Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tabii çocuklar çok daha fazla etkilendi depremlerden. Bir yandan da deniyor ki “Çocuklar bu depremde özellikle onları korumakla yükümlü anne babalarının çaresizliğini de gördüler.” Öyle mi oldu? Bu neye yol açar?

        Çocuklar daha mı çok etkileniyor emin değilim. Çok çarpıcı bir örnek: Saraybosna’da savaş olduğunda, yetişkinler savaşırken çocuklar da tahtadan tüfekler yaptılar. 7-8 yaşında çocuklar, savaşçılık oynadılar. Çocuğun tepkisi çok farklı. Çok genç yaşta, olanı sizden benden daha çok yaşamın doğal bir parçası sanıyor; çünkü ilk defa gördüğü bir şey. İkinci defa görürse; bu devlet şiddeti de olabilir, deprem de olabilir, mahallede bir kavga da olabilir, kurşunlanma da olabilir, çok daha erken yaşta bağışıklık sağlıyor “normali budur” diye. Yetişkinler olarak bizim hayatımız daha uzun bir süreç olduğu için, her gün ya da sık sık yaşadığımız bir durum olmuyor ama çocuğun yaşamının başlangıcında, ilk 5-10 yılında karşılaştığı manzara buysa bu onun normu oluyor. Çocuklarla ilgili yetişkinlerin yapması gereken “evladım böyledir, şöyledir” deyip sadece sarılmak, onları oyalamak değil. Oyunlar oynanmalı tabii, fakat asıl, çocuklara kendi duyguları anlattırılmalı. Anlatmak, oyalamak değil; onlara anlattırmak. Sadece evde değil; bu çok önemli. Okullarda anlattırmak, sınıflarda anlattırmak. Okullar açıldı, depremin konuşulmadığı bir ders olmamalı. Her ne kadar yönetmeliklerde “şu konuyu işleyeceğiz, iki kere iki dört diyeceğiz” olsa da, öğretmenlerin bunu yapmaları şart. Yoksa çocukların ruh sağlığına sırtlarını dönmüş olurlar. Mutlaka sınıflarda deprem konuşulmalı, çocuğun acısı, düşüncesi dile getirilmeli toplu halde. Artı, Türkiye’nin başka bölgelerinde depremzede çocuklar var; yeni okullarda, yeni insanlarla. Kaçınılmaz olarak ya acınan kişiler veyahut ikinci sınıf muamelesi yapılan kişiler olacak bunlar. Hepimiz biliriz, sınıfa yeni bir çocuk geldiği zaman o güç durumdadır. Okullarda özellikle öğretmenler bu çocukların konuşmasını, tecrübesini anlatmasını sağlamalı ki başkaları da, sınıf arkadaşları da anlayabilsinler depremde ne olduğunu, ne hissedildiğini. Daha bir bütünleşir sınıf o zaman, Türkiye o zaman. Mesele o çocukları susturmak değil; bilakis onların tecrübeleri, acılarıyla sınıfın kalan kısmının da bütünleşip acıyla birlikte olgunlaşması, büyümesi.

        Aslında belki o çocuklardan diğer çocukların da öğreneceği çok şey var. Mesela deprem bölgesinde yardım dağıtılırken bir çocuğa oyuncak kamyon veriyor yardım görevlileri; yanına da bir tane çikolata koyuyorlar “Bunu da al” diye. Çocuk diyor ki “Ben bunu almam, bunu başkasına verin, bu bana yeter.”. Sonra o çocuğu tekrar bulup soruyorlar “Ya neden almadın, ne olacak bir çikolata daha alsan” diye. “Annem bana iyilik yapmayı öğretti” diyor. “Başkası bundan faydalansın, bana yeter kamyon” diyor. O çocuklardan da aslında başka çocukların öğreneceği çok şey var.

        REKLAM

        Mesele çikolata, kamyonet değil, bunu Amerikan askerleri yapar. O çocukların en kısa zamanda okula dönemiyorlarsa da, hiç olmazsa oyun oynayabilmeleri sağlanmalı. Küçük bir voleybol sahası yapsınlar, top gitsin. Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan uzmanlar gitsin. Belediyelerden spor faaliyetlerine yönlendirebilecek uzmanlar gitsin. Oynayabilsin çocuklar. Yoksa şu anda boş duruyorlar, bekliyorlar, okula da gitmiyorlar. Çocuk oynayarak sağlıklı olur. Çocuk oyuncudur. Masa tenisi kursunlar, futbol oynasınlar, alanlar ayrılsın ama onların başında da uzmanlar olsun oynayabilmeleri için. Kenetlensin çocuklar, birleşsinler.

        Gündüz Vassaf
        Gündüz Vassaf

        “MEKSİKA İYİ BİR ÖRNEK”

        Bölgeden milyonlarca insan Ankara’ya, Antalya’ya, İstanbul’a, başka şehirlere göç ediyor. Bunun sonucu ne olur? Çocukların haricinde bu insanlarla kısa sürede bir uyum sağlamak mümkün mü? Bunu sağlamak için ne yapmak lazım?

        İlk önerime döneceğim: Mahalle komiteleri, mahalle komisyonları kurulması. Gelenlerle oradaki kişiler, örneğin aynı apartmanda oturanlar yan yana gelmeli, dertlerini konuşmalı. Daha ilk günden taraflaşmamalı, birbirlerini tanımalı, “Birlikte ne yapabiliriz?” diye düşünmeliler. Dertlerini küçük mahalle komitelerinde dile getirmeli, bunu diğer komitelerle birleştirmeliler. Aileleri başka ailelerle buluşmaya çağırıyorum. Dernekleşmeye değil, mahalle komisyonları, mahalle komiteleri, mahalle birlikleri kurmaya çağırıyorum. Hem demografik olarak yabancılaşmayı engeller bu, hem de kurulacak olan yeni Türkiye’de söz sahibi olmaları sağlanır. Bunun bir örneği Meksika’da. Mexico City’de büyük depremler var; 1985’te 8 büyüklüğünde, 30-40 bin kişi öldü. Ondan sonra 2012, 2014 ve 2022; hepsi 7,5 civarında depremler. Bir tanesinde iki kişi ölüyor öbür ikisinde sıfır kişi. Bu Japonya değil, Amerika değil, o büyük zengin toplumlar değil, Meksika. Peki nasıl olmuş? Depremzedeler örgütlenmiş, komiteler kurmuşlar. 40-50 farklı örgüt kurmuşlar, hepsi bir şemsiye altında birleşmiş, “Nasıl bir Mexico City istiyoruz” diye devlete, iktidara baskı yapmış ve dayanıklı evler yapılmış. Artık kimse ölmüyor. 20 yıl içinde yapılmış bu.

        Yani ciddi bir toplumsal baskı gerekiyor. İktidara “Artık ölmeyelim kardeşim, bunun için ne gerekiyorsa yapın. Bunun için sizi zorlayacağız” demek gerekiyor.

        Toplumsal baskının nedeni sadece yeni, sağlam bina yapılması isteği değil. Yeni bir ahlâk için, yeni bir zihniyet için… Şu an Türkiye’nin gösterdiği o güçten, el ele verme gücünden, sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde yararlanabilmek için… Türkiye şu anda örnek bir ülke olma konumunda olabilir. Yeni yerlerde yeşil, akıllı şehirler yapabilir. Yeni iktisat modelleri, yeni kooperatiflerin kurulmasına yardımcı olabilir.

        Ahlâk vurgunuz önemli; çünkü burada da çok konuşuldu bizim yeni bir ahlâk anlayışına sahip olmamız gerektiği. Şu örneklerden yola çıkarak konuşuldu: Göçlerden sonra göç edilen illerde kira fiyatları ikiye, üçe katlandı, deprem bölgesinde kimine göre çok kimine göre az hırsızlık, yağma olayları yaşandı. Bir yeni ahlâk kurmak mümkün mü buradan yola çıkıp? Bahsettiğiniz gibi şehirler kurmak, toplumun yönlendirmesi tamam ama kişisel anlamda da toplumsal anlamda da yeni bir ahlâk kurmak mümkün mü?

        REKLAM

        İmam yollayarak mümkün değil. Kader diyerek mümkün değil. Çünkü dini söylem kader oldu Türkiye’de. Kader ruh sağlığına zararlıdır. Kader düşüncesi beni edilgen kılar, depresyona koyar. Yeni ahlâk için tersi gerekli. Benim elimi avucumu güçlüye açmamla olamaz, şimdiye kadar öyle oldu. Rant peşinde olana açmamla olamaz, şimdiye kadar öyle oldu. Birliktelikle olur, benim yaşamımda söz sahibi olabilmemle olur. O zaman yeni ahlâk olur. Sovyetler Birliği çok güçlü bir devletti; güzel şeyler de yaptı: bedava sağlık hizmetleri, eğitim, okuma yazma arttı, evler verildi… Fakat fıkralardan da bilinir, herhangi bir Sovyet vatandaşıyla konuşun, çok ahlâksız bir toplumdu. Onun için de tepeden inme sistem çöktü, benimsenmedi. Hırsızlık, adam kayırma, otoriterinin önünde el pençe divan durma, otoriteye, devlete karşı korku, bunlardır bizi ahlâksız yapan.

        “TOPLUM GÜNAH KEÇİLERİNİN FARKINDA”

        Eğitimden bahsettik. Depremzede ailelerin yerleştirilmesi için üniversite yurtları boşaltıldı bir gecede ve depremzede ailelerimiz yerleştirildi. Dendi ki “Bu böyle olmamalıydı. Zaten pandemi boyunca iki sene bu çocuklar okula gidemedi, bundan sonra da belirsiz bir zaman dilimi için yüz yüze okuma imkânlarını ellerinden alıyorsunuz. Bunları yerleştirecek başka yerler var. Boş oteller, boş evler var, başka yerler var. Niye bunları yapmıyorsunuz?” Eğitim için hatalı bir şey mi yapıldı?

        Genel ruh sağlığından bahsediyoruz, benim konum o, siyaset değil. Fakat siyaset ruh sağlığını bozabilir. Yanlış kararlar ruh sağlığını bozabilir. Depremde verilen tepki ruh sağlığını bozabilir. İstanbul’da 700 bin boş konut olduğu söylendi. Okulların, üniversitelerin kapatılması sadece eğitim hakkının elden alınması, derslerin aksaması ile ilgili değil. Birlikte olmamız lâzım ruh sağlığımızın dingin olması için. Boş boş mahallelerimize gideceğiz, evlerimize gideceğiz, ne yapacağız? Genç insanlar ne yapacaklar? İçki mi içecekler? Pişpirik mi oynayacaklar? Dizi film mi seyredecekler? Günün saatlerini nasıl dolduracaklar? Bundan daha büyük bir yanlış karar olamazdı. OHAL de çok yanlış bir karardı.

        Bu büyük yıkımın bazı sorumluları olacak tabii ki. İşin hukuksal boyutu da sürüyor bir yandan. Bu yıkıma sebep olanların; müteahhitlerin, belediye başkanlarının, daha üst düzey siyasilerin ceza alması bir rahatlama sağlar mı? Böyle bir adalet duygusunun oluşturulması önemli midir bundan sonraki süreçte?

        Bir tür adalet duygusu sağlıyor tabii. Fakat toplumun bir kısmı da o müteahhitlerin günah keçisi olduğunun da farkında. Çünkü onunla bitmiyor bu iş, başka boyutları da var bildiğiniz gibi. Onun için hepimiz suçluyuz. O binayı alan, o binayı alma rüyasını kuran ben de suçluyum. Reklamını yapan, Amerikan tipi yaşamı vadeden reklamcı da suçlu. Bu izinleri çıkartan hükümet de suçlu. Denetlemeyen belediyeler de suçlu. Suçlu olmayan yok. Günah keçisi kurtarmaz bunu. Türkiye, Erzincan depreminde büyük bir şok yaşadı. Gölcük depreminde devletin tepkisizliğini gördü. Burada ilk defa geçmiş tecrübeden faydalanarak ve ilk 24, 48, 72 saatte gecikmeyle de olsa işini görerek kendisi seferber oldu. Artık sadece 3-5 tane müteahhidi hapse atmakla bu işin çözülmeyeceğinin bilincinde bu toplum. Gölcük’te olsaydı, o yetiyor olabilirdi ama bu yetmez artık. Çünkü aranan bu değil, istenen bu değil. Yeni bir toplum vizyonu var artık.

        REKLAM

        Öte yandan burada da bazı kanaat önderleri bu topluma negatif bakıyor. “Bu kadar kısa sürede bu kadar felâket gören toplumlarda hâlâ bir gelişme olmuyor ve insanların görüşlerinde bir oynama olmuyorsa o toplumlar artık sağlıklı değildir ve düzelemez” diyorlar. Siz katılıyor musunuz buna?

        Bunun “kader” diyenden farkı yok. Bu tür bakışlar o toplumun geleceğine, umuduna dinamit koymaktır. Topluma, insana hakarettir, sevgisizliktir, çokbilmişliktir. Kim söylüyorsa bir daha ağzını açmasın.

        “Biz düzelmeyiz”i bu şekilde söylemek bir şey ifade etmiyor, ayrıca düzelmek için de bir fırsat vermiyor, öyle mi?

        Türkiye bunu aştı Kürşad. “Biz adam olamayız”ı aştı.

        Türkiye adam oldu aslında yani…

        Adam olunduğunu gördü. Birçok şeyin yapılabileceğini gördü. Çok şeyi aştı Türkiye. Bu bakışa iyimser gerçekçi diyebilirsin. Gerçekçi bu bakış. Psikolojinin toplumun nabzını tutmasından gelen gerçekler bunlar.

        “BU BİR TOKATTI; DAHA İYİSİNİ YAPMAMIZ İÇİN”

        Bir yazınızda Alman filozof Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözünü hatırlatıyor, “Ne yapalım yani, acımızı öfkemize mi gömeceğiz? Kadere teslim bayrağı mı çekeceğiz? Böyle bir şey olamaz” diyorsunuz…

        Evet. Adorno halt etmiş tabii orda. 12 Eylül günlerinde Atatürk Kültür Merkezi’nin önünden geçiyordum, “Bir girip bakayım ne varmış” dedim. Bach’ın bir konseri. Aklımdan şu geçti: Aradan 400-500 yıl geçmiş. Veba olmuş, açlık olmuş, iç savaşlar olmuş ama bu müzik bütün koşullara rağmen o insanların aşkıyla, gücüyle, çalışmasıyla bana kadar gelmiş. Bugünlerde ruh sağlığımız için de toplum için de yapılabilecek en güzel şey yaptığımız işi her zamankinden daha güzel, daha iyi yapmaya çalışmak. Robot gibi olmak değil. Ben bir kitap daha yazacağım, bir şarkı yazacağım. “Artık değmez. Bu acı içinde, bu felaket içinde, bu ölüm içinde değmez” düşüncesi intihardır. Bir toplumun intiharıdır. “Ben çocuk yapmayacağım” demek, “Şuraya gitmeyeceğim” demek intihardır. Tam tersine, yapabileceğimizin en iyisini yapma zamanı bu. Bu bize bir tokattı. Daha iyisini yapalım ki böyle olmayalım. Böyle olacaksak bizim kabahatimiz. İpe un serdiğimiz için olacak o zaman.

        REKLAM

        Öte yandan maçlar başlandı, eğlence başladı... “Bu da çok normal değil, acaba yasımızı biraz yaşamamız mı gerekirdi” diye düşünenler de var.

        Yasımızı, birlikte, yakınlarımızla, mahallemizle paylaşarak yaşayacağız. Maçı yasakla, filmi yasakla, o zaman evimde gizli gizli film seyrederim, gizli gizli İrlanda’daki maçı seyrederim. Beni normal hayatımı yaşamamaya zorlama, tepeden inme yas engelleriyle. Tabii ki hayat normale değil, akışına dönecek. Beklenen o, istenen o. Ben o yasımı, acımı kendi süreci içinde yaşayıp bitireceğim, dönüştüreceğim başka şeylere. Ama bu devletin sinemayı, otobüs yolculuğunu, tatili yasaklamasıyla yapılacak bir şey değil. Tam tersi olur. İçkili lokantayı kapat, evde daha çok içki içilecek çocukların önünde. Olmaz böyle şey, gülünç.

        Bana şunu söylediğinizi hatırlıyorum: “Depresyon bağışıklığı zayıflatır.” Normal hayatımıza, alışık olduğumuz hayatımıza bir şekilde dönüp, bunu nasıl düzeltebiliriz diye düşünüp, onun için herkesi zorlamamız gerekiyor ve bunu da bir tür ortak bilinçle yapmamız gerekiyor. Anladığım bu.

        Evet.Tekrar dondurma yediğimizde, güldüğümüzde suçlu hissetmeden… Yoksa gizli gizli güleceğiz; olmaz böyle şey. Sadece en yakınımızla güleceğiz, bu sahtekârlık, olmaz böyle şey. Doğal olalım, kendimiz olalım. İçimizden gülmek geliyorsa gülelim. Ondan sonra diyebiliriz “Kendimi kötü hissettim güldüm diye ama ne güzel, güldüm işte.”

        Çok teşekkür ederim.

        Teşekkürler Kürşad’cığım. Bu bir borç, benim topluma borcum. Hepimiz Türkiye’ye borçluyuz. Çok sevgi dolu bir toplum bu ve o sevgiye borçluyuz yapmak istediğimiz her şeyi.

        Diğer Yazılar