Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya Bankası geçen hafta,“Küresel Borç Dalgaları/Global Waves of Debt” ismiyle bir rapor yayınladı. Raporda genel hatlarıyla 2010-2018 yılları arasında küresel ölçekte artan borç oranın artırdığı risklerin altını çizilerken, daha özelde ise gelişen ülkelerin aynı dönemde artan 55 trilyon dolarlık borcunun yarattığı kırılganlık analiz edilmiş.

        Önce biraz raporun detaylarına bakalım..

        2018 sonu itibarıyla, küresel borcun toplam GSYH’a oranı yüzde 230’a çıkmış. Bu oranın gelişen ülkelere sınıfındaki karşılığı GSYH’nın yüzde 170’i.

        8 sene önce gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 116’ymış. Bir başka ifadeyle son 8 senede gelişen ülkelerin borçluluk oranı her sene 7 puan yükselerek 56 puan artmış ve ve toplam borç 55 trilyon $ olmuş (Bunun 20 trilyon doları sadece Çin’e ait). Küresel borç ise aynı dönemde sadece 20 puan yükselmiş.

        Son 8 sene içinde, gelişmekte olan ülkelerin toplam borcu içinde en hızlı yükselen kalem, tahmin edileceği üzere özel sektör borcu olmuş. Bu ülkelerde, 2010’da özel sektörün borcu toplam borcun 60 puanını oluştururken, 2018’de toplam borcun 120 puanını oluşturmaya başlamış.

        Dünya Bankası’nın hazırladığı rapora göre, 2010 yılında gelişmekte olan ülkelerde ortalama büyüme oranı yüzde 7’ler seviyesindeymiş. 2010’dan 2018’e bu ülkelerde borç oranı yüzde 116’dan yüzde 170’e çıkarken büyüme oranı da ortalama da yüzde 4.5’lara gerilemiş. Yani borçluluk çok hızlı artmış ama büyüme oranları yarıya düşmüş.

        Gelişen ülkelerde borç furyası 3 dönemden oluşur

        Dünya Bankası’nın Küresel Borç Dalgaları Raporunda 1970’lerden itibaren gelişen ülkelerin 3 ayrı fazda borçlanma miktarlarını artırdığı belirtilmiş.

        İlk borçlanma dalgası 1970’lerde Latin Amerika ülkelerin hızlı büyüme ve beraberin hızlı borçlanma furyası sırasında yaşanmış. 1970-80 arası Latin Amerika ülkeleri ortalama yıllık yüzde 6 büyümüş, buna karşı on yılda borç/gsyh oranları yüzde 10’lardan yüzde 60’a çıkmış.

        Sonuç? 1982’de Meksika dış borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı ve temerrüde düştü. Yıllarca devam eden borç krizi başladı. IMF ile Brady Plan isimle anlaşma yapıldı. Bu plan, Meksika’dan sonra krizden etkilenen diğer Latin Amerika ülkelerine de uygulandı.

        İkinci borç dalgası Asya’da, özellikle Güney Doğu Asya ülkelerin artan hızlı artan dış borçlanmasında yaşanmış. Kısa vadeli ve özel sektör borçlanmasının yoğun yaşandığı Doğu Asya ülkelerinde 1990-994 yılları arasında özel sektör borcunun o bölgelerdeki ülkelerin GSYH’larına oranı yüzde 60’lara kadar çıkmış. Bu coğrafyanın ihracat odaklı özel sektör büyümesi küresel yatırımcıların iştahını kabartmış ve milyarlarca dolarlık kredi imkanı sağlanmış.

        Nihayetinde 1997-98 yıllarında Tayland’da gayrimenkul piyasasında aşırı şişen fiyatların tetiklediği finansal kriz büyük bir hızla G.Kore, Malezya, Endonezya ve Singapur'u etkilemiş ve bu borçlanma dalgası da tarihe “Asya Finans Krizi” adıyla giren büyük bir hayal kırıklığı ile bitmiş.

        3. dönem ise aslında gelişmiş ülkelerin kriz olan 2007-2008 Küresel Finans Krizine tekabül ediyor. Bu krizde de aşırı borçlanma öne çıkıyor. Bu sefer gelişmiş ülkelerdeki aşırı borçlanan hane halkı ve devlet borçları sahnede. ABD’de sup-prime mortgage kredilerin türev ürünü haline getirilip satılması neticesinde patlak veren bu kriz, Asya krizi sonrası “yoğurdu üfleyerek yiyen” gelişmekte olan ülkeleri bizde de moda olan tabir ile “teğet geçmiş”.

        Ancak bu dönemin gelişmekte olan ülkelere en kötü yansıması, 2008 krizinden çıkmak için majör merkez bankaların başlattığı “Para basma ve Likiditeyi artırtma” faaliyetlerinin yansıması olarak 2010’dan itibaren çok hızla borçlanmaya gitmeleri olmuş.

        2010-2018 hızlı borçlanma ve tarihi rekor: 55 trilyon $

        2008 krizi sonrasında Fed başta olmak üzere majör merkez bankaları koordineli bir stratejiye geçtiler: “Parasal Genişleme”. Bahsi geçen 8 yılın sonunda 4 büyük merkez bankasının bilançolarının büyüklüğü 4 trilyon dolardan, 17 trilyon dolara çıktı. Bunun yanında ABD Doları, Euro, Yen gibi majör kurların faizi sıfıra hatta eksi rakam çekildi.

        Asya krizinden dersini alarak çıkan gelişen ülkelerin görece düşük borçluluk oranları ve iştah açıcı büyüme oranları, yaratılan bu ekstra likiditenin yanında yüksek getiri arayan tasarrufları yakarak gelişmekte olan ülkelere yönelmesine yol açtı. Nihayetinde bu yabancı para akışı da gelişen ülkelerin borç dinamiklerini alt üst etti.

        Dünya Bankası'nı gelişen ülkelerin tüm zamanların en yükseğine çıkan borç oranı sadece büyüklük olarak rahatsız etmiyor.

        Diğer borçlanma dalgalarından farklı olarak bu sefer, sadece bir bölge ya da coğrafyada değil, bütün gelişen ülkelerin son 8 senede hızlı borçlandığının altı çiziliyor.

        Ayrıca diğer gelişen ülke borç krizlerinden farklı olarak, bu ülkelerin yüzde 75’inin bütçe açığı verdiği, borcun içindeki yabancı para ile alınan oranın da yüksek olduğu ifade ediliyor. Ayrıca 2007-2008 dönemine göre gelişmekte olan ülkelerin 4 kat daha fazla cari açık veriyor olması da bir başka endişe kaynağı.

        Türkiye bu resimde nereye düşüyor?

        Kamu odaklı baktığımda Türkiye'de borç oranı alarm verici durumda değil. Hatta 2010 yılında kamu borcunun GSYH’a oranı yüzde 40’lardayken bugün bu oran yüzde 33 seviyesinde.

        Ancak toplam borcumuz artmış durumda. 2010 yılında, 300 milyar dolar seviyesinde olan dış borç, bugün 460 milyar dolara kadar çıktı. 2010’da dış borcumuzun GSYH’a oranı yüzde 37’lerdeyken, bugün bu oran yüzde 55’in üzerinde. Bu borç artışının çok büyük bir bölümü, reel sektörün artırdığı dış borçlanma tarafından geliyor.

        Diğer yandan 2010 sonrası yüzde 1’e kadar inen bütçe açığı son 2 senedir yükseliyor. 2019 yılında bütçe açığının GSYH’a oranının yüzde 3’ü bulması bekleniyor.

        Cari açık tarafında ise soğuyan ekonominin de yardımıyla etkileyici bir performans var. 2010-11 yılarında ortalama yüzde 7-8 civarında cari açık veren Türkiye'nin 2019 yılını sıfır cari açık ile bitirmesi bekleniyor.

        Resme genel olarak baktığımızda, küresel ölçekte yaşanabilecek faizlerde yukarı yönlü bir şok, jeopolitik unsurlara bağlı riskler ya da Ticaret Savaşı gibi küresel ticareti tehdit eden gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerde domino etkisi yaratmaya aday bir krizi tetikleyebilir.

        Türkiye ekonomisinin makro veriler ise, sıfıra kadar inen cari açık ve son dönemde de artmış olsa da makul kabul edilebilecek bütçe açığı rakamları ile böyle bir gelişmeye karşı görece avantajlı olduğunu gösteriyor.

        Ancak döviz borcumuzun, toplam borç içindeki payı yüksek. Ayrıca yavaşlayan ekonomiyi canlandırmak için eş zamanlı uygulanan mali ve parasal genişleme politikaları da TL’yi daha kırılgan hale getiriyor. Yurt içi yerleşiklerin döviz talebinin kesilmemesi de gevşek para politikasının ekonomi üzerinde yaratacağı pozitif etkiyi sınırlıyor.

        Bu sebeple, küresel ölçekte Dünya Bankası’nın da altını çizdiği üzere, gelişen ülkelerin kırılganlığın arttığı bir ortamda, içeride faizler üzerinde yapılacak sunibir baskı bizi gereksiz yere daha sıkıntılı bir konuma sokabilir.

        Diğer Yazılar