Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün gün içerisinde Dolar/TL paritesinde 4.29 seviyesi görüldüğünde herkesin aklındaki soru şuydu: “Bu iş nereye gidiyor?”

        Yılbaşından beri yüzde 11 değer kaybetmiş bir kurdan bahsediyoruz. Kurdaki değer kaybı bununla da sınırlı değil. Türk Lirası son 5 yılda her sene ABD Doları’na karşı değer kaybetmiş. 2013 yılının başında 1 ABD Doları 1.75 Türk Lirası’na tekabül ediyormuş. ABD Dolar Endeksi ise aynı tarihte 80 seviyesindeymiş. Bugüne geldiğimizde ABD Dolar Endeksi’nin yüzde 15 yükselerek 92’ye geldiğini görüyoruz. Bloomberg’in gelişen ülke kurlarının yaptığı kur sepetinin ise aynı tarihte kabaca yüzde 30 değer kaybettiğini hesaplıyoruz. Şimdi gelelim Türk Lirası’na. 2013 başından bugüne TL, ABD Doları’na karşı yüzde 60 değer kaybetmiş durumda (2013’te 1 TL 0.57 $ iken bugün 1 TL 0.23 $’a geriledi). 2013 başından bugüne baktığımızda ABD Doları’na karşı TL’den daha fazla değer kaybeden birkaç kur var. Örnekse Venezüella Bolivarı, Arjantin Pezosu, Ukrayna Grivnası.

        Görüldüğü gibi Türk Lirası’ndaki değer kaybının çok izah edilebilir tarafı yok.

        Şimdi gelelim bu tarihte döviz piyasasını etkileyecek neler olmuş ona bakalım.

        TCMB’nin 2013 sonunda piyasayı fonladığı ortalama faiz oranı yüzde 6’lar seviyesindeymiş. Bugün gelinen noktada aynı faiz yüzde 13.50’ye çıkmış durumda. 2013 sonunda Türk Lirası’nda daha fazla faiz ödeyen birçok kur varmış. Rus Rublesi’nin ortalama faizi yüzde 6.75’miş, Hint Rupisi yüzde 8.7, Arjantin Pezosu ise yüzde 15 faiz ödüyormuş. 2018 yılına geldiğimizde ise Türk Lirası yüzde 13.50’li faizi ile Arjantin Pezosu’ndan sonra en yüksek faizi ödeyen kur olmuş.

        Kısaca Türk Lirası’nda son 5 yılda iki katına çıkardığımız faize rağmen, bu, paramızın ABD Doları karşısında en fazla değer kaybeden kurlar arasında olmasını engelleyememiş.

        EĞER KONU FAİZ DEĞİLSE NE?

        Türkiye’nin müzmin sorunları var: Cari açık, enflasyon, tasarrufların yetersiz oluşu gibi. Bunun yanında göreceli olarak iyi olduğu taraflar var: Düşük kamu borcu, düşük bütçe açığı gibi. Bonus olarak da son zamanlarda gölgesini üzerinde net hissettiğimiz son 5 yılda çok hızlı artan reel sektörün döviz borcu.

        Türkiye yukarıda saydığım dengeyi uzun süredir yönetiyor. Yıllardır GSYH’nin yüzde 18-20’si arası bir rakamı cari açık finansmanı ve tasarruf eksikliği dolayısıyla yurtdışından getiriyor. Son 10 yıldır zaten ortalama yüzde 5 civarında bir cari açıkla yola devam ediyor. Yine son 10 yıldır yüzde 9 civarında bir enflasyonla mücadele ediyor.

        Ancak son birkaç yıldır değişen bir kaç şey var: İçeride yüksek büyüme adında mali disiplini zorlamaya başladık. Kamu borcu hâlâ düşük ama reel sektörün yüksek borcu ve bu borcu çevirme kapasitesindeki erozyon herkesin malumu oldu. İçeride vatandaş dövizin daha iyi kazandırdığını görünce mevduatlarını TL’den dövize çevirdi. Yani dolarizasyon yıllar sonra geri geldi. Bir de üstüne uzun süredir yurtdışında düşük olan döviz borçlanma maliyetleri hızlı artınca yatırımcı nezdinde algımız bozuldu.

        İşte bozulan bu algıyı biz yeniden düzeltmeden ya da yatırımcıya “İşte bu yol haritamız, bizi izlemeye devam edin” deyip onları ikna edemeden kalıcı bir düzelme zor gözüküyor.

        Diğer Yazılar