı yeterli görülür Buna karşılık; "sadaka"da "kurbet" kasdı aranır. Sadaka mali ibadettir. Allah'ın rızasını kazanarak yakınlığını elde etme amacı gerekir. Yoksullara yardım, cami ve mezarlık olarak bina yapma, arsa özgüleme "kurbet" sayılır. Sürekli özgüleme sadaka-i cariyedir. Sürekli özgüleme olması şart olmamak gerekir. Bu konuda sekizinci miladi yüzyıla kadar tam görüş birliği sağlanamamıştır. Başta kullanılan terim sadaka-i cariye iken, terime şu anlam verilmiştir: Bir mal varlığı unsurunu, tüketim eşyası değil kullanma eşyası olmak üzere bir amaca özgülemek, alışveriş hayatı dışına çıkarmak, ürünlerini amaca göre harcamak, mülkiyetin başkasına devrini önlemek. Bu sonuncu şarta "malı habs etmek" denirdi. Vakıf terimi dördüncü halife Hz. Ali (ö. 661) dönemine kadar kullanılmıyordu. "Habs"in sürekli olması da aranmıyordu. Hz. Ali döneminde, Beytülmal'in (Devlet hazinesi) malının ferdlere devredilmesi olayları çoğalınca Hz. Ali sadaka-i mevkufe terimini kullanarak, yaptığı özgülemelere dokunulmazlık kazandırmak istedi. Bu mevkuf ve çoğulu olan mevkufat teriminden; giderek Vakf terimi doğdu. Kuzey Afrika'da "habs, hubus" terimi ağırlıktadır. İmamiyye fıkhında vakıf terimi de habs terimi de kullanılır. Habs, "müebbed" olması aranmayan özgülemeler için kullanılmaktadır. "Sadaka kılan"ın ölümüne kadar dönülmemiş (rüc'u edilmemiş) ise mirasçılarının dönme hakları vardır. "Vakf" ise süreye bağlanamayacak olan özgülemedir. Vakf etme terimi Beyt-ül-mal'den yapılan özgülemeler için de kullanılabilmektedir.

        Osmanlı-Türk-İslam Hukuku'nda özel vakıflar yanında bir de bugünkü "fon"lara benzeyen ve bireylerin mal varlığından değil, Sultan veya O'nun izniyle hanedan mensubu veya Devlet yüksek görevlisi olan bir kimsenin, Beytulmal malı olan bir arazi parçasının gelirini cami, külliye, hastane gibi, kurduğu bir vakfın amacını gerçekleştirmeye, masraflarının karşılanmasına özgülemesi imkanı veren "geniş anlamda vakıf" (gayrisahih vakıf) kurumu ortaya çıkmıştır. Bu vakıflar 1858 Arazi Kanunnamesi ile ilga edilmiş, sadece doğrudan doğruya hayır amacına özgülenen arsalar müstesna tutulmuştur. Doğrudan hayır amacına özgülenmeyip sadece gelir getiren arazi; Evkaf Hazinesi'nden Maliye Hazinesi'ne geçmiştir. 

        Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde, kılıç zoruyla fethedilen arazinin mülkiyetinin Beytulmall'e geçeceği görüşü yanında, bir de bu arazinin mülkiyetinin bir azize veya savaşta yararları görülmüş bir komutana verilebileceği görüşü ileri sürüldüğü için, bu yönde arazi devirleri (ıkta') yapılmış iken, Fatih Sultan Mehmed (ö. 1481) bunları ilga etmek istemiş, nihayet Kanuni Sultan Süleyman devrinde, kuruluş devrinde yapılan bu ikta'lar müktesep hak sayılarak "eizze ve guzat" vakıfları (Aziz ve Gaziler) adını almış veya müstesna vakıf denmiş, artık bu gibi temliklerin yapılamayacağı kabul edilmiştir.

        Camiler ve diğer bazı önemli vakıf binaları ile Sultan veya yüksek Devlet görevlileri dışında, halkın meskenleri ahşap olduğu için, ahşap vakıf binaları yandığında, arsa hakim (kadı) kararıyla satılabildiği halde, arsa parasıyla binayı yaptırmak mümkün olmadığı için, vakıf arsa üzerinde, ölümden sonra intikal edebilen ve süresi de belirli olmayan "intifa" hakları, "üst" haklarının kabulü zorunlu görülmüştür. Böylece "icareteynli" ve "mukata'alı" vakıf kavramı ortaya çıkmıştır. Bunlar da Cumhuriyet Devri'nde 1935'de yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu ile ilga edilecek, "mutasarruf" denen hak sahibi malik olacak, ne var ki "ta'viz bedeli" denen bir karşılık ödeyecektir. 

        Cumhuriyet Dönemi'nden sonra, ilk Medeni Kanun'un Yürürlük Kanunu'nun 8. maddesiyle, "te'sis" denen ve 1926'dan sonra kurulan vakıfların Medeni Kanun'a, eski vakıfların çıkarılacak özel Kanun'a tabi olacağı belirtilmiş, 1935'te Vakıflar Kanunu çıkarılmıştır. Bu Kanun, hanedan vakıfları gibi yönetimi Evkaf Nezareti'ne intikal etmiş vakıfları "mazbut vakıf" olarak adlandırmıştır. Bu vakıfların ferdi tüzel kişilikleri yoktur. Tek bir tüzel kişilik kabul edilmiştir (mazbut vakıflar tüzel kişiliği). Bu tüzel kişiliğin kendine özgü organları da olmayıp 1924'te Hilafet'in İlgası Kanunu ile lağvedilen Evkaf Nezareti'nin yerine kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü tüzel kişiliğinin (kamu tüzel kişiliği) vesayeti altındadır. Ayrıca, Kanunda belirtilen şartlar gerçekleştiğinde Osmanlı Devri'nde kurulmuş vakıfların da zabt edilerek mazbut vakıflar tüzel kişiliğine katılması imkanı getirilmiştir. Osmanlı Dönemi'nde kurulmalarına izin verilmiş, ne var ki haklarında "Vakıf" terimi kullanılmayan gayrimüslim hayır, eğitim kurumları ve mabedler için de "Cemaat Vakfı" terimi kullanılmıştır. 1967'de ilk Medeni Kanun ile te'sis yerine tekrar vakıf terimine dönülmüştür. 

        YAZAR

        Hüseyin Hatemi