Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kıymetli dostlar! Bizim kültürümüzde semt ve muhit terbiyesi oldukça önemli bir yer tutar. Bir insanı semti terbiye eder ve hatta etmelidir. Anne baba terbiyesi, okul terbiyesi, eskilerin tabiriyle hoca terbiyesi, muhit terbiyesi, din terbiyesi, erkekler için asker terbiyesi, hanımlar için koca terbiyesi, bizim medeniyetimizdeki terbiye kaynaklarıdır. Bu terbiyelerin harmanlandığı yer muhittir çünkü anneyi, babayı, hocayı, askeri, karıyı, kocayı ve çocukları hep muhitte görürsünüz.

        Bu terbiyeyi sağlama alan cemiyetler, tarihte medeniyet olma başarısını gösteremeseler dahi muhakkak devlet olabilme başarısını göstermişlerdir. Devletleri çökse, medeniyetlerinin ihtişamı kaybolsa da bunu başarabilen cemiyetler asla elimine edilememişler, hangi toprak parçasında yaşarlarsa yaşasınlar bulundukları yeri kendilerine vatan yapmışlardır. Bu terbiyelerin en güzel uyum içerisinde harmanlandığı yer elbette Medine-i Münevvere’dir. Şu anlattıklarımızı Medine-i Münevvere’nin, bilhassa Asr-ı Saadet zamanına tatbik edin, karşınıza çok muazzam bir Medine ve medeniyet şablonu çıkacaktır.

        Aileler terbiyeyi veremiyorlarsa, âlimler kalmamış, muhit bozulmuşsa, gerek sivil ortamda usta çırak ilişkisi gerekse askeri ortamdaki nefse muhalefet ederek cihat neşesi kaybolmuşsa ve aile içerisinde eşler birbirine saygı duymuyor ise böylesi bir cemiyetin ne hale geldiğini görmek için tarihe bakmaya lüzum yoktur. Zira elan günümüzde mevcuttur.

        “Ne varmış durumumuzda? Gayet güzel!” diyenlere hiçbir sözüm yok, fakat ikide bir bulunduğu ortamdan ve hayat şartlarından şikâyet edenlere bunları hatırlatmak elbette yerinde ve kararında olacaktır.

        Konuyu fazla uzatmak istemiyorum lakin muhit terbiyesi hakkında bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Çocuklarımızın iyi ve rahat yaşaması için kendimize yaşayabileceğimiz mekânlar, evler arıyoruz. Aslında anne baba kafasına göre takılacağı yer arıyor ama neyse... Peki, acaba kaç insan yaşayacağı yerdeki kişilerin maneviyatını, camisini, sohbet halkalarını, tekkesini, ilim ve zikir meclislerini gözeterek ev arıyor?

        Bakınız bu çok mühim bir meseledir. Bizler dünyayı ve modernizmin bize dayattıklarını tamamen yaşamak için hırsla, saldırırcasına zevklerimizi tatmine çalışıyoruz. Yani şu “modernizmin dayattığı” ifadesi de artık çok hoş kaçmıyor, çünkü eskisi gibi bunlara karşı direnen yok yani ortada dayatma yok. Modernizm dediğimiz şey elini kolunu sallayarak gelip baş köşeye oturuyor. Yemek, içmek, oturmak, gezmek, ev almak, mobilya, düğün dernek, çocuk yetiştirmek âdet örf dediğimiz şeyler hatta hatta ibadet etme tarzımız, Ramazan’ımız, Umre ve Haccı’mız, kandil günlerimiz ve gecelerimiz dahil bu modern yapıya göre şekilleniyor. Eee... Böyle olur da bu işin ilmi olmaz mı? Maşallah bazı ilim erbabı sayılabilecek kişi ve kuruluşlar da bu halimize göre fetva verme yarışına giriyor. Müslüman şekle girmiyor, şekilden şekile döne döne; şekli şemali anlaşılmayacak, önüne ne konursa yiyen bir acayip kişiye dönüşüyor.

        Şimdi gelelim tekrar semt ve muhit meselesine... Bizim ve çocuklarımızın manevi şahsiyetine hizmet edecek muhitler aramıyoruz. Öncelik sıramızda bu kaygı ve kriterler neredeyse artık ilk 10’a giremiyor. Bu “ilk 10” tabiri de bize modernizmden miras kalmıştır ya neyse... Anlatabilmek için söylüyorum, belki güldürürüm diye.

        Sonra başlıyor şikâyetler “Yahu bizim çocuk ders çalışmıyor biiiir.... Bize karşı çok asi olmaya başladı ikiii.... Abuk sabuk şeyler seyrediyor, galiba kötü alışkanlıkları da var üüüüüç...” Vesaire vesaireden sonra “Bu hayırsız velet şu yaşa geldi hâlâ doğru dürüst namaz kılmıyor, Kur’an okumuyor on yediiiiiii....” diye devam eden şikâyetler peş peşe sıralanıyor. Demiştik ya artık dini kaygılar ilk 10’a giremiyor, canımız yandığında Allah diyoruz. Peki, suçlu kim?

        Niyet olmazsa amel olmaz. Ne niyetle hareket ettin ki ne bekliyorsun? Sonra bazı ham sofular “Çocuk falanca yaşa gelmezse dövülür, azarlanır” gibi hadis rivayetleri etmeye başlıyorlar. Ahmak adam! Senin o bahsettiğin yaşta namaz kılmayan çocuğun azarlanması Medine-i Münevvere gibi yediden yetmişe herkesin mescitlere koştuğu bir muhitle ancak mümkündür. Sen ben çocuğumuzu öyle bir muhit içinde büyütmedik ki şimdi çocuğa kafa tutalım. Çocuğun hayatında dini sahayı ve bunun yaşandığı mahalleyi, semti gözetmeyeceksin, sonra evliya gibi çocuk bulacaksın. Nerede görülmüş böyle şey?

        Her insan gaflete düşebilir, hayatında zikzaklar yapabilir. Ama güzel ve ahlaklı bir cemiyet içinde yaşıyor, böylesi bir muhitte tanınıyorsa çocuğun bu nevi hallere düşmesi, çevresinin tesiriyle devamlı temkin ve ihtiyat üzre bulunması gerekli olduğundan zorlaşıyor. Hata etme payı kendiliğinden azalıyor. En azından güzelin hakkını teslim etmek gerektir. Saygı duyulacak insanları göz ardı etmemek, onlara karşı saygı duymayı bilmek elzem, gereklidir.

        KISSA

        Eski zamanda bir zât hacca niyetlenmişti. Henüz çok küçük ve mükellef bulunmayan oğlu da babası ile birlikte gitmek arzusunu babasına söyledi. Kendisine bu yolculuğun güç ve çok meşakkatli olduğu, zahmetlerine katlanamayacağı, biraz daha büyüdükten sonra gidebileceği anlatılmak istendiyse de çocuk dinlemedi ve babasıyla birlikte hacca gitmekte ısrar etti.

        Yaşının küçüklüğüne rağmen, rûhen kemâle ermiş bulunan çocuk şöyle diyordu:

        “Ey babacığım, bilirsin ki ben Allah’a (CC) ve onun Resûlüne (SAS) âşığım. O’nu (CC) bu dünyada görebilmem mümkün değildir. Lutfet, beni de beraberinde götür ki, hiç olmazsa zâtına izâfe edilen beyti ziyâret edeyim.”

        Çâresiz, çocuğu da hazırladılar ve baba-oğul bir kervana katılarak uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i Mükerreme’ye vardılar. “Harem-i Şerîf”e girmek üzere Bâbü’s-Selâm’dan içeri geçer geçmez, Ka’be-i Muazzama’yı karşısında gören genç mü’min “Allah” sayhası ile yere düştü ve “Allah Allah” diyerek âlem-i bekâya göçtü. Babası, gözyaşları ile yavrusunun cesedine kapanarak:

        “Vah evladım... Nöbet bende idi, sen daha pek genç, pek körpe idin” diye sızlanırken kendisine hitap geldi:

        “Sen beytini arzu ettin, geldin beytini buldun. Oğlun, Allah’ı (CC) arzuladı, Allah’ı (CC) buldu...”

        SORDUM ÖĞRENDİM

        - Resmî nikâh dînen de geçerli midir?

        İslâm’a göre nikâh, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dînî açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin gerekli şartları yerine getirip birbirleri ile evlenmeyi kabul ettiklerini beyân etmeleridir. Resmî nikâhta bu şartlar aynen mevcut olduğuna göre, usulüne göre kıyılan resmî nikâh dînen de geçerlidir.

        - Sigortanın verdiği maaşı alabilmek için resmî nikâh yaptırmamak câiz midir?

        Vefat eden eşinden dolayı almakta olduğu maaşın kesilmemesi için bir kadının yeniden evlendiği hâlde resmî nikâh kıydırmaması dînen uygun değildir.

        - Müslüman bir kadın ehl-i kitaptan bir erkekle evlenebilir mi?

        Müslüman bir erkeğin ehl-i kitaptan bir kadınla evliliğine izin verilmiştir. Müslüman bir kadının ise ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesi câiz değildir.

        AYET-İ KERİME

        ŞÜPHESİZ takvâ sahipleri için umulanı buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, turunç sineli yaşıtlar, dopdolu kâseler vardır. Onlar orada ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler. Bunlar Rabb’inin yeterli bir bağışı, mükâfatıdır. O (CC) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb’idir. O (CC) rahmândır. O gün insanlar O’na (CC) karşı konuşmaya yetkili değillerdir. Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler. İşte o kesin olarak gelecek gündür. O halde dileyen Rabb’ine varan bir yol tutsun. Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.

        (Nebe 31-40)

        HADİS-İ ŞERİFLER

        “HİÇBİR baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.”

        (Tirmizî)

        “Cebrâil (aleyhisselâm) bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben Allah Teâlâ komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.”

        (Buhârî)

        “Cuma; en hayırlı günlerinizden biridir. Adem aleyhisselâmın toprağı o gün yaratıldı, o gün kabzedildi. Kıyamette Sûr’a o gün üflenecek. Öyleyse o gün bana salâvatı çok okuyun. Zira salâvatlarınız bana arz edilir!”

        (Ebû Dâvud, Nesâî)

        “Allah (CC) hiçbir günde, Arefe günündeki kadar çok kulu ateşten âzâd etmez. Allah (CC) mahlûkâta rahmetiyle yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder.”

        (Müslim, Nesâî)

        Diğer Yazılar