Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mithat Cemal Kuntay’ın 1938’de yayınlanan “Üç İstanbul” romanını idealist bir edebiyat öğretmeninin müşfik otoritesi sayesinde 1980 yılında okumuştum. (Dizisi maalesef ben kitabı okuduktan 3 yıl sonra çekilmişti, Youtube’un çıkmasına henüz 25 sene vardı, televizyon henüz siyah beyazdı ve en sağlıklı bilgiler hâlâ şehir kütüphanelerinden alınabiliyordu.) O yıllarda 16 yaşındaki lise öğrencileri vasat bile olsalar, istibdat, İttihat ve Terakki, mütareke gibi kavramları biliyor, üzerine yazılmış kitapları da üç aşağı beş yukarı anlıyorlardı. Bu uzun girişi biraz, “Bizim zamanımızda...” havası basmak biraz da yazıya verdiğim başlığın kaynağını belirtmek için yaptım.

        Şimdi gelelim asıl konumuza. Bu hafta köşemi batmış bir şehirken, küllerinden doğan ve birkaç yıldır otomotiv endüstrisinin yeniden önem verdiği fuarlarından birine ev sahipliği yapan Detroit’ten yazacaktım. Ama mümkün olmadı. İstanbul’a kar yağdı ve çoğu kar yağışında olduğu gibi şehrin bütün ayarları bozuldu.

        Seyahatten bir akşam önce, ertesi gün Detroit’e birlikte seyahat edeceğim gazeteci arkadaşlarımdan ikisi, İstanbul’un Bahçeşehir isimli, aslında ne bahçesi olan ne de şehre benzeyen bölgesindeki evlerine, bu bölgeye sadece 20 kilometre mesafedeki işyerlerinden tam 6 saatte varabilmişlerdi. Uçağımızın olduğu ertesi gün, bu arkadaşlardan biri evinden hiç çıkamazken (anayola yürüyerek ulaşıp oradan bir vasıtaya binmeyi düşündü, ama donma tehlikesi geçirip evine geri döndü ve bu şaka değil!), diğeri bir akşam önceki kadar olmasa da sıkıntılar yaşayarak havalimanına ulaşabildi.

        Anadolu yakasında oturan ben ise, Avrasya tünelini kullanarak yarım saat kadar bir sürede en uzak mesafeden havalimanına en hızlı ulaşan kişi oldum. Alana Beşiktaş civarından taksiyle gelen arkadaşlarımızın hikâyeleri ise hiçbirimizinkine benzemiyordu.

        Uçağımızın kalkmayacağına emin olana kadar geçen yaklaşık iki saatlik sürede çene çalarken, hepimiz İstanbul’da yaşadığımız halde, her birimizin farklı bir İstanbul’u olduğunu bir kez daha anladık.

        Dönüşte bir toplu ulaşım merkezine kadar taksiye bindik. Taksiciden her zaman olduğu gibi kısa bir mesafe gideceğimiz için önce azar işittik. Neyse ki arkadaşlardan biri Beşiktaş’a devam edeceğini söyledi de affedildik.

        Avrasya tünelinden çıktığım Anadolu yakasına Marmaray’la döndüm. Evlerinden çıkamayan arkadaşlarımın olduğu, taksicilerin “Hem bu havada çıkıyor, hem de kısa mesafe gidip üç kuruş para veriyorsunuz” dediği İstanbul’da krizi aşmanın tek yolunun toplu taşıma olduğunu bir kez daha anladım ve buradan her fırsatta yazmaya karar verdim: İstanbul’a para harcanacaksa mutlaka metro için olmalı.

        Diğer Yazılar