Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Daracık bir pilot kabini düşünün! Kullandığınız uçak sürekli sallanıyor. İçeride öyle bir ‘tangırtı tungurtu’ var ki, uçağın her an parçalanıp dağılacağını düşünüyorsunuz. Klostrofobi, titreme ve gürültü dışında teknoloji de güven vermiyor. Göstergeler dijital değil ve içinde bulunduğunuz “teneke kutu”nun içinde bir yükselip, bir alçalıyorsunuz... Atmosferin üstüne çıkıyor, oradan dünyayı görüyor ve sonra da “inişten ziyade düşüş”e geçiyorsunuz.

        James R. Hansen'in kitabından sinemaya uyarlanan "Ay'da İlk İnsan" (First Man) işte böyle başlıyor. Tam olarak ne seyrettiğimizi anlamak için aslında biraz vakit geçmesi gerekiyor. 1961 yılında, Neil Armstrong'un (Ryan Gosling) deneme pilotluğu yaptığı günlerdeyiz... Armstrong'un canını kurtarıp uçağı tek parça halinde indirmesi kimseyi mutlu etmiyor. Hatta uçuş planlandığı gibi gitmediği için hatalı bulunuyor...

        Bu sahnenin “Armstrong'un astronot olmak için yaptığı iş başvurusunun” nedenlerini açıklamak için filmin başına konduğunu pek sanmıyorum. Sahne bizi Armstrong’un, astronotluk yılları ve Ay'a yolculuk macerası sırasında yaşayacağı tüm tehlikelere önceden hazırlıyor aslında... Sonuçta, 1960'lı yıllardayız. Teknoloji bugünün hayli gerisinde. Atmosferin ötesine geçmek bile tek başına büyük, tehlikeli bir macera. Ay'a insan indirme fikri ise henüz teori aşamasında...

        Sözü getirmek istediğim yer şu: Armstrong ile diğer astronotların film boyunca yaptığı tüm çalışmalarda ve hatta Ay'a yaptıkları keşif yolculuğu sırasında dahi ilk sahnedeki o güvensizlik duygusu bizi hiç terk etmiyor. “Tangur tungur ses çıkaran metal bir kutu”nun içinde olma fikri nerdeyse hiç değişmiyor. Klostrofobi duygusu için de aynısı geçerli... Çalışmaların ve yolculuğun her anında astronotların büyük risk altında olduğu o kadar açık ki... Çünkü daha ilk sahneden o yüksekliklerde tüm hesapların, planların tutmayabileceğini biliyoruz. Üstelik, SSCB'yle girilen uzay yarışında öne geçmek için acele edildiği ortada... Özetle, “insanlı Ay yolculuğu macerası”nın filmin başında seyrettiğimiz deneme uçusundan çok büyük bir farkı yok aslında. Yani, teknoloji henüz yeterli değil ve astronotların hayatlarını kaybetme riski küçümsenemeyecek boyutlarda... Filmin bir sahnesinde Janet Armstrong (Claire Foy), NASA’daki erkeklere “Maket yapan çocuklardan farkınız yok” diyor. Sonuçta, her şey deneme aşamasında ve bu uğurda hayatını kaybedenlerin sayısı az değil.

        Açılış sahnesi, filmin anlatımının ve görsel konseptinin temel özelliklerini içeriyor. Yönetmen Damien Chazelle, gerçekçilik hissini güçlendirmek için filmdeki uçak, Ay kapsülü gibi araçları orijinaline yakın boyutlarda kullanmaya çalışıyor ve o sıkışıklık ya da klostrofobi hissini ustalıkla yakalıyor. Araç içi sahnelerde geniş açı lenslerden kaçınıyor. Karakterler bulundukları konum ve açıdan ne görüyorlarsa bize de ısrarla o görüntüleri gösteriyor. Uzaydaki iki aracın birbirine nasıl kenetlendiğini, Armstrong’un Ay aracını yere nasıl indirdiğini hep onun bakış açısından görüyoruz. Roketin fırlatılışında, Ay'a inişte ve daha birçok sahnede genel planlardan kaçınıyor. Mesela Armstrong'un uzaydaki sahnelerinde NASA'daki kontrol odasına pek geçmiyor; paralel kurguya çok başvurmuyor... Chazelle seyirciyi birçok sahnede astronotların bakış açısına mahkûm ederek, uzayı nasıl algıladıklarını gerçekçi bir tavırla yansıtıyor. Armstrong'un aile ve özel hayatında da genellikle hareketli kamerayla yakın çekimleri tercih ediyor.

        “Peki, filmde Ay’a gitmenin hiç mi güzel tarafı yok?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. İlk sahnede Armstrong'un deneme uçuşu sırasında atmosferin üstüne çıktığı an, işin en güzel yanının ne olabileceği hissediliyor. Huzursuz edici titreşimler ve gürültüler, atmosferin üstüne çıkar çıkmaz yerini huzurlu bir sessizliğe bırakıyor. Ay'da ise o duygunun çok daha mükemmeli bekliyor sizi... IMAX kameralarla çekilen ve ekran formatının 2.35:1’den 1:90:1’e, bazen de 1.43:1'e dönüştüğü bu sahneler gerçekten de heyecanla karışık bir huzur duygusu veriyor insana.

        Chazelle, Ay sahnelerinde “metal kutu” klostrofobisinden tümüyle çıkarıyor filmi. Ferahlatıcı manzaralar eşliğinde genel çekimlere geçiyor; sessizliği, genişliği ve boşluğu hissettiriyor. Müziğin de devreye girmesiyle filmin belki de en lirik sahnesine imza atıyor.

        Ne var ki, “Ay’daki İlk İnsan”, Ay’daki sahneler hariç, işin güzel, keyifli taraflarıyla ilgili bir film değil. Tam aksine, Ay yolculuğunun yarattığı gerilim, endişe ve söze dökülmeyen ölüm korkusu filmin her yanında karşımıza çıkıyor. Bir kahramanlık filmi değil. Neil Armstrong, bir Amerikan kahramanı imajıyla sürülmüyor önümüze. Sadece işini en doğru şekilde yapmak isteyen tedirgin, rahatsız bir adam o... Kaldı ki, Ay’da yürürken film, vatan millet edebiyatına değil Armstrong'un iç dünyasına vurgu yapıyor.

        Chazelle'le “Whiplash” ve “La La Land”de de çalışan Justin Hurwitz'in müziği yine harika... Ritmik ve hızlı müzik NASA'daki çalışmalara eşlik ederken Hurwitz, Armstrong'un özel hayatını, ailesiyle ilişkilerini ve iç dünyasını sade, yavaş ve hüzünlü melodilerle anlatıyor... Ay'daki sahnelerde ise Kubrick'in “2001: A Space Odyssey”inde olduğu gibi uzayın sessizliğini müzikle dolduruyor ama müzikal temaları Armstrong'un iç dünyasıyla birleştiriyor.

        Armstrong'da Ryan Gosling gayet iyi ve Claire Foy'un performansının da altını çizmek gerek. İkisi özellikle final sahnesinde mükemmeller... Chazelle’in, filmlerini insanların karşı karşıya durduğu sessiz anlarda bitirmesi sadece klasik Amerikan finallerine olan tepkisini yansıtmıyor; hikâyenin henüz bitmediği hissini de veriyor.

        “Ay'daki İlk İnsan”ın yakın tarihin en önemli olaylarından birine tümüyle insan merkezli yaklaşımını sevdim. Daha çok sevdiğim ve etkilendiğim şeyse Damien Chazelle'in yönetmenliği oldu.

        Filmin notu: 7.5

        Diğer Yazılar