Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Baba, oğul ve kötü ruh
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Ruhlar Bölgesi: Kırmızı Kapı’ (Insidious: The Red Door), sakin, telaşsız tempoda başlayan; hikâyesini ağırdan alarak geliştiren korku gerilim filmlerinden… Açılış sahnesindeki hipnotizma seansı, filmin sorusunu en kestirme yoldan önümüze getiriyor: Başımıza gelen korkunç olayları hiç yaşanmamış gibi unutmak mı doğru? Yoksa onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek mi? Lambert ailesi tercihini unutmaktan yana kullanıyor. Ne var ki, yıllar sonra, büyükannenin cenaze töreninde geçen ikinci sahnede, hipnotizma yöntemiyle gelen hafıza silmenin kimsenin işine yaramadığını; ailenin zaman içinde dağıldığını ve pek iyi durumda olmadığını hemen anlıyoruz. Dolayısıyla, hikâyesini Scott Teems ve Leigh Whannell’in yazdığı film, daha en başından elini belli ediyor; iyisi ve kötüsüyle geçmişi hatırlamak gerektiğinin altını çiziyor.

        Josh (Patrick Wilson) ve Renai Lambert (Rose Byrne) çiftinin ayrılması bir yana, asıl olarak Josh’ın çocuklarından uzaklaşmış olduğunu görüyoruz. Özellikle de büyük oğlu Dalton’dan (Ty Simpkins)… Öyle ki, Dalton’ın onunla günlük diyaloglara dahi girmek istemediğine tanık oluyoruz. Baba – oğul arasındaki mesafeden rahatsızlık duyan Renai, ikisinin birlikte daha çok vakit geçirmesi gerektiğine inanıyor. Resim bölümünde birinci sınıfa başlayacak Dalton’ı üniversiteye Josh’ın götürmesini öneriyor ve bu uzun otomobil yolculuğunun her ikisine de iyi geleceğini düşünüyor. Ama annenin planı ne yazık ki işlemiyor. Yolculukta iletişim kuramadıkları gibi ayrılmak üzereyken tatsız bir tartışma yaşıyorlar. Film ilerledikçe baba ve oğlun aralarındaki anlaşmazlıklardan ziyade kendi zihinlerindeki sorunlar, korkular nedeniyle birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramadıkları açığa çıkıyor.

        Mezarlık sahnesinden itibaren, anıları silinmiş olsa dahi Josh’ın ‘Ruhlar Bölgesi 2’ (Insidious: Chapter 2 - 2013) filminde anlatılan olayların verdiği rahatsızlıktan aslında kurtulamadığını, hafızasındaki boşluğun farkında olduğunu ve asıl önemlisi ruhen kendini hiç iyi hissetmediğini görüyoruz.

        Büyüme çağını hafızasındaki boşlukla geçiren genç Dalton ise babasının aksine sorunlarıyla yüzleşmekten uzak görünüyor. Kendini olduğu gibi kabullendiği ve değişmek istemediği belli. Buna karşılık, yıllar boyunca resme sığındığını ve resim yaparken gerçekleri sezebildiğini fark ediyoruz. Sözgelimi, büyükannesini çizerken resmettiği ifadeyi ‘Bizden bir şey saklıyor’ diyerek açıklıyor. Çizimlerine baktığımızda, genelde ailesini konu aldığını ve alttan alta mutsuzluğu, huzursuzluğu yansıttığını görüyoruz. Kara kalemi veya koyu renkli kuru boyaları tercih etmesi, içindeki karanlığın göstergesi… Filistinli oyuncu Hiam Abbass’ın canlandırdığı resim hocası Profesör Armagan, üniversitedeki ilk dersinde, açılıştaki kötü anıları yok eden hipnotizma seansında olduğu gibi 10’dan geriye doğru sayarken, öğrencilerine unutmanın tam tersi bir işlem öneriyor: ‘Kendinize, içinize dönün’ diyor; başka türlü sanatçı olamayacaklarını söylüyor. O noktada Dalton’ın bilinçdışındaki karanlığın kendini dışa vuracağını tahmin ediyoruz ama başka bir şey oluyor: Serinin ilk filminden bu yana tecrübeli ve bilge medyum Elise’in (Lin Shaye) Öte (Further) diye adlandırdığı fizikötesi boyutla irtibata geçiyor Dalton. Nerdeyse otomatik hareketlerle istem dışı bir resim çiziyor. Hocasının resimdeki kapıya bakarak sorduğu ‘İçerde misin, dışarda mısın?’ sorusu, Dalton’ın çıkışsızlığını özetliyor. Çünkü yanıtını bilmediği bir soru bu… Kapı’nın Öte’ye açıldığını ve resmi çizerek iki boyut arasında bir geçiş oluşturduğunun farkında değil henüz. Aynı günlerde Josh’ın hasta olduğunu düşünerek doktora gitmesi ve MR cihazında gördüğü kâbusun ardından, baba - oğul eş zamanlı olarak Öte’yle ilgili farklı serüvenler yaşamaya başlıyorlar. Ve bir noktadan sonra, bu serüvenler zamanın lineer akışa sahip olmadığı, geçmişle şimdinin iç içe aktığı Öte’de kesişiyor…

        ‘Ruhlar Bölgesi: Kırmızı Kapı’nın serinin önceki filmlerinden farklarından biri, Öte’deki iblislerin sadece kötülüğü temsil etmeleri, asıl hikâyenin baba, oğul ve torun arasında yaşanması.

        Filmde, Josh – Dalton ilişkisi kadar Josh’un kendi babasıyla olan ilişkisinin de öne çıktığını söylemek gerek… Josh’un babasıyla yaşadığı sorun, kendi oğluyla yaşadıklarından çok farklı değil. Her iki ilişkide geçmişi unutmak, eski defterleri kapatma çabasının getirdiği sorunlar var. Tüm filmi yazımın başlığındaki gibi ‘baba, oğul ve kötü ruh’ diye özetlemek mümkün. Her şey bittiğinde, hikâye ‘baba ile oğlun, gerçek kötü ruhları tanımaları ve iş birliği yapmalarıyla’ ilgili gibi görünüyor. Ama derindeki asıl mesele, babaların suçluluk duygusu ve oğulların baba tarafından yok edilme korkusu… İspanyol ressam Francisco Goya’nın (1746 – 1828) filmde yer verilen, Yunan mitolojisindeki baba Kronos’u resmettiği ‘Oğlunu Yiyen Saturn’ tablosuna buradan bakmak gerek.

        Filmin en sevdiğim yanı, resim sanatını bir metafor olarak kullanması oldu. ‘Oğlunu Yiyen Saturn’ tablosunda olduğu gibi filmin alt metinleri yer yer resimler üzerinden açığa çıkıyor. Sözgelimi, Dalton’ın yaptığı son resim, baba ile oğlun yaşadığı değişimi ve geçmişten hatırlanması gereken asıl anı göstermesi açısından önemli.

        Dalton’ın kırmızı kapıyı çizdiği resimde beliren eli çekiçli erkeğin ‘The Shining’i (1980) hatırlattığını söylemek gerek. ‘The Shining’de ruhu otel tarafından ele geçirilen babanın oğluna saldırmasının birçok anlamı vardır. Otel babanın tüm bağlarından kurtulmasını ister aslında… İkinci filmde de Öte dünyadaki güçler Josh’tan aynısını ister. İşte bu yüzden, Dalton, babanın kendisini öldürerek sorumluluklarından kurtulmak, özgürleşmek istediğini düşünür ister istemez ve bu endişeyle yaşar.

        Filmin başında Dalton babasının kendisini aslında sevmediğini, yük olarak gördüğünü düşünüyor zaten... Babasının otomobil yolculuğuna annesinin önerisiyle çıktığını biliyor ve o yüzden çok etkilenmiyor. Babasının, yurt odasındaki kavganın sonunda onu nankörlükle suçlayıp, ‘Senin için çok şey yaptık’ demesine de üzülüyor. Ama finalde çok farklı bir baba – oğul – torun ilişkisi çıkıyor karşımıza. Elise’in aniden ortaya çıkmasıyla yaşanan anne özlemini de unutmayalım.

        ‘Ruhlar Bölgesi’ mizahın belirli ölçülerde yer verildiği bir seridir. Mizah, daha çok Elise’in asistanlarıyla girer filmlere. Ama serinin beşinci, Lambert ailesinin hikâyesine odaklanan üçüncü filminde asistanlar Tucker (Angus Sampson) ve Specs (Leigh Whannell) kısa bir internet videosu dışında yoklar. Onların boşluğunu Dalton’ın yurttan arkadaşı hazır cevap Chris (Sinclair Daniel) dolduruyor. Chris, Dalton’ın yer yer koruyucu meleği olmasının yanı sıra filmin de en eğlenceli karakteri.

        Filmde Öte’de olup bitenler ve oradan gelen iblisler açısından pek kayda değer bir şey yok açıkçası; ama Ruhlar Bölgesi en başından beri Öte’den gelen kötülükten ziyade onlara karşı savaşan insanların aralarındaki sorunlar üzerinden şekillenir.

        Bir tür filmi olarak baktığımda, Josh rolünde oynayan Patrick Wilson’ın ilk yönetmenlik denemesinde serinin önceki halkalarına imza atan isimlerden aşağı kalmadığını düşünüyorum. Wilson, James Wan’ın ana hatlarını ilk filmde çizdiği korku gerilim stratejisinden vazgeçmiyor. Sahte korku efektleri, kan, şiddet ve kurgu oyunlarından uzak duruyor; gerilimi sabit kadrajın içinde olup bitenler, kamera açıları ve hareketleriyle inşa ediyor. Wilson netlik dışı kalan arka alanı ve siluetleri gerilim malzemesi haline getiriyor. Josh’ın MR cihazında arkasında beliren bulanık görüntü mesela… Mezarlıkta arka cama yaklaşan silueti ve evinde hafıza kartlarıyla oynarken bahçede beliren adamı bizim ondan önce görmemiz de gerilimi yükseltebiliyor. Bazı sahnelerde sabit kamera kadrajları ürpertici oluyor. Özellikle karanlık yurt odalarında geçen sahnelerde... Dalton’ın yurttaki arkadaşı Chris’in odaya getirdiği ışıkları yakmaya çalıştığı sahne mesela… Öte’den gelen birinin yatağın altına eğilmesi, klozetten başını kaldırması ve ışık aldığında yüzünün değiştiğini görmemiz, etkili korku gerilim sahnelerine vesile olabiliyor. Tüm bu sahnelerde görüntü yönetmeni Autumn Eakin de iyi iş çıkarıyor…

        Abartılı CGI şovları yapmadan gerilim oluşturmaya çalışan eski usul korku filmlerini sevdiğimi hep söylerim. Ruhlar Bölgesi serisi 2010’daki ilk filmden bu yana aynı stratejiyi koruyor. Dolayısıyla, korku gerilimde aşırılıklardan hoşlanmayanlara gönül rahatlığıyla öneririm. Ama son dönemde sayıları artan yenilikçi, ‘art-house’ tarzı korkuları tercih edenleri uyarmakta fayda var. Onlar hikâye kalitesi ve derinlikli karakterler konusunda aradıklarını bulamayabilirler.

        6.5/10